Ali Bayramoğlu'nun yazısının ilgili bölümü:
...Bir yandan geldiğimiz noktayı göstermekte, AB-Türkiye ilişkilerinin, siyasi yapıların demokratik eksikliklerinden değil, tersine siyaset dışı kurumların anti-demokratik girişimlerle siyasi yapıları cendereye almasından kaynaklandığını ortaya koymaktadır.
Öte yandan Türkiye'de kimi güçlerin istedikleri sonuçları almaya başladıklarına işaret etmektedir.
Kimi güçlerin istediği sonuçlar; nedir bunlar?
Daha dün yeni bir andıç ortaya çıktı, AB'nin kamuoyunu yönlendirmesine karşı tedbirleri Genelkurmay 2. Başkanı'na sunan bir andıç…
Kimi güçlerin almaya başladıkları sonuç işte budur, bu “andıç”taki zımni öngörülerdir…
Ağustos ayında Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ ordunun başına geçecek…
Başbuğ Karar Kuvvetleri Komutanı olduğu yıl 25 Eylül 2006'da Kara Harp Okulu'nda yaptığı, bugünün anlam ve önemine uygun konuşmayı hatırlar mısınız?
Konuşmada iki hususun altını çizmişti Başbuğ.
Bunlardan ilki “Türkiye'de karşı devrim hareketlerinin 1950'de başladığını ifade etmesi”ydi.
İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal, Çetin Yetkin gibi isimlerin temel tezi olan, devrim, Kemalizm, rejim ile çok partili hayatı karşı karşıya getiren, otoriter anlayışın en kaba biçimini ifade eden bu tavrın Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından “dolaylı bir yolla” olsa da dile getirilmesi son derece dikkat çekiciydi...
İkinci önemli nokta Başbuğ'un; askerin ve devletin temel politik hedefini, karşı devrimle topyekûn mücadele olarak tanımlamasıydı.
Sorun budur…
O zaman karnımızdan konuşmaya devam etmeyelim.
Otoriter cendereyi kırmak için AK Parti'nin kendisini aşması yetmez, hepimiz kendimizi aşmalıyız, bu toplum kendisini aşmalı, özellikle laik kesim, modernist solcular kendilerini aşmalıdır…
Aydın Doğan, Eczacıbaşı, TÜSİAD da kendilerini aşmalıdır…
Bu toplumu camici, muhafazakar, gerici, reşit olmayan topluluksu yapı gibi kavramlarla tanımlamak ye-rine, onu anlamayı ve güvenmeyi öğrenmek zorundayız…
Bu ülkede özgürlüğün yolu buradan geçiyor…
Aksi halde faturayı hep birlikte öderiz…