Sahasında uzman olan ehli ilme, kalem erbabına modernist denmesinin sebeplerinden bahsediyorduk. En son oryantalistlerle kendilerine modernist ithamı yapılan kişilerin bazı meselelerde görüş birliği içinde olmasının, söz konusu isimlendirmenin sebep olabileceğini yazmıştık.
Bir başka sebep; bazı kavramların vaz' edildiği dönemlerdeki gerçek manasını yitirmesi ve onların menfi diyebileceğimiz bir çerçevenin içine oturtulmasıdır. Konumuzla alakalı olması açısından akla gelen ilk kavram hiç şüphesiz içtihattır. Fıkhi açıdan içtihat, hükmü bilinemeyen bir meselede Kur'an, sünnet ve gelenek kaynaklarına dayanarak bir metodoloji ışığında bütün gayretini sarf ederek düşünme ve bir sonuca ulaşmanın adıdır. Olsa da olur olmasa da olur değil, fantazi ya da macera hiç değil, aksine ehli için dünyevi ve uhrevi sorumluluğu olan bir vazifedir. Vazifedir; zira o alan, İlahi irade tarafından kasden boş bırakılmış ve doldurulması istenmiştir. Vazifedir; zira tabiat boşluk kaldırmaz. Boş kalan alanı mutlaka birileri doldurur. Nitekim geçtiğimiz asırda oryantalistlerin fıkıh başta, İslami ilimler alanına yönelmesinin altında hiç şüphesiz bu boşluk vardır. Hem de o insanlar, özellikle fıkıh alanında kendilerini belli bir usulle bağlı hissetmedikleri için içtihatta keyfiliğe düşmüşlerdir ve verdikleri hükümlerle bugüne uzanan tartışmaların tohumlarını atmışlardır.
İçtihat kavramının ötesinde taklitten ihtilafa olumsuz manalar yüklenen başka kavramlar da vardır. Söz gelimi ehl-i ilim arasında hakka ve doğruya ulaşmak için gerçekleşen ihtilaf, ilmin kapısını açan, ümmete hayatın her kademesinde rahatlamasına zemin oluşturan ve bu yönleriyle takdire şayan bir kavram iken, sözlük manası veya tarihteki menfi örneklerden hareketle ona çok olumsuz mana yüklenmektedir. Halbuki ihtilaf, daha iyiyi, daha güzeli ve daha doğruyu bulmaya sürükler insanları. Tabii kaide ve kurallarına riayet şartıyla.
Son olarak, ister muhafazakâr isterse mutaassıp diye adlandıralım, sözü edilen kesimlerin, hayatlarını bu işe vermiş samimi ehl-i ilme karşı yaptıkları modernist suçlamaları, yakıştırmaları, ithamları son tahlilde kendilerinin de içinde bulunduğu geminin su almasına neden olmaktadır. İki ayrı noktadan gemi su almaktadır. Birincisi, samimi niyetleri, yeterli ilmi ehliyetleri ile sözü edilen alanlarda çalışan kişilerin cesareti kırılmakta; kamuoyunda böylesi yaftalamalara maruz kalmamak için, Akif'in deyimiyle "çağın idrakine söyletilecek İslam" görüşlerini ketmetmektedirler. Bu safhada "ilim aynı zamanda cesaret demektir. Çalışma sonucunu açıklama cesareti olmayan kişiler ehli ilim değildir" denilebilir. Ama söz konusu suçlamaların medya organları vesilesi ile toplumun tamamını kuşatması, suçlamalarda insafın bile 'insaf, insaf' diye feryat ederek insaf dilendiği bir dilin kullanılması ve şahsın ademe mahkum edilmesini düşünecek olursanız, cesaretin kırılmasına hak vermeniz lazım.
İkincisi ise; yukarıda bir cümle ile bahsettiğimiz tabiatın boşluk kaldırmaması ve dolayısıyla açık olan bu alanı o cesareti gösteren yetkisiz şöhret meraklılarının doldurması.
Bir soru ile bitireyim bu faslı: Acaba diyorum İ. Azam, İ. Şafii, Ahmed b. Hanbel, İ. Malik, Leys b. Sa'd, İ. Cafer gibi tedvin döneminin dâhi imamları günümüzde yaşasaydı karşı karşıya olduğumuz ve çözüm bekleyen meselelere cevaplar üretmeye devam mı ederlerdi, yoksa 'yıllar önce verdiğimiz cevaplara bakın' deyip bir kenara mı çekilirlerdi? İnsafsızca modernist yakıştırmaları yapmadan önce meseleyi bir de bu perspektiften düşünmeye ne dersiniz?
ZAMAN