İsrail'in 1982 yılında gerçekleştirdiği Lübnan saldırısından bir süre sonra, siz ve İslam Devrimi Muhafızlarından bir grup bölge halkına bu saldırılar karşısında yardım etmek için Suriye üzerinden Lübnan'a geçtiniz. Bize İsrail'in Lübnan'ı işgal etmekle neyi hedeflediğinden söz eder misiniz?
Bismillahirrahmanirrahim. İsrail'in Lübnan'a saldırısı ile bizim Beytülmukaddes operasyonu ile Hürremşehr'i geri alarak Saddam'ın İran topraklarındaki işgaline son vermemizin aynı döneme denk gelmesi sorunuza verilecek olan en iyi cevaptır belki de. Bu açıdan baktığımızda İsrail saldırısını Huzistan topraklarının özgürlüğüne kavuşturulmasına verilmiş bir cevap olarak değerlendirebiliriz. Kısacası, İslam Devrimi'nin zaferinden sonra İsrail'in bütün girişimleri inkılâbın şiarları ve kazanımları ile mücadele ve düşmanlık etmek üzerine kurulmuştu.
İmam Humeyni'nin Devrim Muhafızlarını İsrail ile mücadele etmeleri için Suriye ve Lübnan'a göndermesinden sonra serdettiği buyruğunu da bu iddiaya delil göstermemiz mümkündür. Hazreti İmam, "Kudüs'ün yolunun Kerbela'dan geçtiğini" vurgulamıştı. İran'ın savaş cephelerindeki zaferlerinin İsrail'in Lübnan saldırısı ile aynı zamanda denk gelmesini İmam'ın bu sözü ile birleştirdiğimizde, Siyonistlerin bu hamlelerinin amacının işgal edilmiş Filistin toprakları üzerindeki tehdidi uzaklaştırmak olduğunu söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz İsrail'in bu saldırıdaki amacı Lübnanlı ve İslami bir direnişin Filistin sınırında ortaya çıkmasını engel olmaktı.
İsraillilerin uzun vadeli amaçları bölgede İslam İnkılâbı ile müttefik bir cephenin şekillenmesine engel olmaktı. Erken dönemli hedefleri ise Lübnan'ı işgal etmek suretiyle ülkedeki Filistin direniş güçlerini, özellikle de El Fetih'i temizlemekten ibaretti.
Benim görüşüme göre o dönemde Güney Lübnan'da bulunan Filistinliler silahlı mücadeleye hazır değillerdi. Esasen o dönemde Filistinli yetkililerin zihninde silahlı mücadeleyi sonuna kadar sürdürme iradesi bulunmuyordu. Ama İsrail saldırısının bahanesi Filistin halkının mücadelesinde tarihsel bir gerçeklik olan Fetih ve FKÖ'nü ortadan kaldırmaktı. Dolayısıyla İsrail'in hedeflerini İslam İnkılâbının etkisinin güçlenmesini durdurmak, Fetih hareketinden arta kalanları ortadan kaldırmak ve Lübnan'da Şii kimlikli bir anti Siyonist direniş hareketinin vücuda gelmesini engellemek olarak özetleyebiliriz.
- İsrail'in, Lübnan'da bir hareketin oluşmakta olduğunu anladığına işaret ettiniz. Siz Lübnan'a vardığınızda bu direniş güçlerinin şekillenmekte olduğunu ne oranda hissettiniz?
İmam Humeyni önderliğindeki İslam Devrimi'nin zaferi İslam dünyasına yeni bir mesaj sunmuştu. Başka türlü dendikte, asil İslami düşünceye dayalı yeni bir siyasi çağrı sundu dünya halkına. Bu davetin sahibi de Şii bir merci olduğu için Lübnan Şiileri de buna icabette hızlı davrandılar. Bugün de Rehberlik Makamının çağrısına lebbeyk demekteler. Elbette bu tesir ve ilham alış, İslam Devrimi'nden duydukları endişeyi akıllarından bir an için bile çıkaramayan ve devrimin başka bölgelere nüfuzundan korkan mahfillerinin de ciddi olarak dikkatlerini celbetti. Özellikle de İslam Devriminin taraftarlarının çok olduğu bölgelere yöneltildi bu dikkat. Lübnan'da yaşayan Şiilerin çoğunluğu İmam Humeyni'nin önderliğini kabul ettikleri için İslam Devriminin hedefleri doğrultusunda adımlar atmaya başlamakta gecikmediler.
