Son bir aydır, İstanbul içindeki muhtelif mekanlardakilerden ayrı olarak, Samsun, Manisa /Akhisar, Malatya, İzmir, Isparta, Antalya gibi şehirlerdeki toplantılarda yoğunluklu olarak karşıma çıkan, İran’ın Irak ve hele de Suriye’de izlediği siyaseti nasıl okumak gerektiği şeklindeki sualler.
***
Önce bir anekdot.
Bugün değil, tam 20 yıl öncelerde.
Bir genç gelmişti yanıma, Hollanda’dan. Orta Anadolu şehirlerindendi.
15 gün kadar İran’ı gezmiş-görmüştü.
Son olarak da bu satırların sahibine uğramıştı, bir gazetede.
Durumuna bakarak, ‘Nasıl buldun İran’ı?’ deyince.
Dalıp gitmiş ve dudaklarından bir mırıldanma cümlesi dökülmüştü:
‘İran bizim rüyalarımızın ülkesiydi...’
O zaman, ‘Demek, (İdi). Şimdi ayakların yere değdi mi?’ dediğimde; kendisini teyit edercesine bir hava içinde sorulan bu sual karşısında cesaretlenmiş ve ‘Hayır, ayaklarım yere değmedi, âbi, kalçalarımın üstüne küt diye düştüm..’ deyivermişti. Tabiatiyle çok ütopik bir dünya hayal etmişti.
***
Önce belirtelim ki, yerküredeki bazı coğrafî bölgelerin jeo-stratejik, ya da religio-politik açıdan farklı özellikleri olsa bile, bütün âlemler Rabbimizindir; ‘El’Garb’u lenâ. Ve-ş’Şarq’u lenâ. / Batı da bizimdir, doğu da bizimdir.’; herbirisinin hayır ve güzellik yönünde kullanılması halinde güzel, şerr yolunda kullanılması halinde, o zaman da çirkinliklerinin olabileceğini düşünmek gerekir.
Bu bakımdan, filan coğrafyanın, çok güzel, falan coğrafyaların çok kötü olduğu gibi değerlendirmeler çokça yapılsa bile, hiçbir coğrafya, bütünüyle güzel veya bütünüyle kötü değildir. Bu ölçü, o coğrafyalardaki halklar için de geçerlidir.
Belki, bu gibi değerlendirmeler kişilerin durdukları yere göre ve sahip oldukları kalbî ve aklî ölçülere değişir.
***
Bu satırların sahibi, özellikle Suriye Buhranı’nın başından beri, ‘İran rejimi tarafından takip olunan siyasetin temel ve büyük yanlışlıklar içerdiğini ve bu siyaset yüzünden, İslâm İnkılabı Hareketi’nin, dünyada yüz milyonlarca müslümana, 35 yıl öncelerde verdiği mesajların yolunun bizzat İranlı yöneticilerin bu siyasetleriyle kesildiğini ve bugün, kendisini destekleyen başka coğrafyalardaki bazı gruplar dışında, büyük müslüman kitleler nazarında derin bir hayal kırıklığı, hüsran ve hayıflanmalarla meydana getirdiğini’ söylemekte, yazmakta ve bunun için de, bazılarınca, ağır şekilde de suçlanmaktadır. Ama o, hakikat olduğuna inandıklarımın, Hakk’ın itibarını, halkın iltifatına fedâ edemem!’ demektedir.
***
Bugün gelinen noktada ise tam bir karşı uca savrulmak şeklinde bir tablo sergiliyor, İran.
35 yıl öncelerde ‘La Şarqıyye, la Garbiyye! (Rusya liderliğindeki dünyaya da, Amerika liderliğindeki dünyaya da, hayır!); Ve, ‘La Şiîyye, La Sunniyye. Hükûmet-i İslâmiyye.’ (Şiîlik de yok, Sünnîlik de yok; sadece İslâm Hükûmeti- Devleti.) diyerek, dünya müslümanları arasında, özellikle de genç nesilden yüz milyonların hayallerini süsleyen İran’dan bugüne, ne kaldı; bunun cevabını, bırakalım da kendileri versin.
Hele de son zamanlarda, Amerika’yla ve kapitalist emperyalizm dünyasıyla düşmanlıklarını epeyce törpüledikten sonra, Rusya’yla daha bir acaib ittifaklara girdi; başkalarının da Amerika’yla ittifaklar içinde olduğunu delil göstererek.
Halbuki, başlangıçta, bütün bu kutuplaşmalara karşı, sadece ‘İslam ve müslümanların birliği’ ideali dile getiriliyordu.
***
13 Aralık günü İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Huseyn Abdullahiyan’ın ‘müjdeli’ haberi, her şeyi bir kez daha ortaya koyuyordu: ‘İran’la Rusya arasında Suriye konusunda hiç bir ihtilaf söz konusu değildir.’
Yani, Rusya gibi, müslüman coğrafyalarını, Amerika’dan daha etkili şekilde ezebileceğini ispatlamaya çalışan bir şeytanî güç ile İran arasında, hele de Suriye’de işlenen onca korkunç bombardımanlar ve cinayetlere rağmen, hiç bir ihtilaf olmamış!.
Bu konuya yarın da değinelim,
inşaallah.
stargazete