İnsanları ve insanlığı etkileyen gündemleri takip
etmeden İslâm’ın dünya görüşüyle, hayata bakışıyla ilgili mesajımızı veremeyiz.
Gündemlere gözümüzü ve kulağımızı kapatarak bunların etkisindeki toplumu bu
konularda aydınlatamayız. Elbette Müslüman ferâseti ve yorumlama kabiliyetiyle
gündemi takip etmeliyiz, ama bunun da bir ölçüsü, sınırı vardır. Demek
istediğim; edilgen değil, etken olmak; pasif değil, aktif olmak; yönlenen
değil, yönlendirici olmak, müdafaaya çekilen değil, hücuma geçen olmak. Ertesi
gün için pek bir değeri kalmayacak olan basit gündemlerin oltasına takılmadan,
kendi gündemimizi (hatta toplumun gündemini) kendimiz tespit ve tayin edecek
seviyeye yükselmeliyiz. Egemen güçlerin ve yalancı medyanın etkisinde kalan
değil; kamuoyunu en güzel şekilde yönlendiren gündemlerimizle toplumun
karşısına çıkabilmeliyiz.
Televizyonsuz yaşanabilir, gazetesiz olabilir,
internete takılmadan günümüz geçebilir. Ama Kur’an’sız, Peygambersiz bir
yaşayış, hayat bile değildir; canlı cenaze olmak, hayat süren leş haline
gelmektir: “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne icâbet edin, uyun.” (8/Enfâl,
24). Önemli olan Kur’an’ın ölümsüz gündemini, gün geçtikçe tazelenen hayat
veren mesajını iç dünyamıza ve dış dünyamıza hâkim kılmak için gayret
göstermektir.
<p> Kurban Bayramında, Amerika’ya Kurban Olmak</p>
<p>Müslümanların topraklarını, zihin ve gönüllerini işgal edip her şeylerini yağmalayan Batılı</p><p>kâfirler, Müslümanlara ait “Kurban Bayramı”nın da yarısını gasp etti:</p><p>“Bayram”ımızı çaldılar, onların oldu; bize de “Kurban” olmak kaldı. Evet,</p>bayram onların payına, onlara kurban olmak da bizim hissemize düştü. IŞİD bahanesiyle Ortadoğu kanıyor, kaynıyor, kaçıncı
kez bombalanıyor, yakılıp yıkılıyor. Kaçın, yine demokrasi geliyor. Sığınaklara
koşun, aman görmesin; Amerika yine kurtaracak. Ne kadar insaflı ve
merhametlidir o, bak bizi IŞİD belâsından kurtarmak için İslâm topraklarını
bombalamak üzere binlerce kilometreden on binlerce sorti yapacak uçaklar
gönderiyor, büyük fedakârlıklar ve zahmetlere katlanıyor; aynen Afrikalı
zencileri kurtardığı, Kızılderili tüm yerlileri bu hayattan kurtardığı gibi...
Müslümanlara ve Müslüman geçinenlere bu zillet yeter, acımasız vampir
Amerika’dan IŞİD’e karşı yardım istemek, Amerika’ya IŞİD’e karşı yardım etmek.
IŞİD denizine düşen, Amerika yılanına sarılmamalı. Açgözlü Amerika, ne zamandır
bekliyordu Ortadoğu ülkeleri bir fırsat verse, bir yardıma çağırsa da iyice bir
yardım etsem diye. Nihayet kendi yaramaz çocuklarının kulağını çekemeyen ev
sahibi, düşmanından kendi oğluna karşı yardım istedi. Kulağını çeksin diye
çağrılan düşman da baltasıyla oğlanı doğramak, diğer oğulları da, hatta oğulun
kavga ettiklerini de kesmek için yardıma koştu. Ev sahibini seven komşuları da
bu acımasız zâlim düşmana yardım etmek için koalisyona katılıyor. Hele
içlerinde biri var ki, bu güne kadar komşusunu himaye etti, ona evini açtı.
Şimdi komşularını vurmaya gelenlere yardım ve yataklık etmeye can atıyor. Eee,
ne de olsa Osmanlı çocuğu; mehter adımı atacak, bir ileri, bir geri. Bir nalına
bir mıhına. Böyle dost düşman başına. Halkına kan kusturan Esed’e karşı kılını
kıpırdatmayan Amerika’ya ne demeli; IŞİD ve Nusra’ya karşı Esed/aslan
kesiliyor. IŞİD dursun, önce Nusra’nın liderlerini vursun. TC de yardımcı
olsun. Sahi, 101 gündür esir tutulan 49 Türk’ün IŞİD’e saldırı kararı
alınmasının arefesinde serbest bırakılıp teslim edilmesinin arka planında ne
yatıyor dersiniz? Amerika, aynen Apo’yu yakalayıp Türk yetkililerine teslim
ettiği gibi, tam IŞİD’e karşı savaşta kendisine yardım edecek koalisyon
ortakları temin ederken Türk esirlerini teslim etmesi düşündürücü ve sahnenin
arkasında oynanan oyunları deşifre edici değil mi? Böylece TC’nin IŞİD’e
saldırtılmasının önünde rehine engeli kalmayacak, aynı zamanda TC yetkilileri
minnet altında kalıp teşekkür için Amerika’ya destek verecek. Allah’ın
indirdiği ile hükmetmeyenler, dost ve düşman tanımlarını da, onlara tavırlarını
da doğru dürüst yapamazlar.
