İngilizlerin meşhur Times gazetesi geçenlerde baş köşeden “Avrupa Birliği, Türkiye’nin tam üyelik süreci saçmalığını bitirsin!” diye kükredi.
Başbakanları Cameron da “Türkiye’nin AB üyeliği 3000 yılından önce gerçekleşmez” gibi laflar ediyor, dalgasını geçiyor, malum.
Türkiye AB üyesi olur veya olmaz, AB Türkiye’yi bünyesine alır veya almaz; bundan İngiltere’ye ne?
Üstüme vazife değil, ama kendisi doğru-dürüst AB üyesi olmayan ve eğri-riyakâr AB üyeliği de yakında sona ereceğe benzeyen İngiltere’nin ‘AB de benden sorulur’ küstahlığına ‘kıl’ oluyorum.
Üstüne vazife olanlar da ‘kıl’ oluyor zaten.
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande mesela.
Geçen Şubat ayında, İngiltere’nin AB’de kalıp kalmamayı referanduma götürme kararı ve güya AB’de kalmaktan yana olan İngiltere Başbakanı Cameron’ın “Avrupa’nın işimize yaramayan kısımlarının dışında kalacağız” beyanı üzerine, şöyle demişti Hollande:
“İngiltere’nin, kendisine başka türlü bir yol çizmesine hiçbir itirazım yok; fakat bu farklı tercihler, başkalarının ilerlemesini engellememeli. İngiltere’nin AB’de kalması için her şey yapılmıştır. AB, herkesin dilediğini alabileceği bir açık büfe sistemi değildir. İngiltere halkının kararı ne olursa olsun, buna hazırlıklı olmalıyız.”
Türkçesi: Bıktık usandık bu İngiliz küstahlığından! ‘Yok şunu isterim, yok bunu istemem, dediğimizi yapmazsanız giderim, ama yapsanız da kalmayabilirim...’ Yeter ulan! Defolup gitsinler, ne haltları varsa görsünler!
***
Avrupa Birliği’nin temeli 1951’de Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda’nın teşkil ettiği Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile atıldı. İngiltere yoktu orada.
1957’de aynı devletler tarafından Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu. İngiltere gene yok.
1961’de İngiltere, AET’ye üyelik müracaatında bulundu. Fransa, “İngiltere kıta Avrupa’sında yer almıyor. Atlantik memleketi. ABD’ye bağımlı” diyerek karşı çıktı ve İngiltere’nin müracaatı reddedildi.
Bunun üzerine İngiltere, ABD bayrağında yeni bir yıldız olmak için Washington’a müracaatta bulundu, fakat oradan da ret cevabı aldı.
1967’de tekrar AET’ye başvurdu ve aynı gerekçeyle geri çevrildi.
AET’ye ancak 1973’te kapak atabildi.
O zamandan bu yana köprülerin altından çok sular aktı; AET aşamasından AT (Avrupa Topluluğu) ve nihayet AB aşamasına geçildi, sınırların kaldırılmasını öngören Schengen Anlaşması imzalandı, ortak para birimi avro tedavüle sokuldu, Yunanistan’ı kurtarma paketleri hazırlandı vs, vs, vs...
Geçmişte ‘Ne olur beni de aranıza alın’ diye yalvaran İngiltere bütün bu süreçlerde müşkülat çıkararak AB’nin insicamını bozdu.
Schengen’i imzalamadı, avroya geçmedi, Yunanistan meselesine el atmadı, mültecilerle ilgili düzenlemelere muhalefet etti ve şimdi de “Haziranda Avrupa Birliği’nden ayrılabilirim” diyor.
Fransa Cumhurbaşkanı’nı öyle konuşmaya sevk eden müthiş bir birikim var yani.
***
Peki, ne olacak bu İngiltere’nin hali?
Cameron, bir demecinde şöyle bir ifade kullanmıştı: “İngiltere hiçbir zaman Avrupa süper devletinin bir parçası olmamıştır.”
Bu ifade, hiç şüphesiz, Birleşik Avrupa’dan müstakil ve hatta onunla rekabet halinde bir İngiltere tasavvuruna dayanıyor; Avrupa Birliği’nden alacağı bir şeyin kalmadığına inanan ve onun yükünü paylaşmak istemeyen İngiltere’nin amiyane tabirle kafasına göre takılma arzusunu yansıtıyor.
Peki, küreselleşmesiyle meşhur olan günümüz dünyasında kendi başına ayakta kalabilir mi İngiltere?
Bir Alman gazetesinde okumuştum; Londra’nın Brüksel’e koyduğu mesafeden rahatsız olan bazı İngiliz entelektüelleri, “Böyle giderse biz ayrılmasak bile onlar bizi AB’den kovarlar ve kendimizi yeniden ABD kapılarında ‘Ne olur bizi bünyenize alın’ diye yalvarırken buluruz. Ve ABD bizi bir kere daha geri çevirebilir.” diye dertleniyorlarmış.
Farz edelim ki ABD ‘okey’ dedi. O zaman İngiltere bir nevi Porto Riko olur. O kadar.
***
Hülasa: İngilizler Türkiye ile uğraşmayı bırakıp kendi dertlerine yansınlar.
karargazete