Libya tam yüz gündür bombalanıyor. Bugüne kadar 5 bin hava saldırısı düzenlenen ülkede, özellikle elli hedef sürekli vuruluyor. Gerekçesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin hakkında tutuklama kararı çıkarttığı Kaddafi'ye karşı muhalefetin önünü açmak olan NATO saldırıları, bir ülkenin işgalinin, yıkımının amaçlandığını ortaya koyar nitelikte.
Şehirler, kasabalar, altyapı tesisleri, ülkenin kaynakları bombalanıyor, tam bir yıkım uygulanıyor. Kara saldırısı hazırlığı gizlenmiyor bile. Bir süre sonra işgal "zorunluluk" haline gelir ve muhalefetin kuracağı Libya yıllar sonraya ertelenebilir. Biz o zaman bir ülkenin daha kurban edilişini izlemiş oluruz. Kaddafi'ye karşı özgürlük isterken acaba bugünleri hiç düşündük mü? Sesimiz soluğumuz yüz günde kesiliverdi ve bizler şu an Libya için hiçbir şey söyleyemez hale geldik.
Yemen'in, Ali Abdullah Salih sonrası ne olacağını bilen var mı? Neden kimse Yemen üzerine konuşmuyor da Suudi Arabistan'ın ne diyeceğine ya da İran'ın bu ülkede ne yapacağına bakıyor?
Afganistan ve Irak'ı kaybettikten sonra kurban ülkeler listesine hızla yenileri ekleniyor. Hep söyleriz; Irak işgalinin Saddam zulmü ve Baas yönetiminin devrilmesiyle hiçbir ilgisi yoktu. Afganistan işgalinin de El Kaide ya da Taliban'la bağlantısı yoktu. Bunlar, önümüze atılan gerekçelerdi ve hepimiz inandık.
Şimdi yeni yalan rüzgarları sahneleniyor ve nasıl da kolay inanıyoruz. Dün Irak'ta katliamlar olurken dünyaya meydan okuyanlar bugün yeni ülkelerin işgalini istiyor hatta diz çöküp yalvarıyor. "ABD neden müdahale etmiyor, NATO neden vurmuyor, bu güçler neden Esad rejimini devirmiyor" diye sızlanır olduk.
Tekrar olacak ama; dün kaynaklarımız üzerinden hesap yapılıyordu, rejimler üzerinden hesap yapılıyordu bugün acılarımız üzerinden, kanımız/canımız üzerinden hesap yapılıyor. İktidarımız da, muhalefetimiz de, zaaflarımız da, sevincimiz ve öfkemiz de birileri tarafından ne kolay istismar ediliyor. Acılar üzerinden hesap yapılacaksa ölümler alabildiğine artıyor. Ölen hep biz oluyoruz, kanı akan hep biz oluyoruz, evleri yakılan da... Ölümler üzerinden safımızı seçerken, duruşumuzu belirlerken, öfkemizi büyütürken, sesimizi yükseltirken sonrasında bir bakıyoruz bütün bunlar üzerinden başkaları kazanç sağlamış. Biz sadece öldüğümüzle kalmışız, ülkelerimiz işgallere uğramışlığıyla...
Biz, yüz yıldır aldatılanlar, artık her şeyden şüphe duyar olduk. Bu yüzyılda da aldatılmak istemediğimizden bu kadar endişeliyiz. Bu yüz yılı da kaybetmek istemediğimizden. Zorbalarla işimiz olmaz, Soğuk Savaş artığı garnizon bekçileriyle işimiz olmaz. Ama bu garnizonlardan bizi vuranlar, bugün neden bizim safımızda görünüyor, neden ölümler üzerinden hesap yapıyor, neden bizim üzerimizden ülkelerimizi talan ediyor?
Korkumuz özgüvenimizin olmayışından değil... Zorbalıklarımızla mücadele yolunda kanlarımız ve canımız hep helal oldu bizim. Korkumuz, yüzyıllık kandırılmışlara bir yenisini ekleme, bir kez daha tuzağa düşme, başkalarının önceliklerine göre savruluşlar yaşama, başkalarının çıkarlarına göre saf tutma korkusudur.
