Tarihimizde Müslümanların birbirleri ile savaştıklarını ve halen de en önemli meselemizin bu olduğunu biliyoruz. Ancak çok daha önemlisi İslam’ın İslam’la savaştırılmasıdır.
Rabbimiz “Hacılara su verme ve Mescid-i Harâm’ın imar ve bakım işini (üstlenen kimseyi), Allah’a ve âhiret gününe inanıp Allah yolunda cihad eden kimseyle bir mi tutuyorsunuz?...” buyuruyor. (Tevbe - 19)
Günümüzde bazı gafiller, “Hacılara su verme ve Mescid-i Harâm’ın imar ve bakım işi” gibi şekil İslam’ına dair faaliyetlerini yere göğe sığdıramazken; “ahiret gününe inanarak Allah yolunda cihad edenleri” dalalette olmakla itham edebilmektedirler. Hayatını İslam’la savaşanlara karşı sadece bir cephede değil cephelerin tamamında savaşarak geçiren aziz bir şehidimize kirli ağızlarıyla kin ve nefret kusabiliyorlar. İngiliz istihbaratı ile haşir neşir olduğunu ikrar eden ve icraatlarının Küresel Siyonizm’e yaradığından şüphe edilmeyen müfteri, Ayasofya’yı kapatan, ulema ve meşayıhı darağaçlarına çeken, ezanı yasaklayan “Atatürk'ün aleyhine asla konuşulmaz, caiz değildir” derken; Büyük şeytan Amerika eliyle şehit edilen ümmetin medarı iftiharına ağır hakarette bulunmaktan utanmıyor. Yeryüzünün tartışmasız en müfsidi İsrail ile normalleşenleri “ıslah ediciler” olarak pazarlamaya çalışan alçak müfsitler, sırtlarını körfezin mali gücüne dayamaktadırlar. Petro dolarla fonlanan “fesat umelası” aynı sermaye ile fonlanan medya desteği ile hakkın sesini bastırmaya çalışmaktadırlar. Bazı kardeşlerimizin bu gibileri muhatap almak fitneye sebep verir kaygısıyla hareket etmeleri maalesef fitneyi önlemiyor fesadı büyütüyor.
Ayasofya’nın ibadete açılması ve başörtülülerin kamusal alanda görev alması ile ülkeyi “okçular tepesi” görenler; bu tepede zil zurna sarhoş ve neredeyse çıplak dolaşanlara kör ve sağır kalmaktadırlar. Bu sefil hallerine bakmadan dünya mazlumlarının umudu olduklarını pazarlayanlar dünya zalimleri ile girdikleri koalisyonlara karşı herkesi kendileri gibi kör ve sağır sanmaktadırlar.
Uğruna bedeller ödenerek meclise giren bir başörtülünün Dinin ve Hukukun keskin çizgilerle birbirinden ayrılması gerektiğini ve bu yapılmadığı takdirde Ayasofya’nın özgürleşemeyeceğini savunması oldukça manidardır. Laikliğin en katı biçimde savunulması bu değil de nedir?! Laik despotizme karşı mücadelede kazandık mı yoksa kayıp mı ettik! İşte tam da bu noktada “Ayasofya’nın açılması zafer mi hezimet mi?” sorusu akla gelmektedir.
Bu yaklaşım Ayasofya’nın kapılarının açılması ancak ruhunun öldürülmesidir. Bu zihniyet “dine karşı din” olarak formüle edilen İslam’ı İslam’la yıkma projesidir. İslam’ın esaslarının şekle kurban edilmesidir.
İslam düşmanlarının Devrimci yolla başaramadığı “yıkım,” evrimci yolla başarılıyor. Müslümanların hezimeti maalesef zafer diye yutturulmaya çalışılıyor.
Ümmetin gerçekten ümidi olan milli görüşün önü bu yolla kesildi. D-8’le ilk adımları atılan ümmetin vahdeti bunlar eliyle tam bir tefrikaya dönüştü. İsrail’i coğrafyamızdan söküp atmak gibi ulvi bir görevi yerine getirenlere destek olunması gerekirken köstek olundu.
İsrail, kendisi ile normalleşen işbirlikçilerin sayısı arttıkça azgınlaşıyor. Sivil ve çocuk öldürmede mahir olan katiller gazetecileri de doğrudan hedefe koyup katletmekten çekinmiyorlar. Buldozerle ezdiği Rachel Aliene Corrie Amerikan vatandaşı olduğu gibi keskin nişancılar tarafından katledilen Kudüs doğumlu Shireen Abu Aqleh de hem Amerikan vatandaşı hem de Hristiyan idi.
İşgalci katil, kendisine karşı koyanın ne dinini ne ırkını ne de mezhebini tanımıyor. Yeryüzünün tartışmasız en müfsidi İsrail için dünyada iki tür insan vardır: kendisine hizmet eden işbirlikçi köleler ve dünyayı bu zulüm ve fesattan kurtaracak olan direniş cephesi. Küresel Siyonizm’in ambargo, kısıtlama ve kuşatmalarla tehdit edip tehditlerine boyun eğenler ile “Andolsun ki sizleri biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve meyvelerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (2/Bakara 155) ayetinde belirtildiği üzere Sabırla bu imtihandan başarıyla çıkanların cephesidir. Bu mübarek cephenin bir gayesi de “münafık olan kimseleri açığa çıkarmaktır…” (3/Âl-i İmran 167)
Münafıklardan arınmış direniş cephesine selam olsun! (Emin Güneş - Hürseda Haber)