Yekhçal Gazi’deki evimiz her gün daha da kalabalıklaşıyordu. Oğlum Mustafa ve eşi için evimizin bitişiğinde iki odalı ev yapmıştık. İmam Humeynî gelen giden misafirleri için önce orayı kullanmaya başlamıştı. O zamanlar evlerin iki giriş kapısı vardı. 'Enderun' denilen giriş kapısını ev halkı kullanır, 'biruni' denilen kapıyı ise namahrem misafirler kullanırdı. Neyse, İmam’a iki oda az gelmeye başlamış, bu nedenle giderek diğer odaları da kendine dâhil etmeye başlamıştı. Nihayetinde bütün evi kullanmaya başlamıştı! Bizi evden çıkardığı için biz Mustafa’nın iki odalı evinde kalmaya başlamıştık, İmam ise kalan bütün odaları kullanıyordu.
İmam’ın tutuklanacağı haberleri yayılıyordu. Bir gece Ruhullah Bey bana “Beni tutuklasalar sakın kendini kaybetme” dedi. Ben de şakayla “Önemli değil, ben de biraz nefes alırım biraz fena mı?” diye yanıtlamıştım...
Direniş günlerinin başlarıydı. Ben ve değerli oğlum Mustafa Kerbela’ya ziyarete gitmiştik. Diğer oğlum Ahmet, İmam ile kalmıştı. Ahmet bize şöyle söylemişti:
“Her gece İmam Humeynî bana “Ahmet bu gece beni tutuklayacaklar. Sakın korkmayasın. Beni gelip götürseler hiçbir şey yapma. Birilerine gidip beni kurtarmaları için yalvarma. Hatta ihtiyaçlarını alman için sana para veren olursa sakın kabul etme!” diyordu.”
Sonrasını İmam Humeynî şöyle anlatıyor:
“Ahmet her gün kahvaltıda bana “Sizi tutuklamadılar. Hiç ses seda da yok” diyordu, ben de her seferinde “Bu gece!” diye yanıtlıyordum.”
Bu aralarındaki sohbet, biz Kum’a dönene kadar her gün devam etmiş. Ahmet o zamanlar on beş on altı yaşlarındaydı.
Mustafa Kerbela’dayken İmam’ın tutuklanacağı haberlerini duyar duymaz hemen Kum’a dönebilmemiz için hazırlıkları başlattı. Ardından beklemeden Kum’a döndük. Mustafa rükn idi adeta... Mukaddes hedefi doğrultusunda ilerleyerek hedefine ulaştı, yani şehit oldu... Allah ona rahmet etsin... O, bizim cesur evladımızdı. Bir dakika bile boş durmazdı. Yeri geldiğinde yine ondan bahsedeceğim.
Evin Kontrolü
O yoğun günlerde evin ihtiyaçlarını yönetme görevi benim mesuliyetimdeydi. Günde on beş qiran kadar paramız oluyordu. Bu miktar bir gün için yeterli değildi. Zorlukla günleri geçiriyorduk. Düşünün 1962 yılıydı ve İmam artık merci olmuştu. Gelen giden o kadar çok oluyordu ki bu para giderlere göre çok az kalıyordu.
Tarihi Gece
Oğlum Ahmet’in sorusu artık cevapsız değildi. İmam’ı o gece tutuklayacaklardı...
Muharrem ayının on ikinci gecesiydi. Hepimiz Mustafa’nın evindeydik. Mustafa’nın evi bizim evin bitişiğindeydi. Daha önce belirttiğim gibi, İmam’ın merci olması ve direnişe başlamasıyla gelen gidene yer olsun diye biz yavaş yavaş oturduğumuz odaları İmam’a vermeye başlamıştık. Sonunda evimizin bütün odalarına İmam el koymuştu, biz ise Mustafa’nın evinde kalıyorduk. Evimizin tamamı İmam’ın ofisi haline gelmişti adeta. Bahçemizdeki iki büyük çam ağacını daha fazla yer açılsın diye söktüler. Bahçemize çadır kurup mersiye meclisleri düzenlediler. O yılki mersiyeler geçmiş yıllara göre çok daha farklıydı!
Mersiyeler gerçek manalarına ulaşıyordu. Din ve özgürlük uğrunda can veren şehitler ve direnişçiler daha şuurla yâd ediliyordu. Mersiyehanlar zulüm karşısında direnmekten idrak ile bahsediyordu. Aşura da zulüm ve zalim karşısında direnmek değil miydi?
İşte o yılın Muharrem ayı böyle bir atmosferde geçiyordu. Minberler insanları uykudan uyandırarak zulüm ve işkenceler karşısında kıyama hazırlıyordu! Humeynî’nin evlatları tarafından gerçekleştirilecek olan Huseynî kıyama...
