"İnanç ihtiyacı ve özgürlüğü"nün kötüye kullanılması, örnek alınmadan..
Düşününüz ki, Türkiye"deki tv. kanallarında isimleri, "îsâ" isminin muhtelif dillerdeki söyleniş şekli olan "Christian, Christin, Christ, Hristos, Jesus" vs. olan kimselerin televizyonlara çıkmasına engel konulsun.. Buna ilk olarak, müslümanlar karşı çıkar(ız).
Yani, bu karşı çıkışımız, inancımızın gereğidir, laikliğin değil..
İlginçtir, "laikliğin kalesi" olarak bilinse bile, "T.C. tipi müdahaleci, totaliter laiklik" açısından Türkiye"den geride olduğu bilinen Fransa'da, çocuklara yayın yapan "Gulli" adlı çocuk kanalında, bir programa çıkması gereken Cezayir"li 9 yaşındaki "İslâm" isimli çocuğun -sırf, isminden dolayı- programa çıkarılmasından vazgeçilmesi şeklinde karşı karşıya bırakıldığı acaib bir "medenîyet ve kültür anlayışı"nı düşünüyorum..
Hayır, bu "İslâm düşmanlığı" (anti- İslâmism) ile değil, hattâ, "İslâmo-phobia" (İslâm korkusu) ile bile izah edilemiyecek bir farklı durumdur; bir "vandalizm"dir, bir korkunç ilkellik ve bir çağdışı barbarlıktır. Korkunç bir ırkçılıktır, vahşîliktir..
Düşmanlığı şu veya bu şekilde giderebilirsiniz; hattâ "phobia"yı/ korkuyu "paranoia" derecesine vardığında bile yine de tedavi edebilirsiniz, belki.. Ama, 9 yaşındaki bir çocuğun isminin "İslâm" olmasına karşı nasıl karşı çıkabilirsiniz?
Gerekçe de, "İslâm" adında bir çocuğun fransız seyircisinin hoşuna gitmeyeceği!.
Neyse ki, bu gelişme, ırkçılık suçlamalarıyla karşı karşıya kalınca, "Gulli" tv. kanalının yanı sıra birçok tv. kanalının da sahibi olan milyarder Arnaud Lagardère, "İslâm'ı ve ailesini bizzat arayarak özür diledi ve kendi ismi ile programa konuk olabileceğini bildirdi..
Böylesine bir dinî fanatizmin engin bir okyanusu durumunda olan Batı Hristiyanlığına karşı, "laisizm"in bir mantıkî tepki olarak yükselmesi tabiî idi..
Ama, Batı hristiyanlığının tarih ve kültüründe varolan bu barbarlık, bizim coğrafyalarımızda yoktur. Onun içindir ki, müslüman toplumlardaki "laisizm" uygulaması hem gereksiz ve hem iğretidir; hem de sosyal şartlardan değil, tamamiyle, emperyalizmin İslâm"la hesablaşmak niyetinden kaynaklanmışıtır. Batı hristiyanlığında görülen dinî fanatizm, genelde, müslüman toplumlarının yabancı olduğu bir durumdur. Hemen bütün müslüman toplumlarda, normal zamanlarda, mescid, kilise, sinagog ve diğer mâbedlerin aynı mahallelerde yan yana olduğunu ve farklı dinlerden insanların, birlikte yaşadıklarını görmek, hemen daima mümkündür. (Ama, nice gösterişli kilise ve sinagogların bulunduğu Taksim"e bir câmi yapılmak teşebbüsünü dehşetli bir laik tepki ile karşılayan 28 Şubat zorbalığını unutmamak gerekir.)
Bu bakımdan, Papa 16. Benedicktus"un "laiklik" hakkında dile getirdiği eleştirilerin, asıl muhatabları, belki de, "TC. tipi laik"lerdir.. Papa"nın -İslâm hakkındaki düşmanca duygularını unutmadan- onun laisizm hakkındaki tesbitlerine kulak vermekte fayda olmalı..
Geçen hafta, B. Amerika"ya giden Papa 16. Benedicktus, Avrupa tipi laikliğin, "Sanki Tanrı yokmuş gibi, dini, hayatımızın her alanından çıkarmak için adımlar attığını; bunun, çok tehlikeli ve din karşıtı bir laiklik anlayışı olduğunu, buna karşı var gücümüzle savaş verilmesi gerektiğini; materyalizmin ve laikliğin, modern insan için en büyük tehdidi oluşturduğunu" belirtiyor ve "herkesin özgür bir şekilde inanmasına ve her türlü ibadeti yerine getirmesine imkan tanıyan Amerikan laikliğini kabul edilebilir ve örnek alınabilir" olarak gösteriyordu. Papa"nın bu sözlerinin asıl muhatabı TC tipi kemalist/ laikler olmalı.. çünkü, Kilise"nin asırlar süren korkunç taassub ve tahakkümünü bir kambur gibi taşıyan Batı hristiyanlığına karşı, mantıkî bir gereklilik olarak ortaya çıkan laiklik, Avrupa"da bile böyle iken; o şartların yabancısı olan müslüman toplumlardaki uygulaması üzerinde daha bir durulmalıdır.
