Bir Fransız akademisyen TV’de canlı yayında ilk aşı çalışmalarının insanlar üzerinde denemesinin Afrika’da yapılmasını öneriyordu, sakin ve tabii bir dille!. Onun için olağan bir durumdu bu ve zaten öteden beri hep böyle yapılıyordu.
ABD’de köleliğin devamını isteyenler tarım ve madencilikle uğraşanlardı, kölelere hürriyet isteyenler şehirli ve endüstri toplumu idi. Köleye ömür boyu bakmak yerine işçi işini yapsın, ücretini ödesin bitsin. Ölürse ölsün. Yaşlı sokak köpeğini sokağa bırakmak gibi bir duygu onun için, vijdan konforunu bozuyor. İşe yaramıyor. Zaten insanlaşma aşamasını tamamlamamış maymunlar değil mi idi onlar!?. Endüstri toplumunda eğitimsiz kişilere ihtiyaç yok. Kölelerin eğitimi yok. Kol gücü ile karın tokluğuna çalışıyorlar. Kölelere özgürlük verdik diye bir de övünmeleri yok mu?
Zulüm tek bir millettir. Bunun Fransız’ı, Arab’ı, Türk’ü olmaz. Her toplumda her çeşit insan olur. Bu dün böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Hz. Lut’un evinde hainler, Firavun’un sarayında Musa’lar olabilir. Bir kavmi ya da ırkı yüceltmek de aşağılamak da aynı derecede ırkçılıktır. Ve bunun tarifi ve fikri temelleri muharref Tevrat’a dayanır. Bunun en son şekli ise Siyonizm’dir!
Siyonistlere göre, her şey, Tanrının kavmi İsrailoğulları için, İsrailoğullarına göre, yönetim hakkı İsrailoğulları eliyle.. Burada “Siyonist” yerine, “İşçiler” yazın, kendi ırkınızın, kavminizin adını yazın, mesela “Parası olanlar” diye yazın, “Kadınlar” ya da “Erkekler” diye yazın, “doğduğu toprağın adı”nı yazın, “doğduğu zaman”ı yazın, kan grubunu yazın, hiçbir şey değişmeyecektir. Hitler “Alman” dedi, “Lenin “İşçi sınıfı” dedi, Kapitalistler “Parası olanlar” dedi. Ve kendi aralarında bunun için savaştılar. Aslında hepsi de merkeze kendini alarak aynı şeyi söylüyordu.
Benim bir başkasına uzaklığım, onun bana uzaklığına eşitti aslında. Benim fikrim ona ne kadar garip geliyorsa, onun fikri de bana o kadar garip gelecektir. Peki kimin dediği olacak, güçlü olanın mı, kalabalık olanın mı, parası çok olanın mı? Demokrasi, Cumhuriyet diye tartışılan şeyler işte böyle şeyler. Öteki diye gördüğünüz kişi, ötekinin gözünde sizsiniz aslında. Hepimiz “azınlık” ve hepimiz “öteki”yiz! Bir defa ayrıştırmaya başlarsanız, siz tek “bir kişi” kalırsınız. Çünkü biz hepimiz parmak uçlarımız gibi farklıyız.
Keşke akleden bir topluluk olsak da erdem üzere birlik olsak. Haklıdan yana olsak, muhtaca yardım etsek, işi ehline versek, istişare ve şûra ile karar verebilsek. Ama böyle değil de ötekinin yokluğunda kendimize varlık, ötekilerden çalınan malda zenginlik, ötekilerin acıları üzerinde kendimize mutluluk arıyoruz. Oysa acılar paylaşıldıkça azalır mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır. Aksini yapınca aksi sonuçlar oluyor. Birbirimizi kazanmak yerine yok etmeye çalışıyoruz sonunda.
Aslında birbirimize dünyayı cehennem etmek hiç de zor değil. Meşru zeminde, birbirimize karşı kazanacak bir zaferimiz yok. Birlikte kazanabileceğimiz bir zaferimiz var. Farklılıklarımız zaaf değil zenginlik olabilir, eğer düşmanlığa dönüşmezse. Hani “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın” diyecektik. Her şey zıddı ile kaimdi.
Türkler de Müslüman, Araplar da, çoğunlukla. Yoksa Türk Yahudileri, Sabataylar, Hristiyanlar da var. Araplarda da var bunlar. Türklerde milliyetçiler genelde sağcıdır, Arap milliyetçiler solcudur. Böyle bakınca milliyetçilik din ya da ideolojik anlamda bir paralellik göstermiyor.
Arap ırkçılığı da diğer ırkçı hareketler gibi güçlüdür. Suudilerden Vehhabilik “Milli bir din” telakkisine dönüşmüştür mesela. En ırkçı toplum Siyonistler. Onlar üstün ve efendi. Ötekiler hizmetkar. Yahudiler kendilerini “Allah’ın ailesi”, mutlak anlamda üstün ve seçilmiş halk olarak görür.
Korona sürecinde Arap dünyasında tehlikeli bir ırkçılık baş gösterdi. Bazı Körfez ülkelerinde çalışan Asya’dan gelen göçmenlere karşı dışlayıcı, aşağılayıcı bir tavır kendini gösterdi. Zaten işçi hakları söz konusu değildi, ancak farklı sektörlerde çalışan milyonlarca işçi, Körfez ekonomilerinin temelini oluşturmalarına rağmen ortada bırakıldı. Bir yandan giderlerse dönmezler, hayat durur korkusu olduğu için gitmelerine izin verilmiyor. Öte yandan iş yok. Gelir yok. Hasta olanlar birçok açıdan mağdur ediliyorlar. Avrupa’daki göçmenler, çalışma izni olmayanlar için de durum çok iç açıcı değil. Suudi Arabistan düne kadar zaten çok kötü şartlarda çalışan 2 bin Etiyopyalı göçmeni ülkesine gönderdi. Ve zorunlu sınırdışı olayı devam ediyor. Yemen’de savaş var, ama Suudi yönetimi Yemenlileri ülkeden çıkmaya zorluyor. Araplık da birlik olmaya yetmiyor.
Meşhur sözdür: Araplar bir defa ittifak ettiler, bir daha ittifak etmemek üzere. Yine meşhur bir sözdür. Ben amcaoğlumla kavgalıyım, ben ve amcaoğlum ortak düşmanımızla kavgaya gidiyoruz. Oysa Allah, kötülükte yardımlaşmayın der. Erdem üzere birlik olmamız gerek. Din kardeşimizle müttehid, erdemli insanlarla müttefik, değer üreten ve başkalarının temel haklarına yönelik düşmanlık etmeyen herkesle nimet-külfet dengesine dayalı itilaflar gerçekleştirebilmeliyiz.
Sadece Fransız “aydınları” değil, mesela Suudi aktris Meryem Abdulaziz de ‘koronavirüs tedavisi için denemelerin yabancı mahkûmlar üzerinde yapılmasını’ istiyor. Bunların şu da ya bu ırktan olması bir şeyi değiştirmiyor. Bunlar zihniyet ikizleri.
Kavmiyet dediğin ne ki, İngilizlere göre toprak, bayrağında Haç olanlara göre kilise, Almanlara göre erkek, Yahudilere göre kan birliği, ötekilere göre dil birliğidir. İslam inancında “fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber”. Biz hepimiz Adem’in çocuklarıyız ve Adem de topraktandır. Üstünlük ancak takva iledir. Üstün olan Hak’tır, para, güç, soy ve çoğunluk değil. Selâm ve dua ile.