Saban Center for Middle East Policy müdürü Kenneth M. Pollack tarafından 11 Ekim 2011'de yazılan "İran'ın Amerika'ya Karşı Gizli savaşı" başlıklı analizi sunuyoruz. (VELFECR)
ABD hükümetinin elinde, İran rejiminin, Suudi Arabistan'ın ABD büyükelçisi Adel el-Jubeir'i öldürmeye teşebbüs edeceğine dair kanıtlar bulunduğunu öğrenmek şok edici, fakat tümüyle sürpriz değil.
Elbette bu iddia karşısında dikkatli olmalıyız. Bu iddia henüz kanıtlanmadı ve bu, İran'ın, yapmadığı bir şey yüzünden ilk suçlanışı değil. Ve de bu, ABD'nin ikna olduğu fakat sonrasında doğru olmadığı ortaya çıkan ilk olay değil.
ABD hükümetinin bu iddiaları ile ilgili kendinden emin duruşu çok çarpıcı ve eğer bu iddia doğru ise bu, İranlı terör örgütlerinin ABD'ye karşı operasyonlarında büyük bir artışın temsilcisi olabilir. Bu, son zamanlardaki İran dış politikası trendinden radikal bir ayrılışa işaret etmez.
Özelde bu suikast ABD topraklarına büyük bir saldırı- İran'ın geçmişte teşebbüs ettiklerinden ötesine geçebilirken, bu, geçen 20 yıl içerisinde daha saldırgan, risk alabilen bir İran rejiminin oluşumu meselesinin bir değerlendirmesini de resmedebilir.
2009 yılında İran, kendine özgü Arap Baharını yaşadı. Mahmud Ahmedinejad'ın, seçimlere hile karıştırılarak tekrar seçilmesi karşısında milyonlarca İranlı, sokaklara dökülerek, bu İslami rejimin sona ermesini ve yerine bir demokratik rejim kurulmasını talep etti. İranlı liderler, Tahran'ın radikal grubu başarılı olmadan ve ülkenin en yetkili lideri Ayetullah Ali Hamaney, kendi güvenlik görevlilerine isyanı bastırmaları emrini vermeden önce, ne yapabilecekleri konusunu kısaca tartıştılar.
Fakat bu sıkı önlemin odak noktası sadece İran halkı değildi. Aynı zamanda, Hamaney ve diğer İranlı radikaller özellikle Devrim Muhafızlarının lideri- hükümetin, görece daha ılımlı unsurlarını da tasfiye ettiler. Eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsanjani gibi pragmatistler dışlandı ve sonrasında oluşan rejim, 1980'lerden bugünlere kadarki rejimler arasında, İran'ın radikal perspektifini en çok yansıtan rejim oldu.
Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, devrimin ilk günlerinden beri bu radikal liderler daha saldırgan, daha inatçı ve daha Amerikan-karşıtı dış politika uyguladılar. Geçen iki yıl içerisinde İran, Irak'taki radikal şiî gruplara verdiği desteği hızlandırdı ve bu gruplar, Irak'taki Amerikan birliklerine karşı saldırılarını arttırdı. Afganistan'da İran, Taliban'a, daha fazla yardım ve ölümcül silah sağladı ve bu da ABD ve Afgan güvenlik güçlerinin ölü sayısını arttırdı. Olağanüstü bir biçimde, nükleer programını durdurmayı reddettiği için rejime ağır yaptırımlar dayatan ve İran'da yaygın ekonomik sıkıntıya sebebiyet veren, BM Güvenlik Konseyinin 1929. maddesine rağmen Tahran, bu nükleer çıkmazı sonlandırmak üzere yapılan tüm uluslar arası müzakere tekliflerine burun kıvırdı. Bu arada rejim, Suriyeli müttefikine, diktatörlüğünden vazgeçmesindense binlerce sivil gösteriye kıyılmasına destek vermek suretiyle sadakatini sürdürdü.
İran'ın, Suudi Arabistan'ın ABD büyükelçisini öldürmeyi deneyeceği iddiası eğer doğruysa, bu bize Tahran'ın, bizi inandıklarımızın ötesine götürecek düşüncesi hakkında üç önemli şey sunabilir:
1. Rejim, hâlihazırda ABD ile bir gizli savaş içerisinde olduğuna inanıyor belki de İran nükleer programının gelişmesini engelleyen Stuxnet virüsünün ve İran topraklarında, birçok İranlı nükleer bilim adamlarının öldürülmesinin ardında ABD'nin olduğunu düşünüyor. Buna alternatif olarak rejim, bu eylemlerin aslında İsrail tarafından yürütüldüğünü fakat ABD ve Suudi Arabistan'ın bu eylemlere destek verdiğini düşünüyor olabilir.
2. Rejim, daha önce hiç denemediği bir şekilde ABD'ye, bu savaşta ağır darbeler indirmek istiyor. Mesela 1990'larda, rejimin en son böyle bir karar alması sonucu yaptığı en büyük eylem, Suudi Arabistan'daki, Amerikan askeri lojmanlarının yakınında bomba patlatarak 19 Amerikalı çalışanı öldürmesiydi. Suudi-Amerikan bağı, bu saldırıda da sahnedeydi fakat o zaman, İranlılar, Amerikan topraklarının dışındaydılar.
3. Rejim artık, bir Amerikan geleneksel askerî misillemesinden endişe duymuyor olabilir. Eskiden bu korku, İran'ın ABD'ye karşı eylemlerini sınırlayıcı görevini görüyordu. Yine, eğer doğruysa, bu suikast bildiriyor ki İranlılar, Amerika'nın kendi iç problemleriyle tükendiğini ve Orta Doğu'da yeni bir savaşa girmekten kaçındığını düşünüyor. Buna alternatif olarak, İran, sahip olduğu nükleer programın, Amerikan misillemesine karşı caydırıcı nitelik taşıdığını düşünüyor olabilir.
Bunlardan her biri başlı başına can sıkıcı olabilir. Bu yüzden suikasti ve İran ile olan bağını kanıtlamak bu kadar önemli. Çünkü eğer kanıtlanırsa, bu, İran stratejisi için yanlış yönde atılacak adımlar silsilesine işaret eder.
İran, intiharlara varacak derecede delicesine saldırgan olan Saddam Hüseyin'in Irak'ı değil. Fakat eğer bu inanılmaz iddia eğer doğru ise bu bize şunu hatırlatmalı: İran, normal bir ülke de değildir ve hâlihazırda kargaşa içerisinde olan Orta Doğu'da şimdi daha saldırgan, daha çok risk alan bir İran ile karşı karşıyayız."