Ama, Türkiye"deki laik odaklar, bir "din" gibi bağlısı oldukları laikliğin ve onun kendilerine sunduğu gerçek iktidar gücünün ellerinden gideceği korkusuyla, öyle bir şeyin sözkonusu olmasını bile kabullenemiyorlar..
*"ONURSAL BAŞSAVCI" DOKUNULMAZ MIDIR? Yargıtay"ın eski "başsavcı"larından olup, emekli olurken, meslekdaşlarının kendisine "Onursal Başsavcılık" sıfatı vererek taltif ettikleri S. Kanadoğlu, bu sıfatı, hattâ fiilen Başsavcı olduğu dönemde bile olmayan şekilde tepe-tepe kullanıyor.. çünkü, o zaman sorumlulukları vardı O, hele de, bir "din bağlılığı" gibi bağlandığı "laisizm"in kendi anlayışına aykırı gelen uygulamalarına karşı daha bir hışımlı.. Şimdi sorumluluğu yok, ama, üzerine yapıştırdığı bu uyduruk sıfatla, dokunulmazlık havası saçıyor ve halefine/ yerine gelen kişiye, direktifler veriyordu, aylardır; "AK Parti hakkında kapatma dâvası aç.." diye; selefi V. Savaş gibi.. Sonunda muvaffak oldular.. âdetâ bir "devrim nöbeti" geçirircesine, "sorumsuz ve sınırsız bir güç"le tahakküm arzularını sürdüren bu "onursal başsavcı"lar, Perihan Mağden"in dünkü Radikal"de, "...ailesinde şıhlar, şeyhler var. O çıkıp 1 Kapatma Davası açıyor; nasıl Anayasal çizme'yi aştıklarını göstermek için gazete kupürlerinden, Ergun Poyraz gibi kalemlerin 'Yahudisin sen!' saçan eserlerinden ve nice fantastik konuşma kırıntılarından klasör klasör derlenmiş bir dava!" diye nitelediği şimdiki Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya"yı harekete geçirdiler.
Bu gibi siyasî manevraların baştertibçisi durumundaki, "sorumsuz" /"onursal başsavcı" Kanadoğlu, geçen hafta da Frankfurt"ta konuşturuldu.. Kanadoğlu"nun "diktacı" eğilimlerini ve de "yargıya müdahale"nin daniskasını teşkil eden konuşmasını alkışlayanların başında TC."nin Frankfurt Başkonsolosu"nun bulunduğuna dair medya haberleri yalanlanmadığına göre, Dışişl. Bak. Ali Babacan, bu memuruna o konuda ne yapıldığının cevabını vermelidir.
Kanadoğlu bu konuşmasında "değil yüzde 47, hattâ yüzde 97 bile alsalar, yine de kapatılır!" demekle kalmayıp, daha vahîm bir laf da etmiş ve hâlen görülmekte olan "Ergenekon Operasyonu" ile ilgili olarak, "Onun da sonu Şemdinli İddianâmesi gibi olur.." buyurmuş..
Hatırlayalım ki, bu "onursal başsavcı", Şemdinli İddianâmesi"nde (zamanın KKK. olan) Org. Büyükanıt da suçlayan Van Savcısı F. Sarıkaya"nın "meslekten atılması"yla sonuçlanan dönemde, Yargıtay Başsavcılığı makamında oturuyordu. Bu, sizlere bir şeyler anlatmıyor mu?
Ama, daha da önemlisi, bu "onursal başsavcı"nın, "milletin iradesi"ne meydan okuyan, yetkisini haiz olmadığı devlet gücünü kullanmaya kalkışan ve görülmekte olan "Ergenekon Dosyası"nın savcısına, "Şemdinli İddianâmesi"ni hazırlayan Van Savcısı"nı hatırlatması.. "Yargıyı etkileme"ye kalkışan bu tavırları dolayısiyle, bu "onursal başsavcı"ya kanûnen yapılacak hiçbir şey yok mudur? Ve en başta da, Ergenekon Savcısı"nın, bu hususta kanunî tedbir talebinde bulunması gerekmez mi? Yoksa, o sözler onu şimdiden sindirmiş midir?
vakit