Allah’ın iradesi her şeyi kapsar. Şeytan da O’nun iradesi içindedir. Şeytana mühlet veren de O’dur.
Bu dünya bir imtihan yeridir. Hepimiz, her söz ve işimizle imtihan oluyoruz.
Allah’ın bir iradesi, bir de rızası vardır. O rıza, iradesinin içinde, O’nun çağrısına uyanlar içindir. Rıza’nın dışına çıkanlar gazaba uğrayacaklar, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olanlara gelince onlar cennete girdirilecektir.
Allah rızası nerede? Bu konu ayetlerde çok açık ve nettir. “Onlar sözü dinler, doğrusuna tabi olur, yanlışına karşı çıkarlar.”, “Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yanadırlar ve zalime karşı çıkarlar. Zalim kendi fırkalarından da olsa, mazlum düşmanları da olsa”. Ayet öyle der: “Bir kavme düşmanlığınız (Bir topluluğa öfkeniz) sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin.”
“Adil şahidler” olacağız. “El emin” olacağız, haksızlıklar karşısında susanlardan olmayacağız, cahillerden olmayacağız, “10 emr”e uyacağız, yalan söylemeyecek, zina etmeyecek, riba’dan uzak duracak, çalmayacak, cinayet işlemeyeceğiz, işi ehline vereceğiz, ilaahir.
Peki, böyle yapınca biz zarar göreceksek?!
Biz zarar göreceksek, ya bizim bir yanlışımız, eksiğimiz var, ya da biz hâlâ o işten nemalanmak istiyorsak, Allah’ın rızası olmayan bir işten kazanç elde etmek istiyoruz demektir.
İşte böyle bir durumda şöyle dememiz gerek: “Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz, Allah bilir”.
Eğer İlahi rızanın dışına çıkarsak, o bize hayır getirmeyecek, hatta belki de gazaba vesile olacaktır.
Yani “gayeye giden her yol meşru değildir.” Çünkü “Kem alat ile kemalat olmaz”. Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi olan bir Allah var. Biz yalnız ve çaresiz değiliz.
Şeytan insanları “kendilerinin kazanması” üzerinde hakikati eğip-bükmeye çağırır ve bunda da oldukça başarılıdır. Şeytan bazen, kulağa hoş gelen sözlerle, nefsi şeytanın davetine kapılarını açmış insanları kolaylıkla kandırır. Onun için çok sık, kınayanların kınamalarına aldırmadan, onların tehditlerine rağmen, “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir” diye uyarıyorum.
Biz biz olalım, Allah’ın rızasından ayrılmayalım. Bu işten ben ya da kim ne kazanacak değil, bu iş Allah’ın rızasına uygun mu ona bakalım.
O’nun rızasının gerçekleşmesi yönünde bir tercihte bulunalım.
Eğer sonuç bizim istediğimiz ya da düşündüğümüz gibi tecelli etmemişse, bekleyelim ve görelim.
Çünkü Allah bize hayır gibi gelemeyen bir işin ahirinde hiç beklemediğimiz hayırlar murat etmiş olabilir.
Birileri bu işleri Allah’a bırakmamak ve kendi aklı ile Allah’a çözüm dayatmak istiyor. Onlar gizli bir şirk içindedirler. Hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir.
Maslahat, işi Allah’la sulhetmek içindir. Maslahat bahanesi ile müstekbirler, kâfirler, müşrikler, zalimler topluluğu ile sulh edip birlikte bir şeyler yapmak için pazarlık yapanlar Allah’ın ipini bırakmış ve zalimleri veli edinmiş olurlar.
Biz el emin kişiler olursak, insanları Hakk’a ve hayra çağırmaya devam edersek, umulur ki Allah ötekilerin de kalplerini çevirir, ektiğimiz iyilik tohumları onların beyninde ve kalbinde filizlenir de, bizi öldürmeye gelenler, bizde dirilirler.
Rasyonalist, determinist ve pragmatik hesaplarla, toplum mühendisliğine soyunarak Allah’a çözüm dayatmaya kalkanlar, şeytanın çözümüne boyun eğmek zorunda kalırlar.
Gerçekte ise Allah (c.c) bizi yeryüzünün varisi kılmak istemektedir. Bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. O’nun bu vaadine ise ancak rıza yolculuğu ile ulaşılır. Birileri sanki Allah’a güvenmiyor, kendi stratejistleri, ekonomistleri, politikacıları, istihbaratçılar, akademisyenleri, kamuoyu araştırmacılar, toplum mühendisleri Allah’tan daha iyi biliyorlar ya da Allah’a hiçbir şeyi havale etmek istemiyorlar. Çünkü O, onların istedikleri gibi hüküm vermeyebilir. Yani haşa, sanki Allah’ı mecbur bırakmak istiyorlar. Oysa bu Allah (cc)’ın gazabını artırmaktan başka bir işe yaramaz. Allah, onların işlerini sarp dağlara sardırır ve üstlerine pislik yağdırır.
Onlar “iyi niyet sahibi” olduklarını, “ıslah ediciler” olduklarını söyleseler de, onlar “bozguncular”ın ta kendileridirler.
Biz yüzümüzü Allah’a dönelim. Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi, kadir-i mutlak, “ol” deyince olduran, “öl” deyince öldüren, kadere, rızka ve ecele hükmeden bir Allah’ımız var! Ötekilerden yüz çevirelim. Biz rızaya talip olalım, diğer insanları da Hakk’a çağıralım inşallah.
Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler. Hak şerleri hayreyler, sen sanma ki gayreyler, arif anı seyreyler, görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler.
Kimse haşa Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen parasına para, yetmeyen aklına akıl yetirmeye çalışmasın. O’nun iradesine müdahale değil, rızasına teslimiyet gerek.
Bu söylediklerim, sadece siyasetçileri, bürokratları ilgilendirmiyor, Vakıf, dernek, oda, şirket, sendika, kooperatif, her seviyedeki yönetim için de geçerli. Hepimiz için, herkes için geçerli. Ve bu bizim imtihanımız.
Selam ve dua ile.
Not: Bir zamanlar Zaman Gazetesinin Genel Yayın yönetmeni olan, halen ABD’de yaşayan Ekrem Dumanlı, benden de söz ettiği, yeni yayınlanan bir video röportajında devletin özel kurumları ile ilişkili olduğunu söylediği M.Ö. isimli Fransız Haber Ajansı AFP foto muhabirinin benim “özel şoförlüğümü” yaptığını ve “çantamı taşıdığını” söylüyor. Tabi yalan söylüyor. M.Ö Türk vatandaşı, çevresinde tanınan biri. Ben M.Ö. ile gazeteci olarak tanıştım. Ben Dumanlı’nın da gazeteci olduğunu zannediyordum!?
1- Benim hiçbir zaman özel şoförüm olmadı. Toplu taşıma araçlarını kullandım ve zaman zaman da hanımımın arabası oldu ve o zaman da beni o getirdi-götürdü. Çünkü benim ehliyetim de yok, araba kullanmayı da bilmem. Ve beni tanıyan herkes bunun böyle olduğunu bilir.
2- Ben çantamı hiçbir zaman hiç kimseye taşıtmadım, kendi çocuklarım, yeğenlerim de dahil. Ve bunu da beni tanıyan herkes bilir. Kimsenin elini de öpmedim, el de öptürmem. Beni çevresindeki tanıdıkları ile karıştırmış olabilir. Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar. Dumanlı, şecaat arzedeyim derken şaşırmış olmalı!?