‘İnsan hakları’, ırk, kavim veya cinsiyete göre şekillenmez!

Selâhaddin Çakırgil

Son bir haftadır, kamuoyunda daha bir yoğun tartışılan bir konu var. Efendim, ‘seçme ve seçilme hakları’ lûtfedilmiş ve debunun kıymeti bilinmeli’ymiş de, vs.. 

(Kaldı ki, seçme- seçilme hakkı hikâyesini, o kararın muhtevası bilinen hangi sofralarda nasıl alındığını, o heyetin içinde canlı şahit olarak bulunan Ahmed Ağaoğlu, hatırâtında tiraji-komik şekilde anlatır. Millet açlıktan, yoksulluktan kırılırken, kimlerin nelerle meşgul oldukları ve nasıl bir ‘toplum mühendisliği’ne soyundukları hatırlanmazsa bu konu anlaşılamaz.)

*** 

İnsanlara hak ve sorumluluklarını Allah’u Tealâ verir ve o hakları engelleyenler de gaasıb ve zorba durumuna düşer, nokta.. Müslüman olan bir inşa,  meseleye bu aslî ölçüyle bakar. Rüşd yaşına gelen kadın-erkek her insanın hak ve sorumlulukları da bizim inanç sistemimizde düzenlenmiş olup, Müslümanım diyen her insanın hak ve sorumlulukları zâten ve fıtraten vardır. 

Ama, Müslüman toplumların devlet yönetimlerinde de, asırlar boyunca yönetici kişi veya kadrolar, ellerindeki gücü kötüye kullanmışlardır.  Ancak, büyük kitleler, o yönetim mekanizmalarının dışında , ‘sadece Allah’a kul olmak, ve hiçbir kula kul olmamak’ şeklindeki en büyük özgürlüklerini, gerekirse ellerine-ayaklarına zincir vurulması veya dâra çekilmeler pahasına da olsa korumuşlardır.  Nitekim, Müslümanlar, 1400 yıl boyunca, yığınla saltanat yönetimlerine aldırmadan, hayatlarını inançlarının aslî çerçevesinde sürdürmüşlerdir. O yönetici konumunda olanların ise yeller eser şimdi yerinde..  

*** 

Allah’u Tealâ da, insanlara ırk ve renklerine, kavimlerine, soy-soplarına, cinsiyetlerine, ana-babalarının veya içinde doğdukları sosyo-ekonomik duruma veya coğrafyaya göre, ‘Ey erkekler ve ey kadınlar‘ diye değil, bir bütün olarak, ‘Yâ eyyuhen’nâs.. /Ey insanlar..’ diye hitab ediyor ve onlara hak, vazife ve sorumluluklarını hatırlatıyor. Bu ilahî nizâm, Asr-ı Saadet’ten sonra asırlarca ideal şekliyle uygulanamamışsa da, Müslüman toplumlar bugün derinden derine, daha bir şuûrlanıyorlar; yarının Müslüman toplumları inşaallah dün ve bugünlerden daha iyi olacak.. 

*** 

Böyleyken, sanki, Müslüman halkların önceki çağları kölelik dönemi imiş de, bu durum 80-100 yıl öncelerde düzeltilmiş!. Yok öyle bir şey.. Müslüman halklar olarak bizler dünkü kölelerin torunları değil, ‘Lâilaheillallah’ ibaresini, Allah’dan başkasına kul olmamayı şiar edinen İslam Milleti’nin, Millet-i İbrahîm’in bugündeki hürr mensuplarıyız. Ve  unutulmasın ki, henüz 160 sene öncelerde, 1855’de, B. Amerika Kongresi’nde günlerce, ‘Evet, insanlar Tanrı tarafından eşit olarak yaratılmışlardır; ama, Siyah ve Kızılderililer ve Kadınlarinsan sayılacak mıdır?’ konusunu tartışıyorlar ve bir sonuca varamıyorlardı. Şu veya bu ırk, renk, kavim, dil, cinsiyet veya sosyo-ekonomik ya da coğrafî farklılıklar üzerinde yaratılmış olmak  kimsenin iradesinde olmayan, doğuştan gelen özellikleridir. Bunlar üzerine üstünlük veya düşkünlük tezleri alçakça bir zulümdür. 

Böyleyken, toplumu birilerine minnet borçlusu halinde tutmak, asıl köleci düzenlerin işidir. 

Şair ne güzel söyler: Allah’a kul olduk qaal’ubelâda.. / Bu yolda verilmiş ikrarımız var/ Üç günlük ömür için fâni dünyada,/ Kula kul olmamak kararımız var..’  

*** 

NOT: Mahallî idare seçimleri yaklaşırken, Müslüman halk kitlelerinin itibar ettikleri bazı kişiler, ‘Şöyle olmazsa, böyle olmazsa, biz destek vermeyeceğiz, ders vereceğiz..’ gibi iddialı laflarını bile topluma yansıtıyorlar. 

Elbette ki hiçbir şey ideal değildir ve beklenmemelidir de; ama, bu yaklaşım, 100 yıllık bir direnişten sonra halkımızın kazanımlarını kaybettirmek için pusuda bekleyen şerr güçlerin emellerine hizmetten başka bir sonuç vermeyecek, o gibiler her halûkarda mahcub olacaklardır. 

stargazete