- Güney Lübnan'da Siyonizm karşıtı mücadele ne zaman şekillenmeye başladı?
İsrailliler Güney Lübnan'ı işgal etmelerinin ardından Said Haddad önderliğinde mahalli bir askeri teşkilat vücuda getirdiler ve Şii, Sünni ve Hıristiyan gençleri bu örgütte istihdam etmeye çalıştılar. Böylece yerel bir Lübnanlı grup ile İsrail'in güvenliğini sağlamak istiyorlardı. Bu örgütün vazifesi, Güney Lübnan'da herhangi bir Siyonizm karşıtı direniş hareketinin ortaya çıkmasını engellemekti. İsrailliler Güney Lübnan'da doğrudan faaliyet göstermemek istiyorlardı, özellikle de Filistinlilerin buradan çıkarılmasından sonra. Peki, bu ne kadar sürdü? Direnişin seçkin kadrolarının ve önderlerinin sorumluluklarını yerine getirerek halkı aydınlatmalarına ve İsrail'in ülkelerindeki varlığının kendilerine bir faydası dokunmayacağını söylemelerine kadar"
Kanımca Lübnan siyasi yönden uyanık bir toplumdur. Hatta Lübnan halkının ergenlik çağından itibaren siyasi meseleleri derk etmeye başladıklarını ve politik ortamlarda yer almaya çalıştıklarını söylemeliyiz. Dolayısıyla mantıklı sözleri işitmeye ve kabul etmeye hazırdırlar. Bundan dolayıdır ki, seçkinler tarafından Siyonistlerin Lübnan halkının zararına olan niyetlerini açığa çıkaran düşünce dalgaları kısa bir süre içersinde yayılabildi ve halk direnişin çağrısına yoldaş olmakta gecikmedi.
- İslam Devrimi Muhafızları Bekaa'ya yerleştiklerinde ciddi sorunlarla karşılaştılar mı, varsa bunlar nelerdi? Devrim Muhafızları Lübnan halkı tarafından nasıl karşılandı?
Lübnan'a giden İranlı savaşçılar işgal güçleri değil, Lübnan halkının yardımına koşan misafirler idiler. Lübnan halkı işgalcilerle mücadele edebilmek için Devrim Muhafızlarının yardımına ihtiyaç duymaktaydı. Devrim Muhafızlarının Lübnan'a yerleşmesi ve hareketin başlatılması esnasında da halktan kaynaklı hiçbir sorunla karşılaşılmadı. Lübnan halkının İranlıların bölgedeki varlığından yana olumsuz bir tavırlarına şahit olmadım hiçbir zaman. Tam tersine bizi çok iyi karşılamış, kendi oğulları gibi kabul etmişlerdi.
O dönemde İsrailli işgalcilerin yanı sıra Amerikan, Fransız, İngiliz ve İtalyan güçleri de Lübnan'da üslenmişlerdi. Falanjistler de (Hizbül Kataaib) bu bölgede faaliyet yürütmekteydiler. Suriye, İsrail ve Filistinlilerle ilişkilerde önemli bir rol oynamaktaydı. Bütün bu faktörler Lübnan'ı karışık ve çatışmalı bir bölgeye, başka bir açıdan bakılırsa da faal bir sahne haline getirmişti.
İslam Devrimi Muhafızlarının Lübnan'daki varlığının amacı halkın kimliğinin ve mevcudiyetinin savunulmasına yardım etmekti. Bu nedenle de varlıkları doğal karşılanmaktaydı.
- Devrim Muhafızlarının Lübnan'a gönderilmesinin bu bölgedeki Şii toplumunun liderlerinin çağrısı üzerine gerçekleştiği doğru mu?
