İslamofobinin yani İslam’a karşı üretilen fobinin farklı sebepleri üzerinde bir düşünce turu yapalım bugün. İslamofobi yani İslam korkusu İslam’dan korku olarak açılabilir ilk adımda. Ancak İslamofobinin günlük karşılığı korkudan öte karşıtlıkla başlayan bir dizi negatif davranıştır. Korku da barındırır içinde önyargı da nefret de düşmanlık da. İmtina, tiksinme, uzak durma ve yok etme duygusu da barınabilir rahatlıkla bu çerçevede. Irkçılıkla birleşir bir başka yüze bürünür İslamofobi, cinsiyet ayrımcılığıyla birleşir, girer başka kalıba. Yani İslamofobinin kelime manası üzerinden bir okuma İslamofobinin tek bir yönünü bile anlatmakta yetersiz kalır. Farklı kalıplarda vücut bulurken aslında aynı şeye, yöne, hedefe de işaret ediyor olması sebep sonuç ilişkilerinin de iki yönlü işliyor olduğunu gösterir. Fobi duyan ve fobi duyulan birileri vardır sahnede. İkincilerin hangi hal ve tavırları birincide fobiye sebebiyet verir? Ne yapsalar duymazlar? Veya ne yaparlarsa yapsınlar birinciler zaten fobi hissetmeye “dünden” razılar mıdır?...
Biraz geriye gidersek yetmişli yıllarda gördüğümüz İslami siyasi bilinçlenme artışının dönemimiz için İslamofobiyi tetikleyen ilk unsurlardan olduğuna kanaat getirebiliriz. Diyeceksiniz ki, İslam o zaman mı var oldu, yok muydu öncesi, tarihi… Vardı hiç şüphesiz, ancak kısa bir zaman dilimi üzerinden okumak bile tartışma konumuza bir ışık tutacak, genellemelere vesile sağlayacaktır. Mevzubahis dönemi, seküler dünyada İslam’ın kamusal temsilinin barizleştiği dönemle örtüştürüyoruz. Odaklandığımız yer İslam dünyası. Daha da spesifik olalım, Arap ülkeleri. Bu önemli çünkü müstemlekeleşmelikten henüz kurtulmuş, İngiliz esaretini, Fransız zulmünü, İtalyan, Hollandalı postalını henüz def’etmiş halklar var. Bunu İslam adına başarmışlar. Araplık adına değil. Afrikalılık adına değil. Millet kimliklerinden önce dini bütünlüklerinden enerji alarak yapmışlar. Sonra gelmiş pan-la başlıyan ideolojiler. Ülkelerinin yöneticileri kah pan-arabizm demiş kah pan-afrikanizm, sekülerleştirmiş düzeni. Bunu da birçoğu marksizm’i dayanak göstererek sağlamış. Din böylece çökmüş, çökmediyse gömülmüş, taşıyanı imha edilmiş, edilmemişse sindirilmiş. Peki halk memnun muymuş bu gidişattan? Değilmiş ki arayışa girmiş. Başka yollar, başka yönler, başka ideolojiler, hayata ve varlığa bakış arayışları. Seküler siyasetin başarısızlığı diyoruz tarihteki bu noktaya. Seküler düzenin veremedikleri, söz verip de tutamadıkları, yanılgıları, bilmedikleri, bilmezden geldikleri, göremedikleri… Ekonomik büyümenin olmaması, işsizlik, enflasyon, kimlik bunalımı, sosyokültürel çöküş ve başkaları…
Arayışlar, yeni kapılara götürdü halkları, yeni bir dile. O dil protestonun yeni dili oldu. Öncekiler gibi Marx demedi Engels demedi. Lenin Stalin hiç demedi. Hak dedi, adalet dedi, kardeşlik ve halk dedi. Kimileri bunu Doğunun Batıya kalkışışı kimileri Güneyin Kuzeye baş kaldırışı diye adlandırdı. Sonuç itibariyle bir yerlerde, bir şekilde yolları İslam ile kesişti. İslam’ın kamusal alana “dönüşü