Şirvan el- Şümeyranî*
Irak'lı araştırmacı yazar " Hasan el-Alevi" "Ömer ve Şiileşmek" isimli kitabında, Irak'ın geçen yüzyılın başlarından beri uluslararası gizli siyasi kanallar aracılığıyla "Ömer" ve "Ali" düalizmine bölünmüş olduğunu yazmaktadır. "Britanya Strateji uzmanları, Sünni Osmanlılara karşı savaşlarında, İngiliz güçlerini Basra'ya ulaştıracak en kestirme yolun kenara itilmiş Şii taifesinin işbirliğini kazanmadan geçtiğini görmüşlerdir" Amerikalılar da, bölgedeki en büyük Amerikan sefareti çalışanlarını "Tahran" da rehin alan Şii "fakih devletine" karşı saldırılarında üst olarak, müttefiki olan Sünni Pakistan veya Türkiye'yi değil de, Irak'ı kullanarak sekiz yıl sürecek olan kanlı bir savaş dönemini başlattılar. Amerikalıların Sünnilere karşı girişecekleri zamanı meçhul savaşının başlamasından önce, sekiz yıl boyunca "Karun" ve "Şattu'l Arab" nehirleri İran ve Irak askerlerinin cesetleriyle dolup taştı"!
El-Alevi kitabında, Sömürgeci güçlerin özellikle de Irak da olmak üzere, göz diktikleri bölgelerinde ki mezhepsel ihtilafları kendi maslahatları doğrultusunda nasıl da kullandıklarını gayet güzel anlatmaktadır. Doğrusu onun bu tespitlerine katılmamak mümkün değil. Sömürü ve işgal güçleri, adım attıkları her bölgede kalıcı olmaya ve"amaç araçları meşru kılar" mantığından hareketle üstünlüklerini sürdürmek için her şeyi yapabilirler.
BREMER'İN EKTİĞİ MAYINLAR
Bu söylediklerimizi delillendirmek için eski tarihi hatıraları veya yirminci yüzyılın tazeliğini daha henüz koruyan tarihinin acı hatıralarını deşmeye gerek yok. Babaların ve dedelerin acı hatıratından yardım almaya da gerek yok. Gözlerimiz önünde yaşanan günümüz hadiselerine dikkatlice bir bakış bu delileri bize fazlasıyla sunacaktır.
Irakta ki eski Amerikan genel valisi Paul Bramer "Irak'da Geçirdiğim Bir Yıl" isimli kitabında bu konuda birçok şey söylerken Irak da nasıl mezhep düşmanlığını körükleyici adımlar attığını, geride nasıl bir mayın tarlası bıraktığının da ipuçlarını vermektedir. Irakta geçirdiği günleri gibi bıktırıcı ve rahatsız edici bir üslupla kaleme aldığı kitabından bunları görmek mümkündür.
Irak'taki Geçici Yönetim Konseyinin oluşturulma aşamasını anlatırken şöyle diyor: "Bu meseleyi Dr. İbrahim el-Caferi ile konuşurken, ona Şii güçlerin oluşturacağımız bu meclise iştiraklerinin mutlaka gerektiğini de açıkladım. Çünkü Dava Partisinin Amerika'nın Irak yönetimini değiştirme politikalarına yönelik muhalif bir duruşu vardı." Caferi'ye şöyle der: " Önemli olan Şiilerin geçen yüzyılda, yönetime katılmama ve İngiliz işgalini karşı girişilen "yirmi ayaklanmasına" iştirak etme gibi hataları tekrar etmemesidir." Bremer'in dediğine göre bunu duyan Caferi "başını salladı" "
Kitabının bir başka yerinde de şöyle demektedir: Yeni Irak polis güçleri oluşturmaya başlarken Abdülaziz el-Hakim'e gittim ve ona bir polis gücü oluşturmak üzere olduğumuzu haber verdim. El-Hakim bu " bu gücün komutanı kim olacak?" diye sorudu. "Ben de ona komutanın Şii olacağını söyledim." İşte işgal valisi Bramer, el-Hakimi bu şekilde tatmin edebileceğini görmüştür. Bununla Şiilerin Amerika'ya karşı bir ayaklanmaya girmelerinin önünü kesmek istemiş olabilir. Fakat bunu hiç de sıkılmadan bir yönetim tarzı olarak tüm görev süresi boyunca gayet etkili bir şekilde kullanmıştır. İşgalle yönetimlerinin her zaman ve zeminde uyguladıkları "böl ve yönet" siyasetini o da uygulamıştır.
