Yaşıyorum, o zaman bir hata sonucu varım, demeli her Türkiyeli... Türkiye’de yaşamak bir sapma. Bu şu demek, normatif olan yani asıl olması gereken olan yaşamamak sanki yani ölmek. O zaman yaşıyorsanız, normatif yani olması gereken olmamış demektir, ve siz hâlâ hayattasınızdır. Şükredip oturursunuz. Bir gün daha geçirdim ve ölecekken ölmedim diye.
Bu tuhaf girişin sebebi ülkemizde insanın hayatına “verilmeyen” önem, değer. İnsansın işte! İnsan değil misin, kolun da kopar, kafan da parçalanır, o da olur bu da, yok olur gidersin. Hani derler ya, yuvarlanıp gidiyoruz, o misal, yok olup duruyoruz. Her gün. Her daim. Her yerde. Bir varmış bir yokmuş hesabı, bir varız, bir yokuz. Olumluyuz hiç şüphesiz. Amma! bu kadar mı ucuz olmalı insan hayatı.
İnsan varlığının hiçbir kıymetinin olmadığına günden güne daha çok kanaat getirdiğimiz ender yerlerdeniz. Evet, çok büyük atılımlar yaptık, ilk onyıllarda, nasıldı marşlarda söylenen “demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan”... Evet son on yıllarda ise pek de bir “modern” olduk, zevku sefaya düştük, zengin mi zengin, süslü mü süslü, şaşalı mı şaşalı, gösterişli mi gösterişli olduk halkça. Bilgili mi bilgili diye pek ekleyemeyeceğim amma velakin muhakkak ki istisnalar vardır, kendini bilen ve kendini bildiği için de hiçbir şey bilmediğini idrak eden gerçek bilgeler vardır hiç şüphesiz, ama onlar da istisna olacak ve kaideyi bozmayacaklardır.
İşte böyle yuvarlanıp giderken, kelimenin tam manası ile literal anlamda da yuvarlanıp gidiyoruz. Serinlemek için denize girip ölenlerin haddi hesabı yok bu ülkede. Bu ülkede, baraj taşar, piknik yapalım diye baraj alanında oturan masumcuklar bir anda ölür gider bu ülkede.
Trafik kazaları olmazsa olmazımızdır zaten. Öyle ki kültürel bir ikon halindedir sanki. Türkiye denince ilk akla gelen nedir diye sorsalar bir turiste, trafik kazalarıdır der, herhalde. Otobüs yanar, işinden evine giden yolcu yanar kül olur. Lastik patlar, lastiği değiştiren sürücü, TIR’ın altında kalır, yok olur. Vapur hareket eder, henüz tam yüklenmemiş araba düşer suya, insanlar boğulur. Üst geçit çöker, altta araba, üstte insanlar telef olur. İşe çıkar sabah insancıklar, akşam ölüleri döner eve, gelir.
İnsan dediğin, hayvan kadar da bir değer arz etmez mi bu ülkede....bilemedim. Hayvanların sevenleri var. Koruyucuları, kollayıcıları var. Haklarını savunan gruplar, dernekler var. Ya insanları? Bir “insansevenler derneği” kurmak lazım değil mi? Aksi takdirde, onları kim koruyup kollayacak bu ülkede? Ki sokağa çıktıklarında ölmesinler. Ki pikniğe gittiklerinde su altında kalmasınlar. Ki yolda yürürken saksı düşüp ölmesinler. Ki balkonda çekirdek çitlerken seken kurşunla vefat etmesinler. Ki rögar çukuruna düşüp etraftakilere “nereye gitti, şimdi buradaydı” dedirtmesinler. Ki otuz ikinci kattan yere asansörle çakılmasınlar. Ki metrobüs üst geçitinde silahına sarılmış birinin saçtığı dehşete maruz kalmasınlar.
Uzun lafın kısası, yaşıyorsanız, bir hata sonucu yaşıyorsunuz gibi bir şey, yeni günü iki rekat şükür namazı ile karşılamayı ihmal etmeyin.
yeniakit