IŞİD’e terör örgütü diyenler, eğer Amerika’ya terör
devleti demiyorlarsa, İsrail’i terör konusunda dünyanın gelmiş-geçmiş en
vahşisi saymıyorlarsa ya ihânet içindedirler veya gaflet. Allah için IŞİD’e
karşı çıkanlar, bugün IŞİD’e ve onun bahanesiyle muhalif kesimlere ve
(yanlışlıkla diye geçiştirilecek) halkın üzerine bombalar yağdırılmasına Allah
için karşı çıkmıyorsa, onun derdi üzüm yemek değil, bağcı dövmektir. Böyle bir
tavır, “zulme karşı çıkmak”la izah edilemez. Bir zulme daha büyük zulmü
desteklemek için karşı çıkanlar, ateşin kendine dokunacağı büyük
zâlimlerdir.
<p>Amerika tarafına bakınca; İsrail’in sömürgesi, çağın yüz karası, insanlığın bedduası,</p><p>bunca zulüm ve işkence gibi sözlüklerin en olumsuz anlamlı kelimelerini</p>sıralamak gerekiyor.
<p>Batının (ve tabii Amerika’nın) insanlığa vaad edeceği hiçbir değer kalmamıştır. Batı iflas</p><p>etmiştir, çöküş devrini yaşıyor ve can havliyle oraya buraya saldırıyor.</p>Aslında ecelini bekliyor.
Batıyı temsil eden ve Batılı diğer devletlerce sürekli
desteklenen ABD ve İsrail başından beri iç içe geçip bütünleşmiş iki terörist
devlet olarak tarihte yerlerini almışlardır. İkisi de daha doğuşlarında, başka
halklara ait toprakları zorla işgal ederek ve yerli halklar üzerinde soykırım
uygulayarak, kan ve gözyaşı üzerine kendi varlıklarını inşa etmiş, adeta kanla
beslenen “vampir devletler” hüviyetini kazanmışlardır. Kuruluşta mazlum
halkların kanları üzerine oluşturulan bu devletler, ondan sonraki tüm
tarihlerinde de sürekli kanla beslenme ihtiyacı içinde olmuşlar, sürekli yeni
işgaller ve yeni kan dökücü saldırı ve sömürülerle hayatlarını idame
ettirmişlerdir, halen gerek Gazze'de, gerekse diğer bölge ülkelerinde yaşanan
kanlı süreç de bunun devam ettiğinin göstergesidir.
IŞİD’i oluşturan gençler bakıyor ki, hep müdâfa
halinde Müslüman. O müdâfa da, kendisine verilen sınırlı yetki ve dar çerçeve
içinde. Unutuyor ki o, bu şartlarla müdâfaya çekildikçe düşman saldırıları
artacak ve o daima mağlup olmaya devam edecektir. Unutuyor ki, en iyi müdâfa
hücumdur ve ancak hücum etmekle savaş kazanılır.
Evet, devamlı hücuma geçen, istedikleri an,
diledikleri şekilde ve canları çektiği yerlere olanca güç ve imkânlarıyla
saldıran kâfirler oluyor. Müslümanlar da ihtiyar âciz kadınlar gibi sadece bu
durumdan yakınıyorlar. İzzetli, onurlu olması gereken ümmetin durumu içler
acısı: Tâğutların emrinde ve güdümünde, Yahûdi haber ajanslarının etki
alanında, her taraftan kuşatılmış ve işgale uğramış konumda. Hele, kurtarıcı
adaylarına düşman olan, gardiyanlarına övgüler sunan, cellâtlarına hayran ve
âşık olanlar var ki, bunların tasviri için kelimeler yetersiz kalmakta…
<p>Mürcie</p>düşüncesi: İman ayrı amel ayrı
diyerek amellere önem vermeden cenneti garanti gören zavallı anlayış; anlamını
ve gereklerini önemsemeden şehâdet kelimesi getiren bir kimsenin ne tür haltlar
işlerse işlesin, imanına zarar vermeyeceği ve cennetlik olduğunu iddia…
IŞİD’in tabanını oluşturanlar da, bu yanlış din
anlayışına biraz sertçe tepki vermeye kalkan samimi, ama ufku dar gençler.
Ümmetin sadece toprakları değil; ondan çok daha önemli
gönülleri ve kafaları işgal edilmiş vaziyette. En acısı işgalin farkında
olmamak, hatta işgalcilerle işbirliği yapmak, bilinçsiz de olsa onlara yardımcı
olmak. 20. asrın başından bu yana, yerli ve yabancı zâlimlerin işgali öylesine
büyük ki, müdâfacıların kafalarında ve kalplerinde de büyük çapta izler ve
derin yaralar bıraktı. Câmii, dinî mektep ve benzerlerinin işgalden aldığı
yara, tahribat ve tahrifat, tabiî olarak elbette oralardan yetişen
Müslümanlarda da görülecekti. Bundan dolayıdır ki, yıllardır Müslümanlar,
bütüncü değil, parçacı; inkılâpçı değil, ıslahatçı; radikal değil, uzlaşmacı
olarak bazı müdâfa ve isteklerde bulunmakla yetindiler; bu özelliklere
kesinlikle uymak kaydıyla küçük hücumlara geçmekle avundular.
Zamanın çocuğu, aktüalitenin oyuncağı, olayların ve
çevrenin kulu, gündemlerin yönlendirdiği insan haline gelen “el-hamdu lillâh
Müslümanım” demekle kurtulacağını düşünen gâfil yığınlara tepki anlayış ve
hareketidir IŞİD’i besleyen. Bizim eleştirimiz, bu tepkide aşırı gitmeleri,
suçluların yanında suçsuzları da aynı şekilde suçlamaları… Rabbin yoluna
hikmetle, güzel öğütle dâvet etmek emrolunduğu ve karşı tarafla mücâdele için en
güzel yol hangisiyse onun yapılması gerektiği halde (16/Nahl, 125), yasaklanan
kaba ve katı yürekli olmayı (3/Âl-i İmran, 159) tercih ediyor. Ama bu tercihte
kendini İslâm’a nisbet edenlerin vurdumduymazlığı, kendini insancıl ve barışçıl
ilan edenlerin sergilediği vahşet, bu gençlerin bu sert tavırlarının sebebi ve
gerekçesi.