GÖREVLERİN MEZHEP ESASINA GÖRE DAĞILIMI
Fakat işgal güçlerinin hazırladıkları bu habis planların uygulayıcıları Iraklıların bizzat kendileri olmamış mıdır? Yani şayet Caferi ve el- Hakim, Bremer'in bu bölücü ve ayrılıkları derinleştirici yönetim tarzına karşı durmuş olsalardı, Irak bugün, öz evlatları arasında ki bu tefrika belasından salim olamaz mıydı?! Hatta bu derin krizden çıkmak için kıvranıp duran siyasal güçlerin bizzat kendileri şimdi huzur içinde olmazlar mıydı?! Iraktaki kör mezhep taasubu yukarıda isimi geçen şahsiyetlerle sınırlı bir mesele değildir. Ne yazık ki öldürücü hastalık ülkedeki tüm kesimlere sirayet etmiş vaziyettedir. Hatta Sünni Gruplar bile isteyerek veya istemeyerek buna alet olmuş, Geçici Yönetim Meclisindeki dinsel, ırksal ve mezhepsel ayrılık esasına göre yapılan görev paylaşımın kabul etmişlerdir.
Fakat bilinmelidir ki bu şekildeki ırksal, dinsel ve mezhepsel ayrılıklara dayalı görev paylaşımı ve yönetim anlayışı Saddam rejiminin yıkılmasından hemen önce Irak Muhalefet Hareketinin 2002 Aralık ayında NewYork ve Londra yaptıkları toplantılar ve Şubat 2003de Irak Muhalefet Hareketinin çalışmalarını takip ve düzenleme komisyonunun Kuzey Irak'ın Salahaddin kentinde yapığı tamamlama çalışmalarında alınmış kararların sonucudur. 9 Nisan 2003'de Irak'ın işgal edilmesiyle bu kararlar geçmiş Geçici Yönetim Meclisinden başlamak üzere uygulama alanına geçirilerek görev dağılımında ırk ve mezheplerin nüfus oranları esas alınmaya başlanmıştır.
Saddam'dan sonraki ilk Bakanlar Kurulu Bremer'in planlaması ve İbrahim el- Caferi'nin imzası ile oluşturulmuştur. Hangi taifeye hangi bakanlığın verileceği hususu Iraklılar tarafından belirlenmiş ve buna göre bakanlıklar Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasında paylaştırılmıştır. Yine Cumhurbaşkanlığı makamına hangi mezhep veya ırk mensubunun geleceği, iki yardımcısının hangi taifeye mensup olacağı Iraklılar tarafından belirlenmiştir. Bakanlar kurulu ve parlamento üyeleri de aynı anlayışa göre yine Iraklılar tarafından belirlenmiştir. Öyle ki polis ve askeri güçlerde hangi taifeden yüzde kaç oranda subayın görev yapabileceği ve hatta harp veya polis akademisine hangi mezhepten yüzde kaç oranında öğrenci kabul edileceğini kararlaştıranlar da Iraklılardan başkası değildir. Subaylar bir yana ordu veya polis güçlerinde görev almak isteyenler memurlar için de mezhep kotası yürürlüğe sokulmuştur. Örneğin siz Sünni bir vatandaş olarak emniyette çalışmak isterseniz önce mezhep mensuplarına ayrılan kotanın dolup dolmadığını araştırmalısınız! Tabi ki aynı şey çoğu zaman Şii vatandaş için de geçerlidir.
İŞGALİN ROLÜ
Parlamento ve mahalli idareler seçimlerinde Irak siyasi partilerine seçim listelerini mezhepsel ve ırksal esaslara göre hazırlamalarını işgal yönetimi mi emretti? Bunun böyle olduğunu sanmıyorum!... Şayet Irak İslam Partisi (Sünni) ile İslami Dava Partisi (Şii) ya da Kürdistan Demokrat Partisi ile Meclisi A'la (Şii) cephesi seçimlere ittifak yaparak ortak bir liste ile girmiş olsalardı, Washington hemen harekete geçerek buna engel mi olacaktı!