Huseynî Hutbeler
O yıl Muharrem ayının başından Aşura gününe kadar bahsettiğim atmosferde geçmişti günler... Sonra da İmam Humeynî’yi tutukladılar. Önce biruni dediğim kısma saldırdılar. “Humeynî nerede?” diye sorarak orada kalan yardımcılarımıza ve kalacak yeri olmadığı için orayı kullananlara saldırdılar. Şah’ın adamları bahçemizin duvarından bahçeye atlıyordu. İmam Humeyni o anda gece namazı kılıyordu. Çıkan gürültüden neler olduğunu anlamıştı. Saat 02:30 idi. İmam, başucuma gelerek “Hanım!” diye seslendi, “Buyur” dedim. “Beni götürmeye geldiler. Üzülme ve ses çıkarma. Diğerlerini de uyandır ve ses etmemeleri konusunda uyar.” diye sözlerini sürdürdü. O kadar sakindi ki benimle de oldukça sakin bir şekilde konuşuyordu. İmam, sakin sakin sözlerini sürdürdüğü sırada bahçemizde Şah’ın namert adamlarının hızlı nefes seslerini duyuyordum. Sonradan söylediklerine göre tam iki bin kişi gelmişlerdi! İmam şöyle anlatıyor:
“Beni ilk bindirdikleri arabayı değiştirdiklerinde caddenin memurlarla dolu olduğunu gördüm. Yanımdaki albaya dönerek “Bu kadar kişi, sadece bir adamı tutuklamak için mi geldiniz?” diye sormuştum.”
“Sakin Olun!”
Kapının ardındaki yüzlerce kişinin nefes sesi giderek hızlanıyordu. İmam Humeynî başucumdan ayrılarak kıyafetlerini giymeye gitti. Çok tedirgindim ancak sakin bir şekilde çocukları uyandırdım.
Ecnebi adamların evimize saldırdığını söylemek için uyandırdım, namahremlerin onları görmemesi için uyandırdım, sakin olmamız konusunda İmam’ın buyruğunu iletmek için uyandırdım...
Çocuklar bir şey söylemeden uyandılar. Evin komutanı, komutanlığı bana vermişti. Çocuklar söylediğim her şeyi uyguluyordu. Ağzımdan çıkanlara dikkat kesilmişlerdi ki kapıya atılan şiddetli bir tekme sesi duyulmuştu! Bağırışmalar artmıştı. Herkese sessiz olmaları gerektiğini söylüyordum. Kimsenin sözümden çıkmasına izin vermiyordum, zira İmam “Sakin olun” diye buyurmuştu...
Humeynî Nerede?
Evdeki sessizlik İmam’ın bağırmasıyla son bulmuştu. İmam yüksek sesle eşkiyalara “Neler oluyor burada?! Neden bu kadar gürültü yapıyorsunuz? Komşular uyuyor! Onları rahatsız edemezsiniz!” diye bağırdı.
İmam bunları haykırırken birden evin kapısını kırıp içeri girdiler! İmam’a dönerek “Humeynî nerede?” diye sordular. İmam, elini göğsüne koyarak alaylı bir gülümsemeyle “Burada!” dedi. Tekrarlayarak: “Humeynî benim! Ruhullah Humeynî! Benden başka kimseyle işiniz olmasın!” dedi.
Evin bahçesinde olan biteni izliyordum. Ev halkı feryat etmek üzereydi, onları sakinleştirdim. Düşman komutan sordu: “Humeynî sen misin?” İmam: "Evet, benim. Gecenin bu saatinde ne işiniz var?!” diye sordu. Birkaç kişi şaşkınlık içinde “Buyurun gidelim” diyerek onu götürdüler. Mustafa, onu da babasıyla götürmelerini istedi. Memurlar onu tehdit ediyordu fakat o ısrarla onu da götürmelerini söylüyordu.
İmam, Mustafa’ya bakarak “Geri dön! Kime ısrar ediyorsun sen?!” diye uyarıda bulundu. Zira İmam Humeynî düşman karşısında zaaf gösterilsin istemiyordu. Mustafa son derece rahatsız olmuştu, ona çocukları sakinleştirmesi gerektiğinde söylediğimde sakinleşmişti.
İmam’ı Götürdüler...
O gece bölge sakinleri dışarı çıktıklarında memurların silahlarıyla karşı karşıya kalıyorlardı. Mustafa, İmam’ı götüren arabanın arkasından birkaç adım gitmişti, oysa faydası yoktu, geri döndü. İmam’ı Fatımî Hastanesi’nin caddesine kadar götürdüler. Oraya varınca Benz marka bir arabaya bindirip yollarına devam ettiler. Bölgedeki evlerin pencereleri açıktı. İnsanlar pencerelerinden bakarak olan bitenden haberdar olmak istiyordu.
Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Ev halkının; eş, baba, merci ve rehberi artık yoktu... O sahne görmeye değerdi! Herkes şaşkın bir halde bir köşeye çökmüştü. “Kalkın! Namaz vakti!” diye seslendim. O gün hepimiz beraber namazımızı kıldık.
O sabah diğer sabahlardan farklı olarak hepimiz aynı anda sabah namazımızı kıldık. O namazımızın yeri bambaşkaydı... Ayrı bir zevk almıştık o sabah namazından...