“İslâm dini, Horasan ve İran'da yayıldı. Bütün Irak ve çevresini istilâ etti. Birçok büyük mevki' ve asalet sahibi insanlar, bu istilâ sırasında müslumanlar tarafından esir edildi. îşte bu esirler arasında zengin, asalet sahibi ve Iran asıllı birisi vardı ki adı Zûtâ idi. îlk mücahit müslumanlar, büyüklükleri icabı, ellerine esir düşen insanları köle olarak tutmuyorlar, onları serbest bırakıyorlardı. Gerçi bunları bazan köle olarak aldıkları da oluyordu. Fakat, dinin emirlerine ve Hz. Peygamber'in sünnetlerine uyarak, kısa bir yoldan onları âzâd cihetine gidiyorlar, ağalık ve ululuk satma yerine, dostluğu ve sevgiyi tercih ediyorlardı.
Bunun için Zûtâ da kısa bir zaman sonra esirlikten veya kölelikten kurtuldu. O da tam olarak âzâd edilip hür insanlar arasına katıldı. Bundan sonra Benî Teym b. Sa'lebe kabilesinin azatlısı oldu. Bu kabîle, Kureyş^den gelen Teymîlerden başka bir Arap kabîlesidir. Allah, Zûtâ'ya hürriyeti nasip ettikten sonra, bundan daha büyük ve daha değerli olan islâm nimetini de ihsan eyledi. Bu asil insan, lâyıkıyla müslüman olmuş, ana vatanı olan Kabil'den islâm medeniyetinin ilk merkezlerinden biri ve İran'a en yakın bulunan Küfe Şehrine göç etmiştir.
Zûtâ, Kûfe'de İmam Ali b, Ebî Tâlib (R.A.) ile karşılaşmış ve onu son derecede sevmiştir. Nevruz bayramı münasebetiyle Hz. Ali'ye pâluze (pelte) ikram etmişitr. Bu, onun büyük İmamla olan ilgisinin kuvvetli oluşunu, kendisinin zenginliğini ve Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine karşı duyduğu sevgiyi gösterir.
Onun, müslüman olduktan sonra bir oğlu dünyaya geldi. O, bu oğluna Sabit adını verdi, işte bu Sabit, Hz. Ali'ye karşı babası gibi son derecede ilgi duyuyordu. Bir çok rivayetlere göre Hz. Ali, Sâbit'e Allah'tan hayırlı bir evlât vermesini dilemiştir.
Allah, İmam Ali (R.A.)'nin bu duasını kabul buyurmuş ve Sâ-bit'e Irak'ın fakîhi —istersen îslâmın fakihi diyebilirsin— Numan'ı ihsan etmiştir. îmam Şafiî, bu büyük fakih hakkında: «insanlar fıkıhta Ebu Hanife'nin iyalidir» demiştir. Tarihin «Ebu Hanife» ismini verdiği Numan b. Sabit, bu künye ile tanınmış ve nesilden nesile ismi, İlim ve düşüncenin sembolü olmuştur.
“Doğumu Ve Gençliğî
Ebu Hanife, Kûfe'de doğup büyüdü ve ömrünün çoğunu orada geçirdi. Çok küçük 'yaşta iken o çağdaki dindar insanların çocukları gibi o da
“Kur'an-ı Kerim'i hıfzetti. Hıfzını bitirdikten sonra unutmamak için Kur'an-ı Kerim'i en çok okuyan' insanlardan biri olmuştur. Ramazanda bir kaç defa Kur'an-ı Kerim'i hatmettiği rivayet edilir. Birçok rivayetlere göre o, kıraat ilmini Yedi Kurrâ'dan biri olan İmam Âsım'dan öğrenmiştir. Kur'an'm hıfz ve kıraatim tamamladıktan sonra genç yaşında hadis tahsil etti ve dinî bilgisini artırdı.”
“Ebu Hanîfe'nin içinde doğup büyüdüğü aile, Kûfe'de ticaretle uğraşan ailelerden biridir. Ailesi, ipekli kumaş ticaretiyle meşgul olduğu için onu da ticarete teşvik ediyordu. Kendisi de, ailesi gibi ticarete karşı büyük bir kabiliyete sahip olmakla beraber, ayrıca İlim ve aklî araştırmalara yönelen bir zekâ ve kafaya sahipti. Dedesi ve babası, Hz. Aliye olan bağlılıkları sebebiyle dört yanı nuru ile aydınlatan yeni dini, yani İslâmı anlamak için daima bir şevk duyardı. Ayrıca, Ebu Hanife, Kûfe'de doğmuş, orada büyümüş ve yaşamıştır ki, bu şehir Irak'ın büyük şehirlerinden biri, hattâ ikinci büyük şehri idi.”
“Irak, eski medeniyetlerin beşiği olduğu için hem îslâmdan önce, hem de îslâmdan sonra din ve mezheblerin de beşiği olmuştur. Süryanîler, oraya dağılmışlar ve îslâmdan önce orada Yunan ve îran felsefesinin okunduğu ekolleri meydana getirmişlerdir. Irak, Îslâmdan sonra çeşitli ırkların birleştiği, siyasî ve itikadı fikirlerin çarpıştığı bir yer olmuştur. Orada Şiîler, Hâriciler ve Mu'tezililer yanya-na idiler. Ebu Hanife'nin çağında birçok tabiîler vardj. O, bunlarla görüştü. Tabiîlerden önce Kûfe'de Hz. Ömer'in, fıkıh öğretmek ve halkı irşad etmek için gönderdiği Abdullah b. Mes'ud'dan başka îmam Ali (R.A.) gibi bir çok büyük sahabîler vardı.”
“Ebu Hanife, ailesinden gelen ticarî" temayülüne rağmen dikkatini Irak'ın ilmine, oradaki sahâbilerin eserlerine çevirmiş, aklî ve ilmî çalışmalara yönelmiş ve bu sayede düşünce pınarları fışkırmaya başlamıştır. Birçok cedelcilerle karşılaşmış ve sağduyusunun verdiği ilhamla bazı sapık görüşe sahip kimselerle tartışmalarda bulunmuştur. Bunlar, onun gençliğinin baharında veya çocukluğunun sonlarına doğru olmuştur. Bunların yanında o, genel olarak ailesinin mesleği ve geçim yolu olan ticarete yönelmişti. Öyle anlaşılıyor ki, boş vakitlerinde İlim meclislerine pek az gelip gidebiliyordu. Hayatı, babası gibi ticaretle geçiyordu. Malm çekici yönleri olmakla beraber, ilmin de nuru ve cezbesi vardır. İşte bu yüzden, ticarî hayatının verdiği imkân nisbetinde Ebu Hanife'nin aklî ve zihnî susuzluğunu ancak İlim giderebiliyordu.”
prof. dr. Muhammed Ebu Zehra
Mezhepler Tarihi