İşin özü...
Krizdeyiz ve krizin özünü unutmamak gerek" Geçen yılın başında, bu sütuna şu notları düşmüşüz:
"Demokratikleşme sürecinin ürettiği yeni tartışma eksenleri, askerî eylem alanı ve meşruiyetinin sınırlanması, siyaset alanı ve iktidarının devlet alanı ve iktidarı aleyhine gösterdiği gelişme, buna yönelik bir direnç süreci, bu koşullarda 'otoriter bir eğilim'le 'demokratik bir arayış' arasında yaşanan 'git geller"
Ve şöyle devam etmişiz:
"Bu açıdan 2007 ve 2008 Türkiye için ya büyük demokrasi sınavı ya büyük kriz dönemi olacaktır. Zira bu dönem bir süreç olarak siyasi kararların nasıl alınacağı, güç dengesinin nasıl oluşacağı, otoriterleşme-demokrasi terazisinde hangisinin ağır basacağı gibi temel sorular ve bunlara verilecek nihai yanıtlar üzerine oturacaktır"
Sık tekrar ediyoruz ama yeri var:
Yaşanan kriz ya da son "darbe girişimi" 2003'te başlamış "değişime direnç süreci"nin "son halkası" olarak, daha önemlisi Türkiye'nin "vesayetçi siyasi düzen"inin bir iç krizi, karşımızdadır.
Nedir vesayetçi siyasi düzen?
Vesayetçi düzen temel olarak devlet ve siyaseti iktidar ve alan olarak birbirinden ayıran bir düzendir.
Bu çerçevede iki esas üzerine oturur:
1. Siyasi alanı dar tutmak, yani siyasetin alacağı kararların sınırlarını (Kürt ya da Kıbrıs meselesinde olduğu gibi) önceden ve devlet tarafından belirlenmiş değişmez kural ve politikalarla çizmek"
2. Siyasetçinin bu açıdan alacağı kararların her tür ve mutlak denetimini başta ordu olmak üzere devlet kurum ve aktörlerine teslim etmek"
Bu koruma altında bir düzendir. Kemalist cumhuriyetçi anlayış olarak tanımlanır. Topluma ve siyasete güvensizlik üzerine temellenir. Ve elit türü bir yarı demokratik yapılanmayı ifade eder.
Seçimler yoluyla ya da meşru yasal adımlarla bile olsa bu iki kuralı delmek, yani gerek özerkliği gerek karar alma kabiliyeti açısından siyasi alanı genişletmek, Türkiye'de hemen her zaman "devletin siyasete, siyaset dışı güçlerin siyasi alana müdahale etmesine" yol açmıştır.
Bu durum, demokrasiyi bir ayrıcalık düzeni olarak tanımlayanlar tarafından sıkça siyasetin ve siyasetçinin hatalarına, dolayısıyla siyaset kurumunun iç krizine bağlansa da, asıl sorun kaynağı hemen her zaman devlet alanı ve aktörleri olmuştur.
Bu aktörlerin kimi gelişmeler karşısında yaşadıkları iç sıkışıklık, kendi alanlarını koruma güdüsü, çıkarları açısından onlarla işbirliği içinde olan medyatik ve ekonomik grupların çabaları, Türkiye'de demokrasinin sekteye uğramasının ana nedeni olarak karşımızdadır.
Bugün de ülkenin yaşadığı bunalımı başka türlü tarif etmek mümkün değildir.
Açıktır ki, ülkedeki mevcut siyasi gelişmeler 2003'ten itibaren vesayetçi sistemin "çifte sınırı"nı zorlamaya başlamıştır.
2007 ve 2008 ise bu zorlamanın, siyasi alan ve iktidarın devlet alanı ve iktidarı aleyhine genişlemesinin kritik yılları olmuştur.
2007'de cumhurbaşkanlığı seçimi malum devlet aktörlerinin siyasi alan üzerindeki en önemli politik denetim aracını elinden almıştır.
2008 ise üniversitelerde tesettür yasağı gibi sistemin en sembolik yasağının kaldırılma hamlesi, devlet aktörleri açısından siyasi kararlarda sınırların ve sınırları koyanların değişimini ifade etmiştir"
Olan budur"
Devletin kalkışmasının, ağır riskler almasının, AK Parti'ye, onun üzerinden toplumsal iradeye meydan okumasının anlamı budur"
Tekrar iki yıl önceki yazımıza geri dönelim.
Öngörülerden sonra şunları söylemişiz:
"Büyük bir demokrasi zıplaması mı yoksa büyük bir kriz dönemi mi? Karşımızda önemli iki sorun alanı var. Bunlardan birincisi, 2007-2008 sürecinin sonuç olarak Türkiye'yi kim yönetecek ya da kim yönetiyor meselesini deşecek olmasıdır. İkincisi, siyasi iktidarı ve siyasi alan genişlemesini geriye itecek türlü koalisyon formülleri, dizayn çabaları, senaryo tartışmalarıdır"
Bugün durum tam olarak budur"
Şimdi karar bizim, (Ankara'dakiler) sizin"
Hangi yöne gideceğiz?
yenişafak