İşin doğrusu, Devrim Muhafızlarının Lübnan'a gönderilmesi İran İslam Cumhuriyeti yetkilileriyle Suriyeliler arasında yapılan görüşmeler sonucunda gerçekleşmişti. O dönemde İmam Musa Sadr kaybolmuştu ve Emel hareketi de faal olmadığından, ortamı uygun hale getirmek ve Muhafızların resmi bir Lübnan makamı tarafından davet edilmesi için bir şey yapamadı. Lübnan devleti bu konuya tamamen muvafık değildi. Lübnan'ın diğer siyasi akımları ise Devrim Muhafızlarını çağırma hakkına sahip değildiler. Dolayısıyla Lübnan'a gitmek ayrı bir konu, o ülkede üslenmek ve yerleşmek ise başka bir mesele idi.
Devrim Muhafızlarının bölge halkına yaklaşımı ve davranış biçimi, ülkeye İsrail'in çıkarları için gelen diğer uluslararası güçlerin aksine insanlara güven vermişti. Yani Devrim Muhafızları ile halk arasında herhangi bir ayrım hissedilmiyordu. Uyum, birlik ve irtibat kolaylıkla sağlanmıştı. İmam Musa Sadr'ın kaybolmasından sonra Emel hareketi içersinde gruplaşmalar baş göstermişti ve örgüt içersindeki insicam kaybedilmişti. Yani başta tarif edildiği gibi Lübnan Şii toplumun temsilcisi olma vasfını haiz değildi artık.
İşte bu esnada Emel hareketinin önder kadrolarından bir bölümü teşkilatlarından ayrılarak İslami Emel'i kurdular. Lübnan ulemasının geri kalanı Emel hareketi ile irtibatlı değillerdi. Bu kişiler siyasi sahnede şahsi olarak yer alıyorlardı ve arkalarında siyasi ve toplumsal anlamda büyük bir destek bulunmuyordu. Düşünsel çerçeve topluma net olarak sunulmamış olduğu için Emel hareketinin Lübnan Şii toplumunun önderliğini elinde tuttuğunu söyleyemeyiz.
- Bazı medya organlarında İslam Devrimi Muhafızlarının Lübnan'da sadece Şiilere yardım ettikleri iddia edildi. Bu doğru mu, yoksa Ehlisünnet ve Hıristiyanlarla da ilişki kuruldu mu?
Devrim Muhafızları'nın Lübnan'da bulunuş gayesi sadece Şiilere yardım etmek değildi. Muhafızların amacı inkâr edilemez hakları tecavüze uğramış, toprakları işgal edilmiş bir millete yardım etmekti. Fakat doğal olarak Lübnan Şiileri Devrim Muhafızlarını diğer herkesten çabuk karşılamış ve programlarına katılmışlardır. Fakat Muhafızların bütün himmetlerini Şiilere yardım etmekte kullandıkları doğru değildir. Lübnan'ın kuzeyinde bulunan Trablus şehrindeki İslami Tevhid hareketinin rehberi merhum Şeyh Said Şaban ile çok iyi ilişkiler sürdürüyorlar ve birbirleriyle yardımlaşıyorlardı. Şii ve Sünni ulemanın yer aldığı Lübnan Müslüman Âlimler Birliği ile de işbirliği sürdürülmekteydi. Hemen hemen Lübnan Sünnilerinin tamamı İslam Devrimi Muhafızları ile iyi ilişkiler yürütmekteydiler. Doğal olarak, bazıları da böyle değildi elbette.
Pek çok Devrim Muhafızı komutanı Lübnan'daki ve diğer bölgelerdeki Ehlisünnet uleması ile yardımlaşmakta ve onlardan yardım görmekteydiler. Güney Lübnan'daki Sünni kardeşlerimizin önemli bir kısmımın durumu da böyleydi, bizimle işbirliği içersindeydiler ve tarafımızdan eğitilmekteydiler. O sıralarda sadece Marunî Hıristiyanlarla ilişkimiz yoktu, zira bu yönde bir alaka göstermemişlerdi. Devrim Muhafızlarınca diğer taifelerle kurulan iyi ilişkiler bugün de sürdürülmektedir.
- Devrim Muhafızlarının Lübnan'da üslenmesinin ve Filistin direniş hareketinin bu ülkeden çıkarılmasının üzerinden bir yıl geçmişken cumhurbaşkanı Emin Cemil önderliğindeki Lübnan hükümeti İsrail ile barış anlaşması imzaladı. Bu anlaşma Devrim Muhafızlarının Lübnan'daki varlığını nasıl etkiledi?