İster IŞİD, ister farklı daha radikal herhangi bir
örgütün yaptıkları ve yıktıkları ile, Batı, özellikle Amerika ve İsrail hiçbir
şekilde kıyaslanamaz. Hatta Batının uşakları olan Esedler, Saddam Hüseyinler,
Kaddafiler zulümde, fesat ve katliamda Amerika’nın eline su dökemez, İsrail’de
bunlar cellat yardımcısı sınavını bile geçemez.
Bizzat Batılı emperyalist devletlerin işgal, sömürü ve
katliamları ile yerli işbirlikçileri despot, diktatör yönetimlerin baskı,
zulüm, sömürü ve katliamlarının oluşturduğu zulüm bataklıklarında, yine Batılıların
birçok engelleriyle kuşatılmış zeminlerde yetişen
bölge halklarının çocuklarının bugün yaptıklarını eleştirme hakkını
kendilerinde görebilmeleri için, Batılıların ve Batıcıların önce kendilerini ve
ideolojilerini hesaba çekme tutarlılığını gösterip utanmaları gerekir.
Öncelikle IŞİD’i ortaya çıkaranları tel’in etmeyenlerin sadece IŞİD’e eleştiri
yapması dürüst ve tutarlı bir tavır değildir.
Şüphesiz dinleri hususunda gayretkeş ve ihlâslı olan
bu IŞİD’çi gençlerin, Müslümanlardan, kendilerine aykırı düşünenleri tekfir
etmeye ve onların canlarını ve mallarını mubah kılmaya sürükleyen bu
aşırılığının sebepleri var. O sebepleri ortadan kaldırmadığımız müddetçe bu
akım yok olmayacak ve hatta güçlenecektir.
IŞİD, aşırılığın simgesi; tamam da bunun sebepleri
neler? Amerika ve Batılılar tarafından dünyanın kan ağladığına şahit olan,
haksız yere tutuklanıp zindanlara konulan masum insanlara bakan genç, aşırılığa
kaçmasın da ne yapsın? Sert ve acımasızlığının sebeplerine baktığımızda, bizim
de IŞİD’e çok sert bakmamamız gerektiğini anlarız. Batının, özellikle İsrail ve
Amerika’nın dünyanın her tarafında ve çevresinde sergilediği zulüm ve vahşettir
IŞİD’i ortaya çıkaran. Amerika’nın zulüm ve işgalleri ve ona çanak tutan
Ortadoğu ülkelerinin yöneticileri, bu tâğutlara bırakın karşı çıkmayı, her
türlü desteği veren “Müslümanım” diyen mürcie zihniyetli kalabalıklar ve onlara
yön verme adına zâlimlere itaat edip destekçi olmayı emreden “İslâmcılar”dır
IŞİD’in sertliğinin sebebi…
IŞİD’i muvahhid mü’minler olarak biz aramızda
eleştiririz; onların bizi şiddetle eleştirdiğinin ve hatta çoğunun bizi tekfir
ettiğinin bir benzeriyle değil, daha hafifiyle mukabele ederiz. Âdil olduğuna
inandığımız değerlendirmeyi yapar, nasihatler ederiz. Gerektiğinde kızar, sözle
de olsa kulaklarını çekeriz. Bir babanın evlâdını biraz sertçe uyarması gibi,
bir oğulun babasını biraz sertçe eleştirmesi gibi. Ama hasmımız, düşmanımız
oğlumuza veya babamıza bizden daha hafif bile olsa çattığında çocuğumuza ve çocuğumuzun
dedesine sahip çıkarız. Söz söyletmeyiz onlara. Aile bireyi olarak eleştiri
bizim hakkımız olduğu gibi, yabancılara karşı onları korumak da bizim
görevimizdir.
<p>IŞİD’i bombalaması için Amerika’yı davet edenlere ise ateş püskürürüz. IŞİD</p><p>bahanesiyle Suriye ve Irak’ı yeniden bomba tarlasına çevirecek ABD’ye ise “hoş</p><p>geldin” demeyiz elbet, “hoşt geldin, kuduz köpek defol!” deriz. Koalisyon</p><p>ortaklarına ve onlara lojistik destek veren “dost ve müttefik” yöneticilere ayı</p><p>ile aynı çuvala girdiklerini hatırlatır, “zâlimler ve zâlimlere yardımcı</p>olanlar için yaşasın cehennem!” diye haykırırız. Batıyı darıltmaktansa, Müslümanları küstürmeyi tercih
edenlerin maskelerinin düştüğünü, ama nice insanın bunu fark edemediğini
görüyoruz. Kâfiri Müslümana; küfrü İslâm’a tercih edenleri babamız,
kardeşlerimiz bile olsa dost kabul etmeyiz: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve<p>kardeşlerinizi velî-dost edinmeyin, imana karşı küfrü yani Allah'tan gelen</p><p>gerçekleri örtbas etmeyi seviyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar</p>ve yakınlar bilip yönetme yetkisi vermeyin. Çünkü içinizden kimler onlarla dostluk kurar, dostça muamele ederse,
<p>bilin ki onlar zâlimlerin ta kendileridir, yaratılış gayesi dışında hareket eden kimselerdir.”</p>
(9/Tevbe, 23)
<p>“İman edenler! Yahûdileri ve Hıristiyanları dost kabul etmeyin; onlar ancak</p><p>birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, içinizde kim onlara</p><p>yardakçılık ederse onlardan sayılır. Allah zâlimler topluluğuna hidâyet vermez,</p>onları doğru yola çıkarmaz.” (5/Mâide, 51)
<p> "Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, zâlimlerin ta kendileridir."</p>
(5/Mâide, 45)
Peygamberimize, “hangi cihadın daha faziletli olduğu soruldu. Buyurdu ki:
<p>“Zâlim bir sultanın (yöneticinin) yanında hak kelimesini söylemektir, (hakkı anlatmaktır).”</p>
(İbn Mâce, Fiten 20, Hadis no: 4012)
<p>“Kim bi kişinin zâlim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zâlim ile birlikte</p>yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur.”
