"İngiltere bir imparatorluk, Almanya bir ulus, Fransa bir şahıstır"
Cuma günkü yazıyı II.Elizabeth'i hiç de güzel bulmayan rahmetli büyükannemin cümlesiyle bitirmiş, ve bunda dip ninelerinin intikamı gizli demiştim.
Dip ninelerin intikamı nereden mi çıktı? II.Elizabeth gayet "vakur ve asil" bir şekilde Rahman suresini dinleyip; "hızlı tebliğci"lerin bu da oğlu Charles gibi gizli Müslümanlardan" yorumuna muhatap olduğu sıralarda... Yani bana bu bilgiyi cep telefonu aracılığı ile ulaştırmaya çalışan Bursalı kardeşimi dinlerken" Zihnim bir koşu Pardoe'nun satırlarına gitti-geldi.
Pardoe'yu bilmeyenler için ansiklopedik bir bilgi verelim. Kendisi babası binbaşı Thomas Pardoe ile birlikte 1835 yılında İstanbul'a gelmiş ve izlenimlerini kitap olarak yayınlamış bir İngiliz kadını. Kadın diye vurgulamamın sebebi var elbet. İstanbul'da dokuz ay kalan, bu zaman zarfında Bursa yolculuğu da yapan 31 yaşındaki Pardoe, "biz ve Türkler" ayrımını "kadın kıskançlığı"nın mahzenlerinde biriktirdiği o ince dikkat ile pek güzel vurgular. Mesela Mihrimah Sultan'ın düğün törenini tasvir ederken; odadaki küçük kızlarla ilgili şu izlenimini aktarır: "Bu küçük kızlardan biri, sessiz ve içine dönük gözüküyordu. Üstüne erkenden, bu ülkenin kadınlarında görülen gevşeklik ve tembellik çökmüştü."
Tekrar vurgulamama hacet var mı? Tembellik ve gevşeklik!!!
Batılı kadınların Türk kadınlarına dair yapmış olduğu bu "gözlem" erkek kalemler tarafından ziyadesiyle içselleştirilmiş olarak, roman ve hikayelerde bol bol kullanılacak, Türk kadınlarına "eylem" aşısı yapmak adeta temel problem haline gelecektir.
Pardoe, Bursa gezisi izlenimlerini aktarırken; Bursa'nın kadınlarını pek çirkin, erkeklerini ise pek yakışıklı bulduğunu söylemekten de çekinmez.
Dünya Kraliçeleri ve Türk şehirleri diye bir kitap yazılacak kıvama geliyoruz yavaş yavaş. Hatırlayacaksınız geçen sene de Hollanda Kraliçesi Kayseri'yi ziyaret ederek hepimizi şaşırtmıştı. (Şimdi hatırlıyorum kızım da Hollanda Kraliçesi için 'a hiç güzel değilmiş' cümlesini kullanmıştı. Bunda biraz erken yaşlarda dinlenmiş kraliçeli masalların etkisi var. Masal dünyasının atmosferi içinde taze muhayyile, kraliçeyi sonsuz bir güzellik olarak tasavvur ediyor belki de.)
II- İngiltere Kraliçesi II.Elizabeth'in İkinci Türkiye seyahatinden geriye bende ne kaldı?Olcay Baykal'ın Kraliçe'nin doğum günü partisindeki o hüzünlü yüzü. Hatırlayacaksınız geçen sene Olcay Baykal'in eşine refakatsizliği üzerinden polemikler yaşanmıştı.
Olcay Baykal'ın o geride duran halini, hep kendisi kalmasını seviyorum. Neden tesettürlü kadınlara, "eş durumuna" rağmen kendisi kalma hakkı tanınmaz, ya da eşler bunu neden istemezler bunu merak etmekten kendimi alamıyorum.
Çağdaş kadın olmanın "eş durumundan hayata tutunma" olmadığını; eşinin iktidarını eşinden ziyade kullanma hırsı taşımadan da "eş" olunabileceğini hatırlattığı için seviyorum belki de Olcay Baykal'ı.
Ama işte Kraliçe söz konusu olunca Olcay Baykal'ın "kendisi olma" hakkı da bir süreliğine rafa kaldırılıverdi.
Böylece İngiltere'nin hâlâ imparatorluk, majestelerinin "herkesin" majesteleri olduğunu Olcay Hanım vesilesiyle de bir defa daha "görmüş" olduk.
Başlığa gelince" Başlık Jules Michelet'in bir sözü.
Sarkozy Fransa'nın bir şahıs olduğunun en iyi ispatı gibi durmuyor mu!
Kraliçe II.Elizabeth'in şahsında İngiltere'nin ne kadar İmparatorluk olduğunu el hak "gördük".
Almanya'ya gelince. Ulus olma vurgularının dünya tarihine yaptığı "katkıyı" yani savaşı unutabilir miyiz? Onların dünyayı algılama biçimleri Almanlar ve diğerleri olarak devam ediyor. Ekonomik sıkıntıların kendini iyiden iyiye hissettirdiği şu günlerde, üç nesildir Almanya'da yaşayan, Almanca konuşan "diğerleri", belli ki faturayı Almanlardan daha ağır bir şekilde ödemeye mahkum olacak. "Ulus"a asla dahil edilmeyecekleri için.
yenişafak