İnanç bütünlüğümüze aykırı ideolojilerle nasıl yüzleşmeli?

Selâhaddin Çakırgil

Gazze’ye uygulanan ablukayı delmek ve mazlum Gazze halkına insanî yardım götürmek için, çeşitli ülkelerden insan hakları gönüllülerinin de bulunduğu Mavi Marmara gemisine 31 Mayıs- 1 Haziran 2010 gecesi,sionist haydutlar çetesi İsrail rejimi tarafından,üstelik de uluslararası sularda yapılan kanlı baskının 7'nci yıldönümü dolayısıyla, 31 Mayıs akşamı iftardan önce, İstanbul- Beyoğlu’nda Tünel’in başından Galatasaray Lisesi önüne kadar uzanan yaklaşık 2-3 km'lik bir cadde boyunca, binlerce insanın katıldığı bir protesto gösteri ve yürüyüşü tertiplenmişti.

Bu gösteriye katılanlar Mavi Marmara gemisinin yola çıkış niyet ve hedeflerine bağlılıklarını, Müslümanların bir millet olduğu inancını dile getiriyorlar ve şehitleri rahmetle anıyorlar ve hançerelerinden, 'Kahrolsun İsrail! Kahrolsun Amerika! Kahrolsun Rusya!’ feryatları yükseliyordu.

***

Taksim ve civarındaki gösteriler genel olarak, etrafı tahrip etmekten zevk alan ve güvenlik güçlerince çatışmayı arzu eden gruplarca yapıldığından, işyerleri kepenklerini kapatır, ortalığa bir korku hâkim olurdu. Ama bu yürüyüş boyunca öyle bir korku yaşanmaması ilgi çekiciydi. Hattâ çok az sayıda güvenlik güçleri vardı. Çünkü, göstericilerin ellerinde Tevhîd Bayrağı ve hançerelerinde de Tekbîr veLailaheillallah şiarları vardı. Bunlar halka güven veren sinyaller mesabesindeydi.

Büyük kitlenin G. Saray Lisesi’nden Taksim’e doğru çıkmasına izin verilmemişti. Hiçbir taşkınlık olmadan, iftar vaktine kadar süren o tezahürat, yapılan konuşmalarından sonra sükûnetle dağıldı.

Disiplinli ve çevredeki kimseyi fizikî olarak rahatsız etmeyen, halkın veya kamunun malına-mülküne zarar vermeden gösteriler yapılabildiğine Taksim ve çevresini herhalde daha fazla alıştırmak gerekiyor. Nitekim, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nden sonra, Taksim’de bir ay boyunca süren gece nöbetleri sırasında, Müslüman halk kitlelerinin yaptığı o disiplinli ve görkemli gösteriler sırasında da en küçük bir karışıklık yaşanmamıştı.

***

Evvelki gün, Gazze ve Mavi Marmara’nın anıldığı saatlerde, İstiklal Caddesi’nin paralelinde iki sokak ötede, bir grubun da düşük katılımlı bir anma toplantısı vardı.

Onlar da, Gezi Hadiseleri diye bilinen ve her tarafın yakılıp yıkıldığı gösteriler sırasında ‘kırmızı fularlı kız’ diye meşhur olan bir genç kızın Rakka’da DEAŞ’a karşı, Amerikan bayrağı altında PKK/YPG güçlerinin saflarında savaşırken öldürülmüş olması hasebiyle toplanmışlar, onunla ideolojik birlikteliklerini haykırıyorlardı.

Ama, asıl düşündürmesi gereken, anti-emperyalist nutuklar atanların, henüz de en büyük emperyalist güç olan USA emperyalizmimin bayrağı altında bir silahlı mücadeleye katılmasıdır.

O genç kızın, hayatını böylesine çelişkiler içinde heba etmesi elbette acıdır. Ama Amerikan bayrağı altında can veren yoldaşlarının hatırasına bağlılıklarını göstermeye çalışanların, hâlâ, 40 yıl öncesinin marksizan slogan ve şiirlerini terennüm etmeleri komikti.

Daha da ilginç olanı, o kızın 2015 seçimlerinde HADEP’den aday olan annesinin de ‘Gün, ah-vah etme zamanı değil...  Kızımın uğrunda hayatını verdiği hedeflere bağlılık mücadelemiz sürecek..' gibi laflar etmesi...

Bu sadece tek  örnek de değil..

***

Bünyemize giren virüsün etkisizleştirilmesinin öyle çok kolay olmayacağı ortada.. Halkımızı bu topraklarda bin yıla yakın zamandır bir arada tutan aslî ortak değerimizle hesaplaşmayı kendisine şiar edinen anlayışların inanç boşluğu içinde yetiştirdiği nesillerin, o boşluğu bir takım ideolojilerle doldurmaya çalışmaları yadırganmamalıdır.

Nitekim, Şırnak’ta, kazaen düşen bir helikopterde bulunan ve ikisi uzatmalı çavuş, birisi general, gerisi de yüksek rütbeli 13 askerin can vermesi üzerine, sevinçli düşmanlık ‘tweet’leri atan bir öğretmen ve onu, serbest bırakan bir yargıç, ideolojik boşluğun da, dayanışmanın da nerelere vardığını göstermekte olup, daha fazla uyanık olunmayı ve yüzleşmeyi ve çarelerini düşünmeyi gerektirecek boyutlardadır.

stargazete