Bunu söylerken hemen hatırıma Ahmet Çelebi'ye yakınlığı ile bilinen geçmiş Irak Muhalefet Hareketinin izleme ve düzenleme komisyonu üyesi Dr. Kenan Mekkiye'nin bir makalesi geldi. O, bu makalesinde, Çelebinin kısa bir sürede nasıl liberal laik bir düşünceden, dar mezhepçi bir anlayışa kaydığını ve onunla ilgili nasıl bir düş kırıklığı uğradığını anlatmaktadır. Çelebi'nin Ulusal Kongre Partisinde Mudar Şevket isimli Sünni kökenli laik eğilimli bir yardımcısı vardır. Bu kişi Çelebi'nin partisinden olması hasebiyle seçimlere Birleşik Irak Koalisyonu listelerinden girdi ve milletvekili seçildi. İş parlamento üyeleri arasında görev taksimi yapmaya gelince, koalisyon üyesi partilerin liderleri bu kişiye Sünni Arap olması nedeniyle kendi kotalarından görev veremeyeceklerini, bu kişinin ancak Sünni Araplara ayrılan kotadan bir göreve aday olabileceğini söylemişlerdir. Oysaki bu kişi koalisyonlarını oluşturan partilerden birisinin genel başkan yardımcısıdır!
Aynı şey Musul da kabile başkanı olan Şeyh Fevaz için de söz konusu olmuştur. Sünni Araplar onun koalisyon üyesi olması nedeniyle onun Parlamento başkanlığına itiraz etmişlerdi. Diğer taraftan koalisyon partileri ise, Sünni olduğu gerekçesiyle ona kendi kotalarından görev veremeyeceklerini duyurmuşlardır. Bu kişinin bir Iraklı olmasının, parlamentonun ve iktidar koalisyonu partilerinden birinin bir üyesi olmasının sanki onlar açısından hiçbir önemi yokmuşçasına!
SÖMÜRÜYE YATKINLIK
Burada akıllara bir soru gelmektedir: Bunu onlara Amerika'nın Bağdat büyükelçisi mi emretti? Bizim kesinlikle işgalcileri veya Amerikan yönetimini suçsuz göstermek gibi bir derdimiz yok. Fakat gerçek şu ki şayet Iraklılar, yeni Irak'ın farklı bir istikamette seyretmesini arzulamış olsalardı bunu mutlaka yapabilirlerdi. Buradaki işgalci güç kendisi açısından birtakım hedefleri gerçekleştirme çabası içindedir. Bu da onu, Iraktaki yerel güç unsurlarıyla işbirliği yapmaya ve onların taleplerine olumlu karşılık vermeye zorlamaktadır. Şayet Bağdat da ki Amerikan sefareti ya da Washington da ki Amerikan idaresi Iraklıların ırksal ve mezhepsel ayrılıklardan uzak yeni bir devlet inşa etme talepleri ile karşılaşmış olsalardı bu konuda onlara mutlaka yardımcı olurlardı.
Burada asıl demek istediğimiz şey şudur: Irak'ın derin mezhepsel ve ırksal ayrılık ve bölünmelere sürüklenmesinin asıl sorumlusu İşgalci Amerika'dan ziyade Iraklıların bizzat kendileridir. Yoksa Iraklı liderlerin Bremer'in karşısında bu denli zayıf ve iradesiz kalmış olmaları düşünülemez. Aksi halde Malik bin Nebi'nin " Sömürüye yatkınlık" dediği kavram ile karşı karşıya kalmış oluruz ki bunun böyle olduğunu sanmıyoruz... Fakat tekrar etmekte yarar var ki bu konuda sorumluluk birinci derecede Iraklı liderlere aittir. Bizim bu görüşümüzün doğruluğundan emin olmak isteyen kimse, Savunma ve İçişleri bakanlığına aynı anda iki Sünni, ya da iki Şii şahsiyetin getirilmesini yahut Dışişleri bakanlığına Kürt asıllı yerine bir Arab asıllı Iraklının getirilmesini talep etsin! Bakın neler oluyor! Buna herkesten önce bizzat Iraklı liderlerin kendileri şiddetle karşı çıkarlar. Amerikalıların itirazı ise ancak bundan dolayı Irak içinde yeni bir problemle karşılaşmamak istemelerinden dolayı söz konusu olabilir. O halde hastalık bizim içimizdedir ve tedavisi de bizim elimizdedir!
*Iraklı araştırmacı-yazar
tımeturk