Bu tür siyasi hareketler Lübnan halkının kitlesel taleplerine dayanmamaktaydı. Lübnan'ın o dönemdeki siyasi sorumluları, ülke sınırlarının dışındaki uluslararası akımların temsilcisi konumundaydılar. Bu kişilerin Lübnan halkının haklı talepleriyle hiçbir irtibatları yoktu. Halk da ne bunları destekliyordu, ne de Siyonist rejimle uzlaşma çabasındaydı. Bu sözümün en büyük delili bu anlaşmanın uzun süreli devam edememesi ve kısa bir süre sonra halkın kıyamı ile lağv edilmiş olmasıdır. İsrail 2000 yılında Lübnan topraklarını boşaltıncaya kadar Lübnan halkı bir devletlerinin var olup olmadığını bile doğru dürüst hissedemiyorlardı. Halkın çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteren bir devlet ortada olmadığı için, direniş ve halk ellerindeki imkânlarla amaçlarını doğrudan talep etme yönüne gittiler.
- Lübnan'da faaliyette iken Hacı İmad Muğniye ile tanışmanız nasıl oldu?
İslam Devrimi Muhafızları Lübnan'a girdiği ilk günlerden itibaren Lübnanlı direnişçi gençlerin eğitilmesi, örgütlenmesi ve ihtiyaçlarının tedariki yoluna gitti. Devrim Muhafızları direnişin Lübnanlı kimliğinin korunmasına önem vermekteydi ve doğal olarak da Lübnan halkının çıkarlarının ve isteklerinin karşılanması yolunda gayret göstermekteydi. O günlerde tartışılan konulardan biri de, Lübnan direnişinin siyasi bir hareket ve düzenli bir teşkilat olmasının beraberinde dinamizmini nasıl koruyacağıydı. Direniş sadece operasyonel bir savaş makinesi mi olmak istiyordu, yoksa siyasi bir yönü de bulunacak mıydı? Eğer siyasi safhaya geçilecekse direniş nasıl bir üslup izleyecekti? Bu nedenle Devrim Muhafızları direnişte etkili olan tüm siyasi teşkilatlarla; ulema, siyasetçiler ve bilim adamları ile bir araya geldi. Bu temasların sonucunda da bütün bu akımları tek bir bünyede birleştirecek çok kapsamlı, geniş ve düzenli bir hareket başlatıldı ki bütün bu direniş cereyanlarına önderlik edebilsin. O ortamda, emrinde belli bir grup olan ve aktif olarak mücadele eden veya faaliyet göstermek isteyen herkesle irtibat kuruldu ve bu kişiler tek bir şemsiye altında düzenli faaliyet yürütmek için teşvik edildiler.
Hizbullah'ın kurulması düşüncesi bu fikir üzerinde temellendi. Lübnan'ın bütün direnen Şii siyasi unsurlarını ve akımlarını içeren büyük bir siyasi teşekkülün kurulması kararı alınmıştı. Bu bütünlüklü ve uyumlu siyasi yapının ülkenin diğer akımları ile işbirliği yapılmasının ortamını sağlayacağı düşünülüyordu.
Şii ve Sünni bütün direniş unsurlarının ortak bir zihniyete sahip olmaları için uğraş verdik. Sonunda Hizbullah kuruldu ve Emel hareketi hariç bütün Şii gruplar bu teşkilata katıldılar. Geleneksel olarak kendisini Lübnan Şiilerinin temsilcisi sayan Emel hareketi bu liderliğini sürdürmek istiyordu. Fakat Emel'deki kardeşlerimiz, İslam Devrimi'ne ve İmam Humeyni'nin önderliğine meyilli olan Lübnan Şiilerinin çoğunluğunun isteklerini yerine getirebilecek durumda değildiler. Bu yüzden de doğal olarak Hizbullah ve Emel arasında soğukluk baş gösterdi. Bu farklılık bazı bölgelerde kanlı silahlı çatışmalara kadar bile vardı.