(İbn Kesir, Hadislerle K. K. Tefsiri, c. 5, s. 2089; Râmuz el-Ehâdis, c. 2, s.
445)
<p>“Kim bir zâlime yardım ederse, Allah Teâlâ, o zâlimi ona musallat eder.”</p>
(Deylemî; İbn Aslâkir, Tarih)
<p>"İnsanlar, bir zâlimi görür, ona engel olmazlarsa, bundan dolayı hemen hepsi</p>cezalanır." (Tirmizî; Tuhfetu'l
Ahvezî Şerhu Câmiu't Tirmizî, 8/423)
<p>“Allah’ım… Bana zulmedene karşı bana (yardım et) ve zâlimden intikamımı almayı bana nasib</p>et.” (Buhâri, Edebu’l-Müfred, 82,
hadis no: 649-650)
<p>IŞİD tarafına bakınca…</p>
Rasûlullah (s.a.s.) Medine’de savaşmak için düşmanı daima teke indirmiş, diğer düşmanlarıyla
gerektiğinde antlaşmalar yapmış, hatta onları savaştığı düşmana karşı kendi
safında kullanmaya çalışmıştır. Rasûl’ün izinden gittiğini, başında O’nun
halifesinin olduğunu iddia eden bu örgüt, hem Suriye’de savaşıyor, hem Irak’ta.
Hem asıl düşman gördüğü Şiilere karşı İran askerleriyle, Suriye rejimini
savunmak için gelmiş değişik ülkelerden şii militanlarıyla, Lübnan Hizbi ile
savaşıyor; hem kendisinin de içlerinden çıkıp koptuğu el-Kaide’ye, en-Nusra’ya
karşı. Suriye’deki diğer muhaliflere de dostça yaklaşmadı. El-Kaide’yi,
Zerkavi’yi tekfir etti, Sisi’yi savunmasa da onun ekmeğine yağ sürecek şekilde
onun devirdiği Mursi’yi ve İhvan’ı düşman bildi, tekfir etti. Peygamber
türbelerini yıkmak kasdıyla camileri bombalamaktan çekinmedi. (Y)ezidilere
saldırdı, Peşmergelere ve PKK’ya savaş açtı. Karşı tarafın intikam hislerini
kamçılayacak şekilde kıtır kıtır kesmekten, diri diri dağlardan yuvarlamaktan
zevk aldı. Kameralara poz vererek dünya kamuoyu önünde Amerika’lı rehin
gazetecilerin kellelerini kopardı. Türk konsolosluk görevlilerine saldırıp
onları esir etmenin şimdi TC’nin misilleme olarak saldırıp intikam almasına
zemin oluşturdu, hatta onu kendisine saldırmaya mecbur etti. Bir İsrail’e savaş
açmadı. Esed rejimine karşı da savaş yapar gibi gözüktü. Müslümanlara terörist
ve barbar diyenlere ve demek için fırsat arayanlara bol malzeme vermekten
çekinmedi, hatta zevk aldı. Yarın on binlerce sorti ile vahşice bombalanma
neticesinde şehirleri baştan sona harap, insanları tümüyle perişan olmuş bir
Irak, bir Suriye göreceğiz Amerika ve onu kışkırtanlar ve davet edenler sayesinde.
Daha dün Irak’ta iki milyona yakın insanı hiçbir gerekçe olmaksızın katleden
sicili bu kadar bozuk Amerika’ya ödül olarak aynı suçu tekrarlayacağı ortam
hazırlamak… Yeni Guantanamolar, yeni Ebu Gureybler... İslâm Devleti, hilâfet,
bey’at, davet denildiği için bu kavramlara canını vermek niyetiyle Dünyanın her
tarafından gelmiş bunca yıl yetişip ehl-i tevhid olmuş samimi, fedakâr
gençlerin göz göre göre ölüme veya ölümsüzlüğe terk edilmeleri…
Malikî diktatörlüğünün yıllardır süregelen, özellikle
Sünni kesime yönelik adaletsizlikleri, katliamları, hak ihlalleri üzerinde
durmadan, şiddet eksenli eğilimleri besleyen şartları oluşturan zâlimler ve
destekçileri tel'in edilmeden sadece İŞİD'in bir sonuç olarak ortaya çıkan
zulümlerini eleştirmek yeterli, haklı ve âdil değildir. Doğal olarak bu taraflı
tutum sahiplerinin samimiyet ve dürüstlükleri de sorgulanır. Ama hangi şartlar
sonucu olursa olsun, ortaya çıkan bir örgütün İslâm adına İslâmî tüm ölçü ve
ilkeleri ve şer'î hudutları yok etmeye de hakkı yoktur. Arkasındaki zulüm
bataklığı gerekçe gösterilerek bu yapılanlar mazur, meşrû, haklı görülemez.
Ancak bu hali eleştirmek, sadece tevhidî akîdeye ve İslâmî ölçülere sadakat
gösteren, Kur'an ahlâkını kuşanmış Müslümanların hakkı ve görevidir.
Allah Rasûlü (s.a.s.) ümmetini, aşırılıktan ve bağnazlıktan sakındırmıştır. İbn Abbas’ın
rivayet ettiği hadiste Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Sizi dinde aşırılığa gitmekten sakındırırım. Çünkü sizden önceki (ümmet)leri dinde
aşırılığa gitmek helâk etmiştir."
Îbn Mes'ud'un rivayet ettiği hadiste de şöyle
buyurulmuştur: <p>"Aşırılığa kaçanlar</p><p>helak olmuştur, aşırılığa kaçanlar helak olmuştur, aşırılığa kaçanlar helak</p>olmuştur..." Rasûlullah (s.a.s.) bir kelimeyi, ancak ifade ettiği tehlikenin
büyüklüğünden veya taşıdığı gerçeklerin önemini te'kid etmekten dolayı
tekrarlıyordu.
<p>"Kim bir</p><p>insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı</p><p>olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini</p>(hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır" (5/Mâide, 32) âyetine rağmen İslâm adına ortaya çıkan
grupların egemenlik oluşturmak için rastgele insanları, masum halkları,
kadınları ve günahsız çocukları bile katledebilmesi hiçbir sebeple mazur ve meşrû
görülemez. Rabbimizin kullarını imtihan etmek için irade serbestliği verdiği
din seçme özgürlüğüne; "Dinde zorlama yoktur" (2/Bakara, 256) ve <p>"dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin" (18/Kehf, 29) âyetlerine rağmen,</p>
insanları şiddet kullanarak İslâm'a girmeye zorlamak, aksi takdirde katletmek İslâmî
değildir. Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın bu özelliklerini besmele ile sık sık
tekrar eden ve âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Peygamber’in (21/Enbiya, 107)
izinden gittiğini iddia eden grupların ellerine güç geçince kulların arasında
adalet ve güvenliği sağlamak, saadeti yaşanılan yere taşıyıp asr-ı saâdeti
yeniden yaşa(t)mak, güven, huzur ve mutluluk ortamı oluşturmak yerine “İslâm”
adına ölçüsüz şiddete kaymaları, masum insanları kolayca katledebilecek hale
gelmeleri meşrû görülemez. Hele başka Müslüman grupları bile sırf kendilerine
biat etmedikleri için katletmeleri hiç bir sebeple mâzur kabul edilemez. Hatta
failini İslâm'ın dışına çıkaracak ve ebedi cehennemlik yapacak kadar büyük bir
günahtır. <p>"Kim bir mü’mini kasden</p><p>öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş,</p>onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır" (4/Nisa, 93).
Savaşta bile mecbur olunmadan insan öldürmeyi
yasaklayan ve hayvanı bile öldürürken acı çektirmeden güzel şekilde kesmeyi
emreden bir dinin mensupları kameralar karşısında insanları kıtır kıtır kesmez.
Cihad, yanmaktan kurtulan merhametli insanların başkalarının imdadına
koşmasının, insan kurtarma savaşının adıdır. O yüzden kurtulmayan kurtaramaz.
Canla cihadda, yani Allah için savaşta hedef, öldürmek değil; diriltmektir. Ölü
kalpleri diriltmek, sönük fikirleri aydınlatmak, donuk hissiyatlara can vermek.
İnsanları yurtlarından etmek değil; onlara ebediyet yurdunu kazandırma
gayretidir cihad. Bu diriliş hareketinin önüne çıkanlar ölümü hak etmiş
olurlar. Çokların hayat bulması için, belli bir azgın azınlığın ölmesi
gerekiyorsa, işte buna "cihad" deriz ve buna koşarız. Aksi halde
çoğunluğa zulmetmiş oluruz. Bunun şartlarını da ümmetin ulemâsı belirler,
birkaç gencin heyecanlı ama cahilce tavrı değil.
Mehmet Pamak ağabey bu konuda şu değerlendirmeyi
yapıyor: İslâm, savaşa bilfiil katılanlar dışında kalan sivilleri, yani kadın,
çocuk ve yaşlıları, engellileri, çiftçileri, mâbedlere çekilmiş din adamlarını
ve savaşla ilgisi bulunmayan diğer insanları öldürmeyi yasaklar.
Savaşta düşman etkisiz hale getirilip esir alındıktan
sonra, esirlere uygulanacak hüküm Kur'an'da şu şekilde belirlenmiştir: <p>"İnkâr edenlerle -savaşta-</p><p>karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice yıldırıp</p><p>sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya</p>karşılıksız veya fidye alarak onları salıverin." (47/Muhammed, 4).
Buna rağmen IŞİD savaş halinde bile olmayan kimseleri esir almakta, rehin
tutmakta, şantaj amaçlı kullanmakta ve istediği zaman da kafasını keserek vahşi
biçimde katledebilmektedir. Bunlar İslâmî de, insanî de olmayan uygulamalardır.
Müslüman Âlimler Birliğinden Karadaği, IŞİD’ın hilâfet
ilanı hakkında Al Jazeera'ye yaptığı açıklamada şunları ifade etmiştir;
“Herhangi bir grup veya devletin kendi kendine hilâfet ilan etmesi meşrû
değildir ve şeriata aykırıdır. Çünkü hilâfet, aslında tüm İslâm âlemine vekâlet
etmektir. Hilâfette tüm İslâm ümmetinin, âlimlerinin ve beyinlerinin hakkı
vardır. Dolayısıyla belirli bir grubun kendi kendine hilâfeti ilan etmesi şer'î
açıdan bâtıldır.”; “Ne yazık ki İslâm’ı şiddetle özdeş hale getirmek isteyenler
var. İslâm ‘Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla’ başlar. Müslüman her işe bu
cümleyle başlar. Müslüman rahmetsiz iş yapmaz. Ne yazık ki bazı Müslümanlar
şiddete başvurarak Batı dünyasının eline koz veriyor. Ama İslâm onların
işlediği cinayetlerden masumdur.
“Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”
diye buyurmuş Cenab-ı Hak. İslâm
rahmet dinidir; Azabın, öldürmenin ve işkencenin dini değilIŞİD'in İslâm'a aykırı uygulamaları onu saltanat
dönemi uygulamalarının bile gerisine düşürmüş bulunmaktadır. Osmanlı orduları
bile bir ülkeye girdiklerinde, oranın gayrimüslim yerli halkları onları özlemle
bekliyor ve onlardan sadece adalet uman bir hal üzerinde bulunuyorlardı. Bunlar
ise; zulüm, katliam, kafa kesme uygulamalarıyla, üstelik bütün bu yaptıkları
sanki çok matah bir şeylermiş gibi propagandasını yaparak yayılmasını da bizzat
kendileri sağlayarak, insanların kendilerinden ve dolayısıyla İslâm'dan nefret
etmelerini, korkmalarını bizzat kendileri temin ediyorlar. Böylece insanlar,
hatta kimi Müslümanlar bile "eğer İslâmî yönetim böyle olacaksa olmasın
daha iyi" diyerek, gidip seküler laik demokratik sistemlere doğru
meylediyorlar. Ayrıca bu kadar büyük zulümler, İslâm'a aykırılıklar,
adaletsizlikler sebebiyle, "İslâm devleti" ve "hilâfet"
gibi kavramların yıpranmasına, küçük düşürülmesine de yol açmaktadırlar.
Küresel emperyalist sistem, sanki İslâm adına bunların vahşetini gösterip,
bölge halklarını laik liberal dünya sistemine ikna ve entegre etme projesini
uyguluyor gibi.
Bütün bunlara rağmen IŞİD'e yönelik ABD saldırısına sıra gelince; bizce ABD'nin
saldırısı da başlı başına bir başka zulümdür ve daha büyüktür. Ama şeytan ve
dostlarının zulmü, vahşeti onların temsil ettiği ifsadın doğal sonucudur.
Şeytana insanları saptırması sebebiyle söylenecek tek şey lanet etmek ve
kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınmaktan ibarettir. Büyük Şeytan ABD ve
dostları AB ülkelerinin IŞİD'e ve Irak topraklarına yönelik son saldırı zulmü
de bölgeye yönelik süregelen emperyalist amaçlı alçakça projelerinin ve vahşi
katliamlarının devamından başka bir şey değildir. Ancak IŞİD'in yaptığı
zulümler de bu tür şeytani emperyalist müdahale ve projelerin işini
kolaylaştıran bir rol oynamakta, onu şeytanın ifsadını kolaylaştırma konumuna
düşürmektedir. Bu sebeple de, IŞİD'in İslâm adına yaptığı zulümler başkalarının
yaptıklarından daha fazla İslâm'ı ve
<p>Müslümanları yaralamaktadır. Şurası iyi bilinmelidir ki, ABD'nin kendisine</p>
saldırısı asla IŞİD'in meşrûiyetinin kanıtı olarak kullanılamaz.
IŞİD'in, asla İslâmî olmayan ve İslâm'dan bir sapmayı
teşkil eden insanlara korku salan, binlercesini yurdunu terke zorlayan bu tür
baskı ve zulümlerinin faturasını İslâm'a kesip, IŞİD üzerinden İslâm'ı eleştirmeye
cür'et eden önyargılı, Batılıların, Batıcı seküler sol, liberal ve alevi
yazarların, siyasetçilerin, gazetecilerin; öncelikle kendileriyle örtüşen
seküler düşüncenin müntesiplerinin tarihte ve bugün yaptıkları ve yapmaya devam
ettikleri zulüm ve katliamlarını hatırlamaları gerekir. Bu bağlamda, Batı
seküler paradigmasının ortaya çıkardığı kapitalist bloğun kotardığı 1. ve 2.
Dünya Savaşlarında yüz milyonun çok üzerinde masum insanı katleden büyük zulüm
ve katliamını hatırlasınlar. Sonra da, aynı sapkın paradigmanın diğer kolu olan
sosyalizm adına da sadece Sovyetlerin yine sadece Stalin döneminde hegemonya
kurduğu coğrafyada ve civarında bile on
milyonların çok üzerinde katliam yaptığını hatırlasınlar. Yine Avrupa'da on
yıllar süren zaman dilimine yayılan mezhep savaşlarında aynı şekilde
milyonlarca kendi insanlarını nasıl acımasızca katlettiklerini, bunun yanında
Haçlı seferlerinin Müslüman halklara yönelik vahşetini, bunlara ilaveten de
Kore, Vietnam ve Kamboçya benzeri
ülkelerde aynı seküler sapkın paradigmanın temsilcilerinin nasıl alçakça işgal
ve katliamlar yaptıklarını düşünsünler.
IŞİD üzerinden İslâm'ı ve Müslümanları haksız
eleştirilerle mahkûm etmeye çalışanlar; bahsettiğim büyük insanlık suçlarına
ilaveten yandaşı ve takipçisi oldukları seküler modern paradigmanın ürünü
emperyalist demokrasilerin ve bölgede egemen kıldıkları Siyonist katillerin
vahşetini ve sadece son 20 yılda Çeçenistan, Afganistan, Irak ve Filistin'de
bizzat kendilerinin yine milyonlarca masum Müslüman'ı nasıl vahşice katlettiklerini
hatırlasınlar. En son olarak da Suriye ve Mısır'da diktatör ve darbecilerin
yanında yer alıp, yüz binlerce masum Müslüman'ı vahşice katletmelerini,
binlercesini de dakikalık uyduruk mahkemelerde kitlesel idam kararlarıyla
susturmaya çalışmalarını nasıl destelediklerini ve kendilerinin de bu vahşetler
karşısında nasıl edilgen ve suskun kaldıklarını düşünüp utanç içinde başlarını
yere eğmelidirler.
Ayrıca aynı seküler çevreler, İslâm ümmetini uyduruk
ulusal sınırlarla bölüp despot yönetimleri egemen kılıp, bir de İsrail terör
devletini bölgenin kalbine bıçak gibi saplayıp bugünkü bütün çatışmaların, kan
ve gözyaşının tohumlarını bilerek, planlayarak ekenlerin; yine kültürel olarak
peşlerinden sürüklendikleri seküler emperyalist demokrasiler olduğunu
düşünmeli, bu zulüm bataklığında yetişen IŞİD üzerinden İslâm'ı ve Müslümanları
suçlamaya kalkanlar bir kez de bu sebeple utanmalıdırlar.
Cumhuriyet adı verilen dönemde ise, seküler Türk
ulusalcılığına dayalı laik Türkçü resmi ideolojiyi oluşturup dinleştirerek
bütün topluma zorbalıkla dayatıp Zilan ve Dersim benzeri katliamlarla on
binlerce sivil halkı yok edenlerin de Batıcı seküler İT'in artıkları olması
sebebiyle, bir de bunun için utanmalıdırlar. Genelde CHP ya da diğer seküler
partileri destekleyen bu çevreler, "kafa kesen IŞİD'in" yaptıklarını
İslâm'a fatura edip eleştirirken, hâlâ izinden gittikleri seküler ideolojinin
atasının, dayattığı seküler politikaları kabul etmeyenler için "bu uğurda
gerekirse birçok başlar kesilir" tehdidiyle estirdiği terörü
hatırlasınlar. Laik ulusalcı Kemalistlerin sadece "İstiklal
mahkemelerinde" hukuksuz yargı terörüyle on binlerce masum insanın
kellelerinin nasıl zâlimce koparıldığını hatırlayıp utansınlar.
<p>İşkence de Batılı seküler insanın karakteridir.</p>
Avrupa'ya gidenler, orada ortaçağdan bugüne işkencenin nasıl sistematik ve sürekli
biçimde uygulandığının izlerine rastlarlar. İşkence aletleri teknolojisinin
nasıl yenilenerek geliştirildiğini, çok büyük ıstırapları insanlara yaşatan,
insanlık onurunu yok eden şedit ve vahşi usullerle yapılan işkencelerin
kültürel ve teknolojik boyutuyla nasıl yaygın olduğunu ve neredeyse bir
endüstriye dönüştüğünü işkence müzelerini gezince anlarlar. Avrupa'nın birçok
şehrinde yüzyıllardır ve 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar uygulana gelen bu
vahşi işkencelerin akla ziyan aletlerinin sergilendiği, yöntemlerinin izah
edildiği müzeleri görmek mümkündür. Batıyı taklit eden TC döneminde de, Batıcı
seküler Kemalist ve ulusalcı solcu kesimlerin de daha AKP dönemine kadar
ülkemizde iğrenç işkencelere imza attıklarını herkes bilir. Yani işkencecilik
de Batının ve Batıcıların karakteridir. IŞİD zulümleri üzerinden İslâm
eleştirisi yapanlar, kendi işkenceci seküler ideoloji ve uygulamalarını
hatırlayıp utanmalıdırlar. Türkiye'de işkenceyi sıfır toleransla azaltanlar
bile Kemalist ulusalcılığın dışına çıkan kadrolar olmuştur.
En son Irak, Suriye, Mısır ve Gazze'de ve dünyanın pek
çok yerinde insanlar, insanlık dışı uygulama ve yöntemlerle katledilirken,
yaygın insanlık suçları ve soykırım boyutunda vahşetler gerçekleştirilirken;
sessiz durarak dolaylı, katillerin tarafını tutarak doğrudan destek veren bu
seküler emperyalist devletler ve yerli işbirlikçileri, çıkarlarına ters düşen
en ufak bir hâdiseye ise aniden tepki vermekte ve müdahale etmektedirler.
Bizzat sebep oldukları ya da destekledikleri
işgal ve katliamlar karşısında çoğu kez gözlemci refleksi gösteren seküler
dünya, insana ait olan tüm değerlerini ve en önemlisi insanlık onurunu
kaybetmiş bulunmaktadır. Bu sebeple Gazze'de Siyonist terör devletinin en güçlü
silâhlarla yaptığı soykırımı görmezden gelen, bir kısmı da silâh vermek dahil
her türlü destekle açıkça yanında yer alan Batılı devletler ve onların
çıkarlarına hizmet eden uluslararası kuruluşları, Siyonist katliamla ve çok
boyutlu ambargoyla sarsılan HAMAS'ın kuşatma altındaki zor şartlarda ve
imkânsızlıklar içinde elde ürettiği gücü sınırlı birkaç füzeyi İsrail'e
fırlattığında çok büyük tepkiler verebilmekte ve hatta HAMAS'ı insanlık suçu
işlemekle, "terör örgütü" olmakla bile suçlayabilmektedirler. Üstelik
bu alçakça tutumlarından hiç bir utanç da duymamaktadırlar.
IŞİD üzerinden İslâm'ı ve Müslümanları suçlamaya
kalkışan tüm seküler, sol, liberal ulusalcı, laik, demokrat, Kemalist, Alevi,
kapitalist, sosyalist vb. tüm İslâm dışı kesimlerin utanacakları ne kadar çok
şeyleri var. Gerçekten de müntesibi oldukları seküler modern paradigmanın
ürettiği ideolojiler adına yapılan ve halen devam eden bunca işgal, sömürü ve
katliama rağmen bir de kendilerini iyi bir konumda görmeleri ibret verici bir
kendini bilmezlik halidir. Üstelik IŞİD gibi örgütlerin yaptıkları İslâm'dan
bir sapma olarak ortaya çıktığı halde, Batı ve Batıcıların, seküler paradigmaya
dayananların ürettikleri tüm vahşet, onların insanî olanı yok eden, fıtratı
bozan seküler ideolojilerinin doğal sonucudur. Ayrıca İslâm adına ama İslâm'a
aykırı olarak yapılan zulüm ve öldürmelerin failleri, onların işgal, sömürü ve
katliamlarının oluşturduğu bataklığın ürünü olup, üstelik bu ürünlerin
yaptıkları da bizzat Batlıların ve Batıcıların yaptıklarının milyonda biri
mesabesinde bile değildir. <p>Bugün IŞİD'e saldıranların çoğu, onu doğuracak şartları hazırlayan zâlimlerdir</p>
(M. Pamak, Radyo Denge Söyleşisi, 3. Bölüm).
<p>Olaya bir de sünnetullah cephesinden bakalım.</p>
Allah’ın sosyal hayatta kesinlikle hüküm sürecek olan değişmez ve
değiştirilemez kanun ve uygulamalarıdır sünnetullah.
<p>Sünnetullah</p><p>Olaya sünnetullah penceresinden baktığımızda görüyoruz ki; Allah, bazen bir zâlimi diğer bir</p><p>zâlimin üzerine musallat ederek cezalandırır. Mü’min zâlimi bazen kâfir zâlimle</p>uslandırır. Allah'ın zulüm ve
zâlimler hakkındaki bir sünneti/kanunu da, bireyleri birbirine zulmeden bir
toplumun başına, yaptıklarının bir cezası olarak, zâlim bir yöneticiyi ve
yönetimi musallat etmesidir. <p>"İşte</p><p>kazandıkları (günahları)ndan ötürü zâlimlerden bir kısmını diğer bir kısmının</p>peşine böyle takarız." (6/Enâm,
129). Dolayısıyla Allah, zulmün cezası olarak, zâlimi zâlime musallat kılar, o
da onları zillet ve felâkete götürür. Bu İlâhî sünnet, hem şirk gibi büyük
zulmü (31/Lokman, 13), hem insanlara acımasızca davranıp kesip biçeni, hem de
Allah’ın hükmüyle hükmetmediği için zâlim (5/Mâide, 45) olanlara yönelik tehdit
kapsamına girmektedir. Fahreddin Râzi, bu âyetin (6/Enâm, 129) tefsirinde şöyle
der: Âyet gösteriyor ki, halk ne zaman zâlim durumda olurlarsa, Allah onlara
başka bir zâlimi musallat eder. Bu zâlim yöneticiden (ve yönetimden) kurtulmak
istedikleri zaman da zulmü terk ederler. Hadis-i şerifte: "Nasılsanız öyle yönetilirsiniz" (Tefsir-i Âlûsi, 8/27)
buyrulmaktadır. <p>“Eğer Allah bir kısım</p><p>insanların kötülüklerini başka bir kısım insanlarla ortadan kaldırmasaydı,</p><p>yeryüzünün düzeni kesinlikle bozulur, kargaşalık ortalığı kaplardı. Ama Allah</p>bütün âlemlere karşı sınırsız lütuf sahibidir.” (2/Bakara, 251). "Zâlim, Allah'ın kılıcıdır. Yoldan
çıkmış azgınları onunla cezalandırır; sonra o zâlimden de intikamı alır."
Bu, zâlimler için bir tehdittir. Eğer zulmünden vazgeçmezse, Allah ona diğer
bir zâlimi musallat eder.
"De ki: 'Allah'ın azabı size ansızın
veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur!" (6/En'âm, 47)
Yeryüzünün halifesi olmak için yaratıldığını
(2/Bakara, 30) unutmaması gereken ve tüm arzdaki fitneyi kaldırmak için
mücadele ile görevli olan (2/Bakara, 193; 8/Enfâl, 39) ve tüm dünyadaki fesâdı
kaldırmaya çalışıp (11/Hûd, 116-117) yeryüzünü ıslah etmekten sorumlu olan
Mü’minler, gündelik ve geçici şeylerle vakitlerini harcayamazlar. Vakit de
Allah’ın büyük bir nimetidir ve her ânından insan hesaba çekilecektir.
"İnsanların elleriyle kazandıklarından
dolayı karada ve denizde (çölde, kırda ve şehirde) fesat ortaya çıktı."
(30/Rûm, 41) Bazıları fesad çıkardığını kabul etmez:
"Onlara: 'Yeryüzünde fesad çıkarmayın' denildiği zaman, 'Biz ancak
ıslah edicileriz' derler. Kesin olarak bilin ki, onlar aapan
fesatçılar (bozguncular)dır. Lâkin, anlamazlar (yani yapmakta oldukları
kötülüğü fark etmezler)." (2/Bakara, 11-12)
IŞİD’den Önce, IŞİD Bahanesiyle Amerika ve Dostlarını İslâm Coğrafyasını Bombalamaya Dâvet Edenleri Şiddetle Kınamalıyız
Rabbimiz, tekfirci ve şiddete dayalı aşırılıkları da,
hak-bâtıl karışımı sistem içi demokratik yöntemlere yönelen uzlaşmacı tavırları
da, her türlü aşırılıkları terk ederek vasat ümmetin özelliği olan Kur’an
ilkelerini Nebevî yöntemle uygulama inanç ve gayreti nasip etsin ve hepimizi Kur’an’ı
hayata geçirme çalışmalarımızda Nebevî çizgide buluştursun.