Bu son zamanlarda daha bir şiddetlenen yersiz bir tartışma var, bir kısım Müslümanlar arasında..
Maksadım, şahsî tartışma ve polemiklere girmek değil; konuya kendimce itidal ile yaklaşılması gerektiğini düşünerek değinmektir. ‘İlâhiyatçı’ denilen bazı prof.lar, başlattıkları bir tartışmadan acaip zevk alıyorlar ki, o tartışmayı her zeminde, gazete sütunlarında bile sürdürüyorlar, lafı ayağa düşürüyorlar.
Önce, şunu belirtelim: ‘Enbiyaullah’ (İlâhî -gerçek peygamberler-SA) yalan ve yanlışlara karşı mutlak doğru olanı bildirmek, sadece Haqq’ı ve hak olanı tebliğ etmek üzere gönderilmişlerdir; amma, yanlış ve yalan ya daşeytanî olan da, kendi vâdisindeki ilerlemesini sürdürmüştür ve sürdürecektir de.. Ve bu dünyada, ‘inanmak istemeyen için her şey karanlıktır; inanmak isteyen için ise, yeteri kadar ışık vardır!’
***
Nice hassas konular geçmişte de, bütün dinlerde olduğu gibi, İslâm’da da asırlar boyunca tartışılmış, bazıları bazılarını hattâ, ‘tekfir’ ile, kâfir ilân etmiştir. Kişinin irtidadını, İslâm’ı reddettiğini açıkça bildirmedikçe, tekfircilik yöntemini doğru bulmuyorum. Çünkü, bu yöntem, muhatabı daha bir inadlaştırmakta, câhillikle, bilmeden sergilenen ‘küfr-i cehlî’den, ‘küfr-i inadî’ye sürükleyebilmekte ve söz, ayağa düşünce nicelerinin idlâline, dalâletine de âlet olmaktadır.
Bunu söylerken, illâ da birilerini Müslüman göstermek gibi bir kaygumuz da olmamalıdır.
İman kapısına kalbî itminan ve teslimiyetle gidilir; herkesin farklı olabilen bilgisi, zekâ seviyesi, idrak kabiliyeti veyamüşahade gücüne göre yaptığı tartışmalarla değil..
Bir sokak kabadayısı olan Ömer bin Hattab, hattâ Resul-i Ekrem (S)’i öldürmek niyetiyle yola çıkmış, ama, kızkardeşinin evinde okunan Kur’an’dan duyduğu birkaç âyetle iman etmişti; hemen, İslâm’ın tamamını kavradığından değil..
Ve Kur’an’ın tamamını çok iyi bilen nicelerinin de bazan bir kelimeyle ayaklarının kaydığı görülmüştür. Rahmetli Muhammed Hamidullah, 45 yıl önceki derslerinden birinde, 1870’lerde, Hind Müslümanlarının en seçkin ulemâsından sayılan İmâduddin isimli birisinden söz etmiş ve ‘Hepimiz Allah’dan geldik ve O’na döneceğiz..’ meâlindeki âyetin ‘O’na döneceğiz’ kısmında anlatılanın Cehennem olduğunu iddia ederek, ‘Sonunda Cehennem’e gideceksek ben şimdiden giderim..’ deyip irtidad ettiğini söylemişti. Yani, çok bilgili olmak da bazan kurtaramıyor, kişiyi..
Nitekim, geçen sene, Müslüman coğrafyalarından birinde, ulemâdan birisi televizyonda, ‘Biz halkı Cennet’e götürmekle mükellefiz..’ diye bir laf edince, niceleri, ‘Senin belgen mi var ki, bizi de Cennet’e götürüyorsun.. Ben oraya senin elinle gitmek istemiyorum..’ demişlerdi.
Muhammed İqbâl’in 100 yıl öncelerdeki çarpıcı deyişiyle, ‘Günümüzün nice ulemâsı var ki, onlar kâfir üreten müminlerdurumundadırlar.’ Evet, kendileri mümindirler, ama câhilâne konuşmalarıyla veya kafaları daha bir karıştırmalarıyla kâfir üretmektedirler.
***
İlâhiyat’ta okuyan bir öğrenci, geçenlerde, ‘Âbi, bir yeni moda çıktı.. ‘Efendim, fikrimize itirazları olanlar varsa, onlar da fikirlerini söylesinler..’ diyorlar. Onun sözlerini inançlarına aykırı bulanların tepkileri karşısında da ‘mağdur’havasına bürünüp, ‘Hakikati susturmak istiyorlar’diye suçluyorlar. Sen ne dersin?’ dedi.
***
Konuya zaman zaman birkaç cümleyle ‘fakir’ de değiniyor, isim vermeden.. Ama, o gibiler, kendi beyanlarına karşı kimsenin itiraz etmemesi gerektiğini söylüyor ve bekliyorlar. Halbuki o kişilerden birisi, bir ‘vahy-i ilahî’ kitabı için, -nice müsteşriq’lerin bile bu kadar patavatsız ve saygısız laf etmedikleri şekilde- açıkça, roman tahlili yapar gibi, ‘Gelmeseydi, daha kötü olmazdı..’ gibi lafları bile edebiliyorsa, onunla neyi konuşacağız?
Evet, inanmak isteyen için yeteri kadar ışık vardır.
Bu konuya ileride yine değinmek ümidiyle..
(7 Ocak Pazartesi akşamı saat 20.30’da, Üsküdar-Bağlarbaşı Kültür Merkezi’de, Hedef Platformu’nun proğramında bulunacağım, inşaallah..)