- İmad Muğniye'nin Hizbullah'a katılması nasıl olmuştu?
İmad Muğniye de direniş çerçevesinde faaliyet gösteren bir topluluğun başındaydı. İmad, bir dönem dini ilimler medresesine girmek ve ders almak istiyor fakat bir grup savaşçının Güney Lübnan'daki Filistinli direnişçilere destek vermek için bölgeye gittiğini görür görmez onlara katılıyor ve böylece cihadi sahaya atım atmış oluyor.
- İmad'ın şahsi özelliklerinden söz eder misiniz?
Kişisel özellikleriyle hemen dikkat çekmekteydi. Bu özellikleri, seçtiği yolda yorulmak bilmez bir insan halini almasında kendisine yardım etmişti. Sonuçta o ve aynı takım içersinde faaliyet gösterdiği dostları İslam Devrimi Muhafızlarına mülhak oldular, biz de bu irtibat bağlamında onlara işgalcilerle savaş ortamını sağlamaya çalıştık ve siyasi sahneye girmelerine engel olduk. Zaten kendileri de o şartlar altında siyasi faaliyet yürütmek istemiyorlardı.
Benim kendisiyle tanışmam direniş ve İslami Cihad ile ilgili faaliyet dönemlerinde başladı. İmad Muğniye'nin içinde yer aldığı tim Devrim Muhafızları ile sağlam ve düzenli bir irtibat kurmuştu. Tanışıklığımız ve işbirliğimiz bu kanal üzerinden sürdü. Elbette kendisiyle olan kişisel dostluğum temiz hayatının sonuna kadar devam etti. Bu büyük şehidin Devrim Muhafızları ile olan işbirliğinin irtibat noktasını Siyonist rejim ile mücadele oluşturmaktaydı ve bu işbirliği şehid olduğu güne dek sürmüştür. Seyyid Abbas Musevi'nin şehadetinden sonraysa, İslami Cihad teşkilatı (İmad Muğniye'nin başında olduğu grup) bütünüyle Hizbullah'a katılmış ve direniş sorumluluğunu uhdesini almıştır.
- Şehid İmad Muğniye ile Nasrallah ne zamandır tanışıyorlardı?
Uzun bir süredir tanışmaktaydılar. Çünkü Lübnanlı direnişçi gençler Hizbul Dava, Emel ve Ulema ve Öğrenci hareketleri gibi teşkilatlar vesilesiyle birbirleri ile ilişki içersindeydiler. Birbirlerini tanıyorlardı, ama işbirliğine gelince mümkündür ki bunun için gereken ortam olmamış olsun. Ama her halükarda birbirlerini tanımaktaydılar. Bu ikisinin birbirleriyle aşinalıklarının başlangıcı Seyyid Hasan Nasrallah'ın Hizbullah'ın Beyrut teşkilatının başına getirilmesine dayanıyor. O dönemde Hizbullah değişik kollara ayrılmıştı; Beyrut, Bekaa, Güney Lübnan kısımları gibi" Her bir kolunun başında ayrı bir komutan bulunmaktaydı. Seyyid Hasan Nasrallah önce Bekaa bölgesinin komutanıydı, sonra da Beyrut sorumlusu oldu.
- Bazı batılı haber kaynaklarında Hacı İmad Muğniye'nin gizlenmek için bir süreliğine İran'a geldiği iddia edildi. İran'a gelmekteki amacı neydi?
O hiçbir zaman gizlenmedi. Sadece bir dönem, dini ilimler tahsilini sürdürmek amacıyla Kum'a geldi. Cihad ve direnişi bırakarak gizlendiğini söyleyemeyiz.
- İmad Muğniye'nin başka hangi özelliklerinden söz edebilirsiniz?
Bunları sırasıyla ele alacağım. Birinci özelliği kendisini tamamıyla İslam'a vakfetmiş olmasıydı, kendisi için bir şey istemiyordu. Tek arzusu İslam'ın ve Müslümanların izzet ve iktidarıydı. Müslümanların İslami değer ve kabulleri meydana taşıyarak İslam toplumunun atmosferini değiştirmelerini istiyordu.
