Bismillahirrahmanirrahim. Hamd âlemlerin rabbi Allah'a salât ve selam efendimiz ve peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusu Muhammed Bin Abdullah'a, onun temiz ehline, şerefli ashabına ve bütün peygamberlere olsun. Kardeşler, beyler ve bayanlar! Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.
Hepinizi selamlıyorum, sizler direnişsiniz, sizler direniş ehlisiniz ve sizler bu yurdun sahiplerisiniz.
Öncelikle yurt dışından, 13 Arap ülkesi ve 60 partiden 200 gencin oluşturduğu Arap Partileri Genel Kongresi Gençleri Heyetinden konuklarımıza hoşgeldiniz demeyi borç biliyorum. Direniş, zafer, onur ve izzet topraklarına hoş geldiniz.
Bizler bügun Lübnan'ın direnişi, ordusu ve halkıyla, Ortadoğu'da bilinen en büyük saldırgan ve terörist orduya karşı kazandığı zaferin; Temmuz savaşı, Gerçek Vaat savaşı ya da İkinci Lübnan savaşı olarak bilinen savaşın 4. yılını kutluyoruz.
Ben bu gece konuşmama savaşla, Temmuz savaşıyla ve bu savaşta ne olup bittiğiyle başlamak istiyordum ama bugün kahramanlık, direniş, vefa, fedakârlık topraklarında Filistin-Lübnan sınırında Aadaisse'de olanlar, Lübnan ordusu askerleri ve subaylarının girdiği kahramanca çatışma, konuşmamın seyrini değiştirdi. İlk olarak bu konudan bahsedeceğim. Her zaman olduğu gibi 3 başlığım olacak. Birinci başlık sürekli saldırı başlığı, bu sürekli saldırının görüntüleri ve buna karşı yapılması gerekenler, ulusal sorumluluklar, devletin, halkın ve direnişin sorumluluklarıdır.
İkinci başlık; çok hassas bir konu olan şehit Refik Hariri'nin suikast dosyası, uluslar arası mahkeme, Arapların yaptığı ziyaretler ve Lübnan'da düzenlenen zirvelerle alakalıdır.
Üçüncü başlık; ise Temmuz savaşı, var olan denklemler, şuan ve gelecekteki sorumluluklarımız konusudur.
İlk başlıkla başlıyoruz. Aslında İsrail'in Lübnan'a saldırısı hiç kesilmedi. Askeri savaş, askeri operasyonlar ve askeri hücumlar durdu ama İsrail Lübnan'a, egemenliğine, topraklarına, halkına, güvenliğine, istikrarına, kanına ve çocuklarına farklı şekillerde saldırmaya devam etti ve halen ediyor. Bunun ilk görüntüsü; İsrail'in Lübnan egemenliğini sürekli olarak ihlal etmesidir. 14 Ağustos 2006'dan bu yana 1701 sayılı kararın tam olarak 7 bin kere çiğnendiği ortaya çıktı.
Tabi bütün bunlar olurken dünya kılını bile kıpırdatmadı, Güvenlik Konseyi de kendi verdiği karara saygı duymadı. İnsanlar her zaman bizim uluslar arası kararlara saygı duymamızı istediklerinde tamam diyorduk. Ama ilk önce onlar kararlarına uysunlar. Güvenlik Konseyi aldığı kararlara uysun, hiç kimse havada, karada ve suda yapılan ihlallere, sınırdan Lübnan topraklarına girilmesine, Lübnanlı vatandaşların tutuklanmasına karşı kılını kıpırdatmadı.
Bugün tanık olduğumuz şey bu saldırı ve tecavüzün bir görüntüsü ve şekillerinden biridir. Tabi orada bulunan Lübnan ordusu güçleri mütevazı maddi imkânlarına rağmen bu saldırıya karşı koydu, şehit verdi, askerlerinden yaralananlar oldu. Lübnan basınından da ölenler oldu. Lübnan basınından şehit düşenlerin ve yaralananların olması şaşılacak bir durum değildir. Ordu komutanlığı, subaylar ve askerler de cesaret ve kararlılıkla harekete geçti.
Bugün direniş hakkında az konuşacağım. Çünkü her halukarda bugün olanlar basit bir olay değildi ve insanlarımız, sevdiklerimiz ve hatta bizlerin, kendimize bugün ve yarın nasıl hareket edeceğimizi sormamız gerekiyor.
Bölgede çatışma olduğu ilk andan itibaren direniş seferberlik ilan etti, en yüksek hazırlık pozisyonundaydı, olayları bütün ayrıntılarıyla takip etti. Kardeşlerimizle ve güneydeki direniş liderleriyle bağlantı halindeydik, onlara kendilerini tutmalarını, hiçbir şey yapmayıp emir beklemelerini söyledik. Direnişin kendisini, çatışma görevini doğrudan üzerine alan ordunun emrine vermesi hikmetli bir davranıştı, lehimizeydi ve vefa örneğiydi. Parti Lübnan ordusu komutanlığını aradı ve bizim hazır ve dinlemede olduğumuzu, onların yanında, onlara destek ve emirleri altında olduğumuzu söyledi. Merkezi ordu komutanlığı ya da güneydeki kuvvetler ne isterse bizim gençlerimiz, direnişimiz ve imkânlarımız onların hizmetindedir. Aynı şekilde cumhurbaşkanı, meclis başkanı ve başbakanı da aradık ve onlara tanık olduğumuz bu acıya rağmen harekete geçmeyeceğimizi ve hiçbir şey yapmayacağımzı bildirdik. Direniş disiplinli bir şekilde ama ordu komutanlığının emri doğrultusunda hareket edecek.
Şüphesiz geçirdiğimiz bu saatler çok hassas saatlerdi ve herkesin sorumluluk, sakinlik ve teenni ile haraket etmesini gerektiriyordu. Her halukarda kana bulanmış Lübnan mesajı, düşman için açık ve netti: Lübnan, bir karış toprağına yapılan bütün ihlal ve saldırılara cesur bir şekilde cevap verecektir. Lübnan, savaşla korkutan sizlerden ve sizinle savaşmaktan korkmaz, Lübnan ordusu sizinle meydanda savaşır. Lübnan ordusunun tankları, mezvileri ve karargâhları buradadır ama ne yazık ki bunlar güçlendirilmemiştir. Bu, devlet tarafından çözülmesi gereken bir sorundur. Ama ordumuz meydanda korkusuz ve cesur bir şekilde savaşmıştır. Dikkat çeken nokta; düşmanın Lübnan ordusunu ve Lübnan hükümetini olanlardan sorumlu tutacak kadar küstahlaşması daha da ötesi ordunun ona karşı durmasından ötürü duyduğu dehşeti dile getirmesidir. Ne zannediyordu? Bu ordu nereden, bu liderlik nereden geliyor? Bu subaylar, onbaşılar ve askerler dışardan mı kiralandılar? Bunlar ülkenin evlatları, erkekleri ve direğidirler. Bir diğer mesaj da direnişin Lübnan ordusuyla bütünleşmiş ve hazır olduğuydu. En önemli mesaj da Aadaisse, Kfar Kila ve ön cephede yer alan bütün köylerin halkının topraklarından çıkmadığı, bu topraklarda köklü olduğu, korkmadığı ve onların korkak yerleşimcileri gibi tir tir titremediğidir. Bu gün ordu, halk ve direniş denklemi yeniden kana bulandı. Temmuz savaşının kökleştirdiği ve kazandığı büyük zafer ile başarılar gibi eğilmezlik ve yiğitlikle doldu.