Dün meydan okuduklarımızla, öfkelerimizin hedefi olanlarla bugün omuz omuza oluşumuz, yarın bizi nerelere sürükleyecek bilebiliyor muyuz? "Amerika bizi bu zulümden kurtar" derken, "NATO işimizi kolaylaştır" derken önceliklerimizi tepemizdeki zorbalardan kurtulmak olsa da, yarınımızın ne olacağını, yarın nerede duracağımızı, yarın bize yardım edenlere direnme irademizin kalıp kalmayacağını bilmiyoruz.
Suriye'deki ölümler bizimdir, Suriye'deki zulme karşı durmak bizim görevimizdir. Bunu yaparken İngiltere ile Fransa ile koyun koyuna, omuz omuza bir duruş sergilemek bizden değildir, olmamalıdır. Zorba bir rejimden kurtulmak isterken, gözümüz başka bir şey görmeyecekse, yarın kime nasıl karşı duracağımızı hesap edemiyorsak, bu coğrafyanın gerçek düşmanlarıyla adeta kutsal ittifaklar kurabiliyorsak eyvah demenin zamanıdır.
Irak'ta bir milyon insan ölürken ne düşünüyorduk. Suriye'nin Irak olmasını, Libya olmasını istiyor muyuz? Bir milyon insan da orada ölsün istiyor muyuz? İslam'ın bir başka başkenti Şam üzerine ateş yağsın istiyor muyuz? Kardeş kardeşi boğazlasın istiyor muyuz? Aynı yıkımı yaşamak istiyor muyuz?
İşgal korkusu ile ayıplarımızı örtecek değiliz, zorbalara boyun eğelim demiyoruz. Sadece bir düşmana karşı hakkı savunurken daha büyük düşmanlara teslim olalım istemiyoruz. Onların haklı davamız üzerinden oyun kursun istemiyoruz. Ama bu oyun kuruluyor, anlamıyor muyuz? Bir ay sonra, ya da birkaç ay sonra bunları konuşmamızın hiçbir anlamı kalmayabilir.
Bugün Suriye'de kitlelere kurşun sıkanlar, tanklarla evleri yıkanlar, çocuklara kıyanlar, elbette Baas rejimi... Ancak; ölümlerden Baas rejimi kadar tepemizde oyun kuranlar da sorumlu, bu oyuna hizmet edenler de sorumlu. İnsanları ölüme göndererek, adalet ve özgürlük isteyenler, kan üzerinden, acı üzerinden güç devşirirken, ölümler ne kadar çoğalırsa hedef o kadar yakın diyenler de sorumlu. Hak adalet isteyenler ölüme giderken, onların yanında görünenler de sorumlu. Çünkü hepsinin, bir yere varmak için bu ölümlere ihtiyacı var.
Bazılarımıza kalsa, Türkiye'yi Suriye ile hemen savaşa sokacaklar. Bugün Suriye'ye saldırı için ön cephede koşmaları nasıl bir ayarsızlık. Bu çevreler, hızlarını alamayıp İran'ı da işgal edecekler, "Türkiye İran'a saldırsın" diyecekler. Nasılsa İran Türkiye'yi tehdit etmiş, Lübnan basınında benzer haberler yayınlanmış, Hizbullah Esad'a sahip çıkmış? İran ve Hizbullah hangi yanlışı yapmışsa, biz de aynı yanlışı yapıyoruz.
Artık Türkiye'de, İran'da, Lübnan'da, Suriye'de düşmanlık mesajları her şeyin önüne çıktı. Oysa birkaç ay önce, bu coğrafyayı değiştirecektik, birlikte ortak gelecek hesapları yapıyorduk.
Dostluklarımız da düşmanlıklarımız da bu kadar mı bizim? Hadi Türkiye'yi savaşa sokalım. Suriye'yi işgal edelim ve kendimize bağlayalım. Hızımızı alamayıp İran'a saldıralım. Ne garip, İngiliz basınında, İsrail basınında da aynı temenniler var bugünlerde...
yenişafak