İslam adına “Örneklik” problemi

Ahmet Taşgetiren

Şu sıralar Taliban uygulamaları dünya gündeminde. “Kadının eğitim ve çalışma hayatı içinde nasıl bulunacağı” konusunda getirdikleri sınırlamalar, bütün dünyanın ilgi ve tepkisine hedef oluyor.

Aslında bütün İslam toplumlarında kadının eğitim ve çalışma hayatı içinde nasıl bulunacağı konusu, daha çok “sınırlamalar” boyutu ile gündem oluyor. İşin özünde bir tür “kaygı” bulunuyor. Kadın daha çok hayatın içine girerse kadın ne olur, erkek ne olur, toplum ne olur?” soruları kaygı ile birlikte ele alınıyor ve çoğunlukla da, erkeğin değil -çünkü erkek hayatın dominant parçası gibi görülüyor- kadının sınırlanması tercih ediliyor.

Bunun sonucu olarak da, İslam toplumlarına, toplumların yüzde 50’si kadından oluşuyorsa, toplumun yarısının atıl kapasite halinde tutulduğu eleştirisi yapılıyor.

Bunu çok dindar ailelerin kız çocukları bile aşmaya çalışıyor ve çoğu zaman da aşıyor. Ama kimi cemaat – tarikat türü dini kurumlar çok daha sıkı bir bilinç yüklemesi ile genel hayat akışından farklı bir kadın statüsünü öbek öbek uygulamaya sokuyor.

Bunun en çarpıcı örneği, Amerika’da farklı bir din aidiyeti alanında Amişler tarafından hayata geçiriliyor.

“Taliban ve kadınlar” gündemi devam ederken, Afganistan Eğitim Bakanı’na eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in ikazları, Karar’ın dünkü haberinde yer aldı. Görmez Hoca şunları söylemiş Afganlılara:

“Hiçbir hassasiyet nesilleri cahil bırakmaya mazeret olmaz. Allah Resulü’nün hicret ettiği andan itibaren Medine’yi açık bir üniversiteye dönüştürdüğünü, kadınların da erkeklerin de ilim tahsil ettiğini biliyoruz. Önce liselerde kız çocuklarının okula gitmemeye başlaması, siz buradayken de üniversitelerde askıya alınmış olmasının İslami gerekçesini bize sorduklarında söyleyemiyoruz kimseye. Bakanımız şöyle düşünebilir: ‘Bu bizim iç işimizdir. Hiç kimse bu konuda söz söylemesin’ diyebilir. Ama bu konu bütün Müslümanlara soruluyor. Bu bütün Müslümanların meselesi haline geldi. Evde benim kızım bana soruyor, kızıma cevap vermem lazım. ‘Benim Afganistan’daki arkadaşım niçin okuluna gidemiyor?’ dediğinde benim ona bir şey demem lazım. İfade ettiğiniz güvenlik ve alt yapı gerekçelerini elbette anlıyorum. Şunun mazereti yok, şöyle diyemeyiz. ‘Alt yapı eksikliğimiz, güvenlik sorunlarımız var. İki-üç ay yemeyi ve içmeyi askıya alıyoruz’ nasıl diyemezsek ‘Biz aklın gıdası olan ilme de ara veriyoruz’ diyemeyiz.”

Müthiş bir uyarı bu.

Bu uyarıda, Afganistan’da İslam adına icra edilen bir politikanın, Türkiye’yi nasıl etkilediği de görülüyor. Uygulamanın Amerika’daki, ya da dünyanın bilmem neresindeki kitleleri de etkiliyor olması yadırganmaz.

Türkiye içinde, kendini “islami” diye tanımlayan herhangi bir organizasyonun eğitime veya başka bir alana yönelik uygulamalarının da, geniş toplum kesimleri tarafından “İslam bu mu?” diye sorgulanacağı muhakkaktır.

Şöyle bir cümleye ne dersiniz? “Afganistan’ı yargılamak kolay, onlar kılık kıyafetleri ile de farklı, dolayısıyla ayrı bir kategori oluşturuyorlar. Peki Türkiye’nin örnekliği için de değerlendirme yapmak çok mu abes olur?”

Öteden beri tartışılan bir konu var: “İslamcılar iktidara gelirse nasıl bir sistem kurarlar?”

Bunun bir alt basamağında “İslam ve demokrasi” tartışmaları vardır.

İslamcıların yönettiği bir toplumda insan hakları ne olur, hukuk sistemi nasıl işler, aynı değerleri paylaşmayanlara karşı tavır ne olur, vs…

Mesela Suudi Arabistan şeriatla yönetilir, İran, “İslam devrimi”nden sonra İslam ilkelerine göre bir sistem yapılanması gerçekleştirdiği iddiasındadır. Dünya bütün bu ülkelere baktı “İslam nasıl bir sistem kurar?” sorusunun cevabını ararken… Nitekim İran’da başörtüsü eylemleri de bir başka laboratuvar örnekliği sergiliyor.

Türkiye, 20 yıldan bu yana dindar kadroların yönettiği laik bir ülke durumundadır. Dünyanın Türkiye’yi de “İslamcı” ya da “Dindar” kadroların nasıl bir iş tutacağına dair bir gözlem alanı olarak gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Yani dünyada “Dindar bir kadro, yönetime kendi rengini verir” diye bir beklenti de olmuştur.

Oturup düşünsek ve böyle bir renk verme amacımız olsa, “öncelikli olarak” nasıl bir renk verilmesini arzu ederdik?

Hareketimizin adını “Adalet” ve “Kalkınma” diye belirlemişsek, bunlar bir anlam taşıyorsa, öncelikli olarak “toplumun adaletimizden emin olduğu” ve “kalkınmanın gerçekleştiği, bunun somut göstergesi olarak da insanların geçim derdi ile boğuşmadığı” bir ülke olmasını değil mi?

Şu sıralar iktidara en yakın isimler bile “Güç azdırır, mutlak güç mutlaka azdırır” tarzında adresi belli cümleler kuruyor ise, durup bakmak lazım. İktidar cenahına “Rakipleri düşmanlaştırmama” uyarısı yapılması da anlamlı değil mi?

Muhafazakâr ailelerde anne-babalar, çocuklarına “Taliban uygulamaları” yanında bizdeki iktidar uygulamalarını izah etmekte de zorlanıyor ise, ortada ciddi bir “örneklik sorunu” oluşmuş değil midir? Taliban kadın politikalarında sorunlu, ya biz, rakiplerimizi yargı üzerinden tasfiye etmeye yeltenirken sorunlu değil miyiz?