İmad Muğniye'nin ikinci özelliği ihlâsı idi, Allah rızasından başka bir şeyi gözetmezdi işlerinde. Başarısının en temel nedeni de bu özelliğidir. İmad'ın bir şeyi de kendisi için istediği tek bir güne şahit olmadık.
Üçüncü hususiyeti ise tehlikeden kaçmaması, başka bir ifade ile benzersiz cesareti idi. Cesaretinin yanında, kriz anlarında eşsiz bir hız ve kudretle hayati önemde kararlar alabilmesiydi. En buhranlı dönemlerde, en kısa zamanda, en doğru kararları alabilmiştir. Hem teorik hem de pratik alanda çok üstün bir şahsiyeti vardı.
Hacı Rıdvan'ın dördüncü vasfı bakışının çok boyutluluğu idi. Sadece eylem adamı değildi, tam ayar bir savaşçı idi. Kişiliğinin çok boyutluluğu askeri, siyasi, güvenlikle ilgili, mahalli, propagandif, bölgesel ve küresel bakışların hepsine aynı anda sahip olmasına imkân sağlamıştı.
Şehidin beşinci önemli özelliği de çok az konuşmasıydı. Konuşmaktan çok iş yapmayı meleke haline getirmişti. Bundan dolayı da kişiliğinin etkisi çok yüksekti. Az konuşuyordu ama ağzından çıkan "kelam"dı.
Altıncı vasfı askeri meselelerde bir deha olmasıdır. Hem tehditleri çok güzel teşhis ediyor, hem de bunlar karşısında en uygun şekilde teşkilatını hazırlıyordu. Onun bu dehası İsraillilerle karşılaştığında, özellikle de 33 Gün Savaşı'nda somutlaşmıştır. Arap dünyasının son altmış yıl içersindeki birkaç savaşlarının sonucunda, İsrail'e "ne isterse onu yapabilecek bir güç" gözüyle baktıkları düşünüldüğünde bu daha da belirginlik kazanacaktır.
Ama Hacı İmad'ın Siyonistlerin güç ve zaaf noktalarını iyi teşhis etmesi, direnişin İsrail savaş makinesi karşısında 33 gün boyunca durmasını ve düşmanı yenilgiye mahkûm etmesini sağlayabildi.
- Hacı İmad Muğniye'nin son yıllarda Lübnan dışında yoğunlaşarak Filistin ve Irak'taki direniş hareketlerini takviyeye yöneldiği söyleniyor. Bu doğru mu?
Hacı İmad'ın bu konudaki bakışı şuydu: ortak düşman karşısında birleşik bir direniş cephesi. Doğal olarak da direniş cephesinde yer alan kişiler nerede olurlarsa olsunlar ortak düşman karşısında durmalı ve eğer ellerinden geliyorsa birbirlerine yardım etmelidirler, özellikle de resmi olarak bir devlete tabi olmadıklarından dolayı.
- 33 Gün Savaşı'ndan sonra İsrailli pek çok uzman Hizbullah'ın askeri gücü karşısında çaresizlik duygusuna kapıldı. Acaba Hizbullah gerçekten bu güce ulaşabildi mi? "Nice az bir topluluk kalabalık topluluğu mağlup etti" ayetinin mısdakı olarak İsrail'e diz çöktürebilir mi Hizbullah?
Hizbullah'ın gücü İsraillilerin tasavvur ettiklerinden de çok fazladır! Ayrıca bugün Hizbullah "az bir topluluk" da değildir. Bugün Hizbullah, siyasi tarihinde ilk kez kendine güvenin ne demek olduğunu tatmış olan Lübnan halkının iradesinin tecellisidir. Lübnan halkının saldırgan bir unsur karşısında birleşik bir cephe şeklinde, Lübnanlı kimliği ile durduğu tarihte görülmüş şey değildi. Bugün cihad sahnesinde yer almayanlar halklarının karşısında utanç içersindedirler. 33 Gün Savaşının sonrasında ortaya çıkan büyük bir dönüşümdür bu. Bu gerçek dünya tarafından da itiraf edilmekte, Lübnan'ın bölge halklarına büyük bir hediye bağışladığı kabul görmektedir.
Çeviren: Kemal SARAL
EBUHADİ TV