Biz ordunun kahramanlıkları karşısında eğiliyor ve Ağustos ayının başında kutlanılan ulusal bayramını tebrik ediyoruz. Ordunun cesur komutanlarını, onbaşıları, askerleri ve subaylarını selamlıyoruz. Ama bizler direniş olarak bugün konumunu kanla destekleyen orduyu sadece selamlamakla yetinmiyoruz. Sizler biliyorsunuz ben açık konuşurum. Her şeyi olduğu gibi söylerim, bazen söylemem uygun olur bazen de olmaz. Biz bugün şehitler olduğunu, ordunun mevzilerinin tanklarla vurulduğunu takip ediyourz. Henüz helikopterle vurulup vurulmadığından emin değiliz. Ordudan şehitler var, sivillerden şehitler ve yaralılar var. Direniş gençleri ise Aadaisse, Kfar Kila ve civar köylerdeydiler. Onlardan istenen hazır vaziyette beklemeleriydi. Çünkü bizler kendimizi emir altına almıştık. Çoğu kişi neden Hizbullah bu sefer sakin davrandı diye soracak. Ben bizim genelde böyle olup olmadığımızı bilmiyorum. İnsanların bu konu hakkındaki değerlendirmelerinin ne olduğunu da bilmiyorum. Sizinle açık konuşacağım. Problem nedir? Öncelikle ortada bir vatan ve savaşı yöneten bir ordu var. Gelişmenin sınırlarının ne olduğu da bilinmiyor. Olaylar geliştiğinde ordu bu olayları nasıl değerlendirecek? Bu birincisi, ikincisi genel siyasi problem. Üçüncüsü işte burada açık sözlü olmak istiyorum çünkü ne yazık ki çevremizde kötü niyetli insanlar var. Yarın birisi çıkıp direnişin orduyu desteklemek için savaşa girdiğini söyleyebilir. Ordunun ne himayeye ne de onu koruyacak ve destek olacak kimseye ihtiyacı var. Sanki İsrail ordusu devasa imkânlara sahip olmayan sıradan bir orduymuş ve Lübnan'daki halk, direniş ve ordu birbirlerine karşı cephe aldıklarında düşman hedeflerini vurabileceklermiş gibi. Biz her halukarda gerçekçiyiz bu acımasız bir savaş olacak. Başka insanlar da çıkıp diyecekler ki Hizbullah fırsat kolluyor. Onlar bizim yenilmiş olduğumuzu zannediyorlar. Biz yenilmiş değiliz de onlar öyle zannediyor. Ya da Hizbullah uluslar arası mahkeme ve iddianame için ortamı hareketlendirmek istiyor diyecekler. Bazıları daha da ileri gidecek. Başkan Beşşar Esad savaş ihtimalinin giderek arttığını söylüyor, Ahmedinejad bölgedeki savaş ihtimallerinden bahsediyor. Tabi veriler nedir, analizler nedir bu ayrı bir tartışma konusu. Hizbullah İran ve Suriye eksenindedir, İran ve Suriye'nin iradesine boyun eğmiştir diyorlar. Bazıları ileri gidip bunun Güvenlik Konseyi'nden çıkan yaptırım kararlarına karşı İran'ın verdiği tepki olduğunu söyleyebilir.
Etrafımız kötü niyetli olarak adlandırdığım bu insanlarla dolu. Tabi bu saçma sapan bir düşünce ama bununla birlikte ben size bugün bu düşüncenin baskısı altında olan insanlardan biri olduğumu itiraf ediyorum. Bu nedenle oturup olup biteni izlemedik hazırlandık savaşmaya ve savunmaya hazırdık. Ama hamdolsun mesele burada bitti. Ama direniş gençleri, erkekleri ve liderlerinden her biri ortada bir soru işareti, bir eksiklik olduğunu ve bizim genel seyrimizin dışında bir şey olduğunu hissetmiyor mu? Kesinlikle hissediyor. Bu nedenle ben şimdi başka bir şeyden bahsetmek istiyorum ve bütün siyasetçilerin, yasa koyucuların, Lübnanlıların, Arapların ve bütün dünyanın bizi mazur görmesini temenni ediyorum. Çünkü bizim ne değerlerimizden, ne ahlakımızdan, ne sorumluluklarımızdan ne de yükümlülüklerimizden dışarı çıkma şansımız yok. Bu sefer durup seyreden ve karara bağlı kalan gençler vardı. Ama bizim için Lübnan ordusunun subayları ve askerleri insani anlamda kardeşlerimiz, oğullarımız, babalarımız, sevdiklerimiz, saydıklarımızdır; ulusal anlamda da bütün Lübnanlıların onurunun, şeref ve izzetinin sembolüdür. Şuandan sonra İsrail'in havadan ya da karadan bombardımanına maruz kaldığında ordunun yanında yer alıp, onunla birlikte savaşacak ve savunacak gücü olan bir Lübnanlının durup seyretmesi mümkün müdür?
Lübnan ordusuna İsrail tarafından saldırılırsa ve orada direniş varsa ya da direnişin eli oraya kadar ulaşabiliyorsa direnişin sessiz kalmayacağını ve beklemeyeceğini açıkça söylüyorum. Lübnan ordusuna uzanacak olan İsrail elini direniş kesecektir. Yarın kimse çıkıp da Nasrullah ya da Hizbullah tek başına savaş ya da barış kararı alıyor demesin. Bu savaş ya da barış kararı değildir. Lübnan ordusunun cesetleri Aadaisse'de parçalanırken bu savaş ya da barış kararı olamaz. Bu savunmadır, bu şerefli savunma kararıdır, bu, ülkedeki bütün şerefli insanların onayladığı arkadan vuranlarında eleştirdiği bir karardır. Bütün dünya hesabını böyle yapsın. Ordu direnişi korur, direnişin şerefi vardır ve ordu onu korur, direniş orduyu korur, halk direnişi ve orduyu korur. İşte Lübnan'ı koruyan ve onurunu muhafaza eden biricik denklem budur.
İsrail tarafından devam eden saldırının ikinci görüntüsü güneye yayılmış ve bütün dünyanın gözü önünde olan misket bombalarıdır. Tabi UNIFIL rapor yazıyor, rapor geliyor ve basın bunu yayınlıyor. 4 senedir bu savaş devam ediyor. Güneyde 306 yaralımız var ve bunların çoğunun elleri, ayakları kesildi ve sakat kaldılar. Kadın, erkek ve çocuklardan da 44 şehidimiz var. Bu az bir sayı değil ve savaş halen devam ediyor. Tabi Lübnan ordusu, bazı sivil kuruluşlar ile ülkeler yardım sunuyorlar. Ben geçen sene seçimlerde çalışmaya başlayacağımız vaadinde bulunmuştum. Mücahitlerimiz ya da sivil kuruluşlardan biri aracılığıyla barış nesli adına çalışacağımızı söylemiştim. Bu bomba ve mayınlardan 52 bini etkisiz hale getirildi. Şehitlerimiz oldu. Lübnan ordusu, sivil kuruluşlar, ekipler ve ortak şirketler şu ana kadar 200 bin misket bombasını etkisiz hale getirdi. Yani biz ve onlar 200 binini hallettik. Peki, Lübnan ordusuna bağlı ulusal büronun raporlarına göre 1 milyon misket bombası var. Yani 4 yıl gece gündüz sürdürülen çalışma, fedakârlıklar 200 bin bomba içindi. 1 milyon tane daha var. Bunların yok edilmesi için kaç sene ve kaç şehide ihtiyaç var?
Her halukarda bu konu çok fazla çabaya, Lübnan hükümeti tarafından uygulanacak siyasi ve diplomatik baskıya ihtiyaç duyuyor. Ayrıca düşmanın Lübnan topraklarına bıraktığı bombalar nedeniyle Lübnan'da tekrarlanan suçların Lübnan, Arap ve dünya basınında ilgi görmesi ve daima cezadan kurtulan İsrail'in yargı bazında hesaba çekilmesi gerekiyor.
Süren bu savaşın 3. başlığı; casuslar ve İsrail'in Lübnan'daki askeri kurıumlardan, siyasi, güvenlik ve özel kurumlara, özel kuvvetlere ve sivil topluma varıncaya kadar her şeye sızmasıdır. Bütün sektörlere sızıyor ama bunların en tehlikelisi telekomünikasyon sektörüdür şüphesiz. Neden? Çünkü bu casusların hedefi bilgi toplamaktır. Bilgi toplamanın en iyi ve kesin yolu da bu sektöre sızmaktır. Bu nedenle İsrail'in bu alanda yaptığı ihlallerin şu ana kadar ortaya çıkanlardan çok daha büyük olduğunu düşünmeliyiz. Bu ihlaller İsraillilere sadece bilgi hâkimiyeti vermekle kalmayacak üstün bir kontrol gücü de sunacak. Uzmanların, dikkat etmeleri ve tedbir almaları için insanlara bunu açıklamaları gerekiyor.
O halde Lübnan büyük, sürekli ve her gün güvenlik saldırısıyla karşı karşıyadır ama aynı zamanda büyük ve sürekli bir başarısı da vardır. 2 sene içerisinde 100'den fazla casusun ortaya çıkartılması ne anlama geliyor? Bu casuslardan bazılarının önemli ve tehlikeli konumları vardı, bazıları da kıdemliydi. Ne yazık ki bazıları toplum içinde saygın kişilerdendi. Peki, dünya üzerindeki hangi casus savaşında başa baş bir mücadele olur? Kaçanlar dışında şu ana kadar 100 casus tutuklandı, bu ülke de daha kaç casus var?
Şüphesiz bu casusları yakalamak düşman ve onun adına çalışanlar için nitelikli bir darbe oldu. Burada, durmaksızın bütün güvenlik güçleri tarafından bu çalışmaya devam edilmesinin gerekliliğini vurgulamalıyız. Ve direniş burada her zaman olduğu gibi güvenlik teşkilatlarının hizmetinde olacaktır. Her sektör ve her kesimde özellikle de telekomünikasyon sektöründe çalışmaya devam edilmelidir. İlk olarak daha fazla casusu yakalamaya çalışmalı ve hiçbir şekilde; ne parti, ne grup ne de siyasi düşünceyle onları affetmemeliyiz. Bu konuda hiçbir şekilde hiçbir hesap yapılamaz. Bir casusa bulunduğu yerde bir gün, bir ay ya da yıl göz yummak çok büyük bir hatadır. Çünkü kalmasına izin verdiğimiz süre zarfında düşmana Lübnanlılara zarar verebileceği çok önemli bilgiler sunabilir. Lübnanlıların öldürülmesi, kurumların harab edilmesi gibi her alanda zarar gelebilir. Bu nedenle bir casusun yakalanmadan ya da tutuklanmadan işine devam etmesine göz yumulması doğru değildir.
Biz bu casusların idam edilmesini istiyorduk. Hamd olsun bazı idam kararları çıktı. Bugün sizin adınıza idam hükümlerinin hızlı bir şekilde uygulanmasını istiyoruz. Çok fazla beklemeleyim, çünkü biz gerçek bir savaştayız özellikle de Temmuz savaşına katılan bu casusların verdiği bilgiler binaların ve kurumların bombalanmasına ve bu düşman tarafından katliamların işlenmesine sebep olmuşken daha uzun beklemeye gerek yok. Bunların ölmesi gerekiyor. Daha önce de Lübnan'daki savaşı sonlandırmak isteyenlere söylediğim gibi, güvenlik düzeyinde sürdürülen casusların yakalanması çalışmasının devam etmesi gerekmektedir. Çünkü İsrail elinde bilgi olmadan hedeflerinden hiç birine ulaşamayan bir file benzer.
Süregelen savaşın başlıklarından biri Şeba Çiftlikleri, Kfar Şuba Tepeleri ve Gacer köyünün Lübnan'da kalan kısmının halen işgal altında olmasıdır. Ben burada yeniden bir özgürlük stratejisi belirlemeye çağırıyorum. Lübnan'da savunma stratejisinden bahsediyorlar. Peki, Lübnan toprağı olduğu konusunda hemfikir olduğumuz toprakların işgalden kurtulması için ne yapıyoruz? Bu başlığı devletin birinci derecede sorumlu olduğunu söyleyerek özetlemek istiyorum. Bizler bunu kabul ediyoruz. Biz düşmanla mücadelede devletin geri çekildiği, gücü olmadığı ya da kararlı olmadığı için direnişi yürüttüğümüzü söylüyorduk. Devlet birinci derecede mesuldür. Tabi onunla birlikte Lübnanlılar da Lübnan'ı bütün tehditlere ve Siyonist tehlikelere karşı korumak için, ulusal bir bakış ve düşmanla mücadelede ulusal ve net bir strateji sahibi olamktan sorumludurlar. Bizler en iyi özgürlük stratejisi ve en iyi savunma stratejisini yapabilecek güçteyiz. Bizler Lübnanlılar olarak en iyi halk, en iyi ordu ve tarihi zaferler kazanabilmiş çağdaş en iyi direnişe sahibiz. Buradan ikinici başlığa geçiyorum.
Biraz önce, Lübnan her gün farklı şekillerde İsrail'in saldırılarına maruz kalıyor diyordum. Bu şekillerden birini bugün gördük. İşte buradan ikinci başlığa geçiyorum. Bu bizim senelerdir bildiğimiz bir şeydi, ama birkaç hafta önce General Eşkenazi'nin, yakın zamanda Refik Hariri'nin öldürülmesinden Hizbullah'ı sorumlu tutan bir iddianamenin çıkacağından bahsettiğini duyduk. Bildiğiniz gibi Eşkenazi bir gazeteci değildir bir gazete ya da dergide yazı yazmaz. O, bölgedeki en büyük ordunun ve dünyanın Ortadoğu'daki uygar ve demokratik olarak hatta demokrasi vahası olarak kabul ettiği bir devletin Genelkurmay Başkanıdır. Gazetecilerin bile bilmediği uluslar arası mahkemeden bahsediyor. Ama Eşkenazi gazeteci değil.
Bu gece burada dikkate almamız gereken bir atmosfer var. Hepimiz ayrıntılar, beklentiler, isimler ve kehanetlerden bahseden İsrail basınını dinledik. İsrail'in en çok gürültü kopardığı konu hesaplardır. İsrail, büyük bir umut ve coşkun bir sevinçle Lübnan'ın ona yöneldiğini ve onun gözünün Lübnan üzerinde birinci derecede de direniş üzerinde olduğunu söylüyor. Büyük patlamadan, fitneden, Lübnan'ın parçalanmasından, direnişin tecrit edilmesinden ve girdiği çıkmazdan bahsediyorlar.
Biz söylendiği gibi haftalar önce tehlike çanını çaldık ve Lübnan, bölge ve direniş için hazırlanan şeyin tehlikesine karşı Lübnanlıların, bütün Lübnan dostlarının ve onun üzerine titreyenlerin dikkatini çektik. Tabi bu boyutta ve bu hassaslıkta bir meseleyi ortaya atmak ülkede tartışmalara neden oldu. Bu normal bir durum ama ciddi tehlikelere ışık tuttu. Olay sadece bizimle sınırlı kalmadı, ülkedeki büyük ve önemli ulusal liderlikler ve ulusal şahsiyetler bu korkuları gündeme getirdi. Herkes bu havayı yaşıyor. Basında bu konudan az sayıda kişi bahsediyordu ama oturumlar ve salonlar bu tür konuşmalarla doluydu. Bu ortamda Kral Abdullah Bin Abdulaziz'le Beşşar Esad Lübnan'a ortak bir ziyaret düzenlediler. Biz bu ziyareti memnuniyetle karşıladık ve karşılıyoruz. Bütün Arap yakınlaşmalarından özellikle de Suud Suriye (bu Başkan Nebih Berri'nin denklemidir: S-S) yakınlaşmasından duyduğumuz mutluluğu dile getiriyoruz. Çünkü Arap ve S-S yakınlaşmasının bereketi ilk önce Lübnan'a gelir. Bunun bereketinden ilk faydalanan Lübnan olduğu için Arapların birbirinden uzaklaşmasından da en çok o etkilenir. Birkaç gün önce Katar Emiri'nin de bir ziyareti olmuştu. Özellikle de Binti Cübeyl, el-Hıyam, Deyr Mimas gibi güney Lübnan'da direnen köyleri ziyaret etmiş ve insanlar, onun savaşın yıktıklarını imar etmede yanlarında yer almasından ve siyasi konumda da onlarla dayanışma içinde olmasından ötürü duydukları şükranı samimi bir şekilde dile getirmişlerdi. Öte yandan Lübnan, İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın Ramazan bayramında yapacağı ziyareti de dört gözle bekliyor. Bizler ülkemize; misafirperverlik, onur ve cömertlik ülkesine gelen bütün üst düzey ziyaretçilere hoş geldiniz diyoruz. Tek amacı Lübnan aleyhinde hazırlanan her şeye karşı onu korumak olan Suud-Suriye-Lübnan ortak üçlü zirvesinden sonra, Lübnan'ın çıkarını korumak ve İsrail'in kurduğu düşlerin önünü kesmek için Araplar tarafından her türlü çabanın sarf edileceğini ve bu çabalar sonuç verinceye ve bu sonuç üzerine bir şeyler bina edilinceye dek ortalığı sakinleştirmemiz ve yardımlaşmamız gerektiğini anladık. Biz bu çabayı ve çağrıyı memnunşyetle karşılıyoruz. Gerçeği öğrenmek istediğimizi, sahtekârlığı, dolandırıcılığı ve politik hareketleri kabul etmediğimizi, şahsi ve ailevi (Şehit Refik Hariri'nin ailesi) ve tüm Lübnanlılar olarak ulusal bir hak olan adalet isteğimizi vurguluyoruz. Hepimiz ülkemizi, ulusal birliğimizi ve sivil barışı korumak istiyoruz. Çünkü biz gerçeği, adaleti ve ülkemizi korumak istiyoruz. Haftalar önce bunu dile getirdik. Size ramazan ayının başında bir basın toplantısı düzenleyeceğimi söyledim. İnşallah 9 Ağustos Pazar günü bu toplantıyı düzenleyeceğim. Hazırladığımız basın toplantısı temelde iki büyük ve önemli kısımdan oluşuyordu. Hatta zaman sorunumuz oldu, bir basın topantısı ne kadar sürer, ne kadarını kaldırır gibi, ama olsun olanda hayır vardır.
Birazdan açıklayacağım birinci kısım İsrail'in bizi Hariri'yi öldürmekle itham etmesiyle alakalıdır. Ben de bu ithama karşılık vereceğim ama faraziye üzerinden değil, veriler ve göstergeler ışığında Refik Hariri'yi İsrail'in öldürdüğü üzerinden. Bu ilk kısım, ikinci kısımda değerlendirmemizden, somut verilere bianen anlayışımızdan, uluslar arası soruşturma komisyonunu, uluslar arası mahkemeyi ve iddianame üzerindeki çalışma metodunu değerlendirmemizden bahsedecektim. Bütün bunlar ikinci dosyadaydı.
Şimdi bazıları, uluslararası mahkeme, soruşturma ve iddianame hakkında konuşmanın ülkeyi etkilediğini düşünüyor. Mevcut aşamada ülkenin sakinleşmesi ve Arap çabasına fırsat verilmesi isteniyor. İkinci kısmı başka bir görüşmeye erteliyoruz. Biz şimdi bu meseleyi bu boyut ve bu açıdan inceliyor ve takip ediyoruz.
Birinci kısımdan ise pazartesi günü bahsedeceğim. Size bir şey söylemek istiyorum. Biz birkaç aydan bu yana -olayların nasıl ele alınacağı anlaşıldıktan sonra- çok ciddi çaba sarf ediyoruz. Tamam, gelin birlikte ciddi çapa sarf edelim. Nihayetinde elimizde imkân var, güç var. Arşivimize müracaat ettik, elimizde İsrail'le direniş arasındaki mücadele hakkında devasa bir arşiv var. Hamd olsun bu arşivin büyük kısmı Temmuz savaşındaki bombardımanlardan sağ salim kurtuldu. Bütün ayrıntıları incelemeleri için seçkin bir takım kurduk ve günlerce aylarca çalıştılar ve sonuca vardık. Pazartesi günkü basın toplantısında ilk olarak size İsrail'in, casusları aracılığıyla siyasi düşmanlığı kullandığına hatta Hariri, onun arkadaşları, çevresi, içerde ve dışardaki arkadaşları nezdinde Hizbullah'ın onu öldürmek istediği kanaatini oluşturmak için 1993 yılında Hizbullah'la Hariri arasındaki husumeti kullandığına dair kesin delil getireceğim. Size hem görsel hem işitsel deliller getireceğim bu konuyla alakalı. Yine basın toplantısında hem size hem kamuoyuna, soruşturma komisyonu kurulması ya da İsrail'in faraziyesi üzerinde değil Temmuz savaşında kazandığımız zafer üzerinden hitap edeceğim. Her birimizin suçlama hakkı var. Dün diyorlardı ki sizin suçlamaya hakkınız yok ama siz 4 yıldan beri bizi suçluyorsunuz, hem de hiçbir delil, veri ve siyasi analiz olmaksızın. Bir de çıkmış bu siyasi bir suçlamadır diyorsunuz. Hayır, benim elimde veriler, belgeler var. Bugün size Refik Hariri'nin 14 Şubat 2005'te suikasta kurban gitmesinden İsrail'i sorumlu tuttuğumuzu söylüyorum.
Bu delilleri basın toplantısında sunacağım çünkü bunları sunmak için televizyon ekranına ihtiyaç var. Basın toplantısında sizlere, soruşturmada geniş ufuklar açacak ya da en azından gerçeğe ulaşmamızı sağlayacak filmler, belgeler ve veriler sunacağım. Ve bizlere, siz İsrail'i suçluyorsunuz o zaman delil getirin diyen herkese cevabını vereceğim. Bu verileri size rakamlar ve delilleriyle sunacağım. Ve ilk defa sunduğum verilerin doğrulunu ispatlamak için Lübnan'daki İslami direnişin tarihindeki en önemli operasyonlardan birinin çok önemli sırlarını açıklamak zorunda kalacağım. Tabi bu basın toplantısından sonra Lübnan hükümeti gerçeği ve adaleti öğrenmekten sorumlu olmadığını, bu konunun uluslar arası mahkemeye devredildiğini söyleyemez. Hayır sorumludur. Yardımcı olacak bir bilgi bulursa bir makamı görevlendirsin. Hangi makam olursa olsun ister yargı, ister güvenlik isterse müşterek makamlar olsun bizler verilerin, belgelerin, kopyaların aslını ve istedikleri şeyi vermeye hazırız. Bu yolda ilerlemede yardımlaşırız. Tabi bu konuda ciddi bir çaba sarf edilirse ve bu yönde yardımlaşırsak sadece Lübnan'ı değil bütün bölgeyi, İsrail'in düşmemizi istediğ kör fitneden kurtarmış olur hatta gerçek katili bulmuş ve Lübnanlılar olarak adaleti elimizle yerine getirmiş oluruz.
Üçüncü başlığa geçmeden önce, ikinci başlığa bir şey daha ilave etmem gerekiyor ama bunun ne uluslar arası mahkeme ne uluslar arası soruşturmayla ne de kimseyi kötülemekle alakası var. Kardeşim, uluslar arası mahkeme yalancı şahitler konusunda uzman olmadığını söylüyor kabul ederiz ya da etmeyiz o ayrı mevzu.
Lübnanlılar olarak artık sesimiz gürleştiği için ister bakanlık, ister savcılık düzeyinde isterse yargı düzeyinde olsun hangisini isterseniz- yeniden bir komisyon kurulması çağrısında bulunuyorum. Hiç kimseyi hesaba çekmek istemiyoruz, hiç kimseyi yargılamak istemiyoruz, kimsenin başını kesmek de istemiyoruz. Getirin yalancı şahitleri ve sorguya çekin bakalım onları kim kurmuş plak gibi. Belki bu, ipin ucunu yakalamaya ya da gerçeğe ulaşmaya yardımcı olur. Lübnanlılar olarak uluslar arası mahkemeden ve başsavcıdan ayrı bir komisyon kurmamız neden sorun oluyor? Onları kabul ederiz ya da etmeyiz, saygı duyarız ya da duymayız, onların değerlendirmelerinden ötürü birbirimizi kızdırırız bu ayrı bir konu. O işini yapsın biz de işimizi yapalım, Lübnanlılar olarak hepimiz yalancı şahitlerden zarar görüyoruz. Lübnan vatandaşı olarak değerli hükümetimizden herhangi bir şekilde bir komisyon kurmasını ve gerçeğe ulaşmaya, adaleti sağlamaya, Lübnan'ı, direnişi ve sivil barışı korumaya yardım edecek şekilde durumu incelemesini istemeye hakkımız yok mu? Ben size bu gece çalışanların ve bu işin peşinden gidenlerin ön safında Hizbullah'ı bulacağınızı söylüyorum.
Üçüncü başlık savaş başlığıdır. İsrail konusunda söylediklerimin ve söyleyeceklerimin hiç kimseyi rahatsız etmemesi gerekir. Tabi bu kişi çıkıp İsrail'i savunmak isterse durum başka. Bu onun bileceği iştir ve ayrı bir konudur. Savaşla, var olan denklemler ve mevcut durumla alakalı olarak artık hepimiz Temmuz savaşının hedeflerinin neler olduğunu biliyoruz. Asıl hedef direnişin kafasını ezmekti. Tabi direnişin ezilmesi bir projenin ya da Condoleezza Rice'ın dediği gibi Büyük Ortadoğu projesinin genel hatlarını çizmesinin istendiği adımların bir parçasıdır. Bu, halkanın bir parçasıdır. Filistin'le, Suriye'yle ve İran'la alakalı olan halkalar vardı. Afganistan'la alakalı olan halkalar da tamamlandı.
Biz de zincirin bir halkasıydık. Hatta bu ifadeyi kullanan bile ben değilim. Bir gün Lübnanlı siyasi liderlerden biri (adını vermeyeceğim ki zor duruma düşmesin, çünkü biz insanların adını verdiğimizde zor duruma düşüyorlar) savaşın ilk günlerinde bana (bu kişi gerçekten sevilen bir kişidir ve bizim de onu sevdiğimizi bilir) mesele çok büyük dedi. Dikkat edin. Çünkü ben Arap ülkelerinden birindeki önemli bir lideri aradım ve hükümetinin Lübnan'daki savaşı durdurması için müdahale etmesini istedim. Bana dedi ki hiç boşuna kendini yorma. Emir büyük yerden, Hizbullah'ın ezilmesi için uluslar arası bir karar alındı. Evet, bu ifadeyi kullandı "direnişi ezmek". Mesele ne iki esir ne de silah meselesidir. Direnişi ezmek için uluslar arası büyük bir karar alınmıştır. Hepimiz çok az kişi hariç bütün dünyanın düşmanı desteklediğini ve direnişi kınadığını hatırlıyoruz. 7-8 büyük devletin bir araya gelip bir açıklama yaptıklarını hatırlıyoruz. Lübnan ve direniş dünyadaki büyük ülkelerin bir açıklama yapıp direnişi kınayacakları ve İsrail'in Lübnan'a yaptığı saldırının üstünü örtecekleri kadar büyük hacimde mi?
Savaşın ortalarında savaşı durdurmak için New York'a Güvenlik Konseyi'ne giden Arap heyetindeki Arap yetkililerden biri (onunda adını vermeyeceğim, belki o bundan rahatsız olmaz ama tedbir açısından) bana anlatıyor: "New York'taki Güvenlik Konseyi binasına vardık. Değerli dostumuz Jean Bolton bizi karşıladı ve bana buraya ne yapmaya geldiniz dedi? Ben de savaşı durdurmak için bir şeyler yapabilir miyiz diye bakmaya geldik dedim. Bana, vaktinizi boşa harcıyorsunuz dedi. Yaz mevsimi gidin hava alın keyif yapın burada vakit harcamayın. Bu savaş bu sözü Bolton Arap yetkililere söylüyor- ancak iki durumdason bulur: Ya direniş ezilir ya da Hizbullah teslim olur ve silahını teslim eder. Bu iki durum dışında bu savaş sona ermeyecek.
İşte hep birlikte direndiğimiz ve hep birlikte zafer kazandığımız savaşın yapısı buydu, savaş buydu. İşte burada yanlış hesap yapıldı. Ben düşmana tekrar diyorum ki; sen yanlış hesap yapıyorsun, halen yapmaktasın ve yapacaksın. Senin yüzde yüz hatalı olduğun ortaya çıkacak.
Temmuz savaşında bütün dünya ekseriyetle İsrail'in yanındaydı. Arapların mübalağası bir yana şimdi ki gibi onun tecrit edilmiş bir devlet olduğunu söylemiyorlardı. O gün düşman savaş açtı ve ona zaman verildi. Hatılarsınız Lübnan'ı seven ve daima ziyaret eden Noam Chomsky şöyle diyordu: İsrail'in Lübnan'a açtığı bütün savaşlar İsrail'in kararı ve Amerika'nın onayıyla olmuştur. Bunun istisnası Temmuz savaşıdır. Bu savaş Amerika'nın kararı ve İsrail'in uygulamasıyla gerçekleşti. Bu da bu savaşın büyük bir projenin parçası olduğunu kanıtlıyor. Mesele 2 esir meselesi ya da Aadaisse'deki ağaç meselesi değildir. Bu ağaç savaş çıkmasına sebep olabilirdi. Bırakın onları istedikleri ağacı kessinler, bir ağaç için savaş çıkaracaklar" Olayları hafife almayı seven bazı insanlar böyle diyorlar.
Bu savaşta büyük hesaplar vardı, direnişin çökmesini, bağlarının kopmasını ve savaşçılarının cephelerden kaçmasını beklediler. Ama direnişçileri Lübnan dağları gibi ulu ve başı dik buldular ve sizler böyle kalmaya devam edeceksiniz.
Lübnan ordusunun, kışlaları ve karargâhlarının bombalanması nedeniyle parçalanmasını beklediler ama onun başının üstünde taşıdığı şeref, fedakârlık ve vefa sloganının en iyi örneği olduğunu gördüler ve öyle kalmaya devam edecek.
Hesaplarına göre güneyden, Dâhiye, Bekaa özellikle Baalbek ve birçok Lübnan bölgesinde bir milyon kişi göç edecekti. Bir milyon göçmenin bağıracağını, itiraz edeceğini, protesto edeceğini, sokaklara dökülüp direnişe düşmanın şartlarını kabul etmesi için baskı yapacaklarını hesap etmişlerdi. Ama sizin insanların en şereflisi, en onurlusu ve en temizi olduğunuzu gördüler ve sizler öyle kalacaksınız.
Diğer Lübnan bölgelerinin ve diğer mezheplerin bu direnişe bağlananları ve belirli bir gruptan olan göçmenleri terk edeceği hesabını yaptılar. Diğer Lübnanlıların direniş ehlini bırakacağını zannettiler. Oysaki onlar camileri, kiliseleri, manastırları, evleri ve kalpleri doldurmuşlardı ve Lübnan İsa Mesih ile Muhammed örneği gibiydi.
Lübnan'daki siyasi iradenin düşeceği hesabını yaptılar. O vakit Lübnan'da direniş üzerine bahse giren, onu koruyan, destek olan, yardım eden, yaptığı hesapta dürüst olan ve direnişle birlikte zafer kazanan büyük insanlar vardı ve halen böyle insanlar var.
Beraber direndik, beraber zafer kazandık ve ben bugün size irademizi bütün dünyaya hâkim kıldığımızı söylüyorum.
Arap heyeti hikâyesini tam olarak anlatayım size. Yetkili bana diyor ki: "Bolton karşılama esnasında bize burada boşa vakit harcamayın, savaş ancak direniş ezilir ya da teslim olup silah bırakırsa son bulacak dedi. Gidişimizden 10-13 gün sonra Lübnan'ın güneyindeki durum değişmeye başlamıştı. Füzeler halen Filistin'e düşüyor, tanklar halen Huceyr'i yıkıyor, Binti Cübeyl, Aynata ve civar köylerde insanlarla birlikte taşlar da savaşıyordu."
İsrail'in ne kadar küçük akıllı olduğunu öğrenmek istiyorsanız bazen onların küçük çocuklar gibi davrandığını hissedersiniz- Binti Cübeyl'de böyle kapsamlı ve uzun bir savaşı neden yaptığına bakın. Neden yapıyor? Nispet olsun diye! Yani direniş 25 Mayıs 2000'de Binti Cübeyl'de nasıl bir kutlama yapar ve Lübnanlı bir adam insanlara "İsrail ankebut evinden bile daha zayıftır" nasıl der. İsrail bu savaşı çıkarır ve planın gidişatını değiştirir. Ne için? İsrail çelikten bir evdir demek için. Ama Şeyh Ragıp'ın dediği gibi başarısız olurlar: İsrail ankebut evinden bile zayıftır.
Arap yetkili bana diyor ki: "Bir grup ülke arasında müzakereler olurken bu gelişmeler oldu. Bu aşamanın sıkıntılarının yanısıra Lübnanlı yetkililerle görüşüldü. Çünkü ateşkes kararı alınmıştı. Biraz rahatlamak istiyorduk. Bir gece İsrailli bir temsilci geldi ve Arap heyetindeki yetkililerden birine: Bu gece savaşı durdurma kararı almak itiyoruz dedi. Beriki cevap verdi: Sen benimle dalga mı geçiyorsun, alay mı ediyorsun? Onlar kaç gündür şart koşup duruyorlar ve çok uluslu kuvvet istiyorlar. Sonra UNIFIL'in gönderilmesini kabul ediyorlar. Ama UNIFIL 15 bin kişiyi hazırlamadan savaşı durdurmuyorlar. Arap yetkili diyor ki: Peki 15 bin INIFIL görevlisi ne olacak deyince İsrailli temsilci elimizde 2000 var şimdilik onunla idare ederiz sonra 15 bin gelir diyor. Yetkili diyor ki sen ciddi misin? O da evet diyor savaşı durdurma kararı almak istiyoruz. Yetkili anlatıyor: Toplantı yerinin giriş kapısından oturuma geri döndük. Bakıyorum ki Jean Bolton beni bekliyor. Bana sarılıyor ve köşeye çekiyor ve bana himmetini isteriz ey falanca! Bu gece savaşı durdurmak istiyoruz diyor. Beriki de ona sen ciddi misin diyor? O da evet cevabını veriyor. Öteki diyor ki: Neden savaşı durdurmak istiyorsun direniş ne ezildi ne de silahını teslim etti. Diyor ki: İsrailli dostlarımız bize artık savaşa devam edemeyeceklerini devam ederlerse bunun İsrail için bir felaket olacağını söylediler.
Bu Arap yetkilinin gelip bize müjde vermek hakkıydı. Biz Güvenlik Konseyi'nde şöyle yaptık böyle yaptık diyebilirdi. Ama bana bir şey söyledi teşekkür ediyorum bu sözü için- dedi ki: Efendim bu dünyada savaşı durduğu müjdesini verecek kimse yoktur. Bütün dünya sizin başınız ezilinceye dek bu savaşın sürmesini istiyordu. Bu savaşı sizler durdurdunuz, dünyaya bu savaşı durdurmaya sizler mecbur ettiniz. İşte sizler böyle insanlarsınız.
Bugün 25 Mayıs 2000'de söylediklerime ilavede bulunmak istiyorum. Tabi Suriye'den, İran'dan bize yardım eden ve destekleyen insanlar vardı, dünyada dostlarımız vardı. Ama ne uluslar arası toplum ne Güvenlik Konseyi ne de bu dünyada hiç kimse size işgal altındaki topraklarınızı ve hapishanelerdeki tutuklularınızı geri veriyoruz diye müjde veremez. Biz her zaman topraklarımızı kimseden medet ummadan geri aldığımızı söylüyoruz. Burada lütuf Allah'ındır, onun yardımı vardır. Başka hiç kimsenin yardımı olmamıştır. Halkımız, şehitlerimiz, ordumuz, topraklarımız, omuz omuza verişimiz, yardımlaşmamız" İşte bütün bu fedakârlıklar bu sonucu doğurdu.
Bugün Temmuz savaşının yıldönümünde bütün bu gerçeklere dayanarak sizlere şunu söylemek istiyorum: Dünya size savaş açtığında sizler felakete dönüşmemesi için İsrail'i savaşı durdurmaya mecbur ettiniz.
Buna binaen; biz ülkeyi ve davayı koruyan gerçek bir caydırıcı denklem oluşturduk. Biz Lübnan'da endişelenmeye haklıyız. Ben burada yakında bir savaş çıkacağı ihtimalini yüksek görüyor değilim. Diğer verilerin ne olduğunu da bilmiyorum. İhtimalden bahsedecek olursak bu ihtimal her zaman mevcut. Çünkü İsrail saldırgan bir yapıya sahip. Ama evet ortada endişelenmeye sebep olacak şeyler var. Filistin için, Filistin davası, Filistin halkı ve Filistin direnişi için kapalı kapılar ardında ve kara odalarda planlar yapılıyorsa genellikle tecrübe sahipleri Lübnan için endişelenirler. Endişelenmekte haklılar. Ama en azından savaşın kapıda olduğu gözükmüyor. Bu üzerinde çok düşünülmesi ve tartışılması gereken bir konu. Ama bu analizin haricinde her zaman dediğimiz gibi, bu düşman saldırgan bir yapıya sahip olduğu ve açgözlülüğünde devam ettiği sürece savaş çıkarmak için mazerete ihtiyaç duymayacaktır. Savaş çıkarmak istediğinde ne iki esiri ne Aadaisse ağacını, atılan füzeyi ne de Londra'da kurşun sıktıkları ama ölmeyen büyükelçiyi bahane etmeye ihtiyaç duyarlar. Onun bahane ve delile ihtiyacı yoktur.
Bu nedenle Lübnanlılar olarak ülkemiz, halkımız, onurumuz ve izzetimize karşı sorumluluğumuz, hepimizin sorumluluğu; hazır, uyanık ve ihtiyatlı olmamızdır. Zira ülkeyi ne korur bundan başka Güvenlik Konseyi mi? Böyle düşünürsek aynı senfoniye yani uluslar arası kararlar, anlaşmalar ve sözleşmelere geri dönmüş oluruz. Bu sorunun cevabı artık Lübnan halkı, bölge ve dünya hakları için netleşmiştir.
Düşünün bugün İsrail hem suçlu hem güçlü, suçu Lübnan'ın üzerine attı ve Güvenlik Konseyi'ne gidip bizi şikâyet etti. Eğer veto edecek bir sınır bulamazsak Güvenlik Konseyi Lübnan'ı suçlayabilir, bunu ummalıyız. İsrail'in suçlanması ise imkânsızdır. İşlediği katliamların hiç birinde suçlanmamışken Aadaisse olayında ve Lübnan ordusuna saldırmasında mı suçlu bulunacak?
Temmuz savaşından bu yana direniş, amacı ülkeyi korumak olan savaş, mücadele ve çatışma denklemi üretmeye çalışıyor. Daha önce yaptığımız hiçbir konuşmada ne kahramanlık hikâyelerini ne de manşetleri ortaya dökmedim. Ülkeyi koruyacak denklemlerin ortaya atılması hepimizin görevinin bir parçasıdır. Bu denklemlerin önemi gerçeklere dayanıyor olmasıdır. İsrailli benim dürüst olduğumu değil bu sözlerin doğru olduğunu biliyor. O benim dürüst olduğuma inanıyor. Onun eline öyle ya da böyle, casuslar aracılığıyla geçmiş veriler var. Çeşitli ve farklı sebeplerden ötürü bu söylediklerimin bir temeli olduğu düşüncesini oluşturabiliyor. Ama bunun ayrıntılarına erişebiliyor mu? Hayır erişemiyor. Bu ona göre zor iş. İsrail savaş sırasında bilgilerle alakalı çok hata yaptı. Daha sonra üzerine savaş çıkardığı bilgiler ile verilerin yanlış olduğunu anladı.
Önceki konuşmalarda Lübnan'a gelirseniz sizinle savaşacağız dedik. İsrail'in iç cephesinden, füzelerden, son konuşmada da denizden bahsettik. Şimdi herkes bekliyor. Karadan sudan bahsettik, hava kaldı herkes bekliyor ki bundan bahsedelim. Asla olmaz. Bu, denklem kuramayacağımız ya da denklemi ilan edemeyeceğimiz bir konudur. Hava silahı konusunda yapıcı belirsizlik politikasını yürütüyoruz. Bırakalım zavallı İsrail istediğini düşünsün. Bizim hava savunmamız olmadığını mı düşünmek istiyor düşünsün. Savunmamız olduğunu mu düşümek istiyor düşünsün. İşte direnişin gücü buradadır. Ülkeyi korumak için açıkladığımız işler var. Ama gerçek olmasına rağmen yine ülkeyi korumak için açıklamadığımız işler de var. Açıkladığımız zaman ülkeyi tehlike içine atacağımız durumlar olabilir.
Konuşmamın sonunda İsrail'e mesaj vermenizi istiyorum. Bugün mesajı siz vereceksiniz ben değil.
Son dönemde İsraillinin Lübnan'daki halka özellikle de direniş ehline karşı çalışmaya girdiği ve insanlarla onların iradesini hedef alan psikolojik savaşa girdiği gözümüze çarpıyor. Bu normal bir durum. O bizim onun iç cephesini hedef alışımıza karşılık veriyor. Biz onun iç cephesini vurmayı ve yalanlar ile vehimler değil gerçeklere binaen İsrail toplumunda gerçek bir korku oluşturmayı başardık. Düşman hükümeti bu endişeyi göz önüne almak zorundadır. Savaş açmak istediğinde iç cephemize ve insanlara da savaş açmaya çalışıyor. Onları korkutmak, aralarında korkuyu yaymak istiyor. Gelecek savaşta sivil hedeflerin vurulacağından, siviller arasında füzeler ve silahlar olduğundan bahsediyor. Tabi bunlar yalan. Neden? Çünkü Temmuz savaşında Dahiye'de İmam Hasan akademisi vurulduğunda burada füze ya da silah deposu mu vardı? 50'den fazla kişinin şehit olduğu Shiyah katliamında orada asker mi vardı ya da askeri imkânlar mı vardı? Nebi Şit'te Kana, Srifa, Al-Qa' ve Nahriye'de işlenen katliamlarda 100'den fazla kişi öldürüldü. Bunlar Lübnanlı, Filistinli ve Suriyeli işçilerdi. Ne vardı orda silah deposu mu yoksa füze mi? İsrail'in savaş açmak için bahaneye ihtiyacı yok. Aslında İsrail'in politikası ve staratejisi, direnen ve ona karşı çıkanın iradesine baskı uygulamak için sivilleri hedef almak, onları öldürmek ve kanlarını mübah görmektir.
Ben bu gece size bir soru yöneltmek istiyorum ve cevabı ve denklemi sizler vereceksiniz. Temmuz savaşından sonra İsrail insanların direnişi terk edeceğini, direnişten usanacağını zannetti. Sorarım şimdi size insan izzetini, onurunu, dik başını ve yüzsuyunu korumaktan usanır mı? O böyle varsayımlarda bulundu. Temmuz savaşında direniş halkının ve ehlinin verdiği cevap çok büyük oldu. 14 Ağustos'ta güneyden, Beka'dan ve Dahiye'den kafileler evlerine ve yıkılmış ve misket bombalarıyla dolu ülkelerine dönüp İsrail'in ihanetinden, ölümden ve bombardımandan korkmadıklarını gösterdiler. Sorarım size bütün bu zaferlerden sonra direnişten vazgeçebilir misiniz?
Bu gece düşmana ve hesabını yanlış yapan herkese verdiğimiz mesaj şudur: En şerefli şehitleri veren en şerefli insanların direniş yolundan dönmesi mümkün değildir.
Sizin, şehitlerinizin, yaralılarınızın, fedakârlığınız, direnişiniz ve sabrınızın zaferini kutluyorum. İçinde bulunduğumuz şu günlerde İmam Mehdi'nin doğum yıldönümünü kutluyor, mübarek ramazan ayının Allah'ın ayının gelişinin hepinize zafer, bereket, birlik ve barış getirmesini temenni ediyorum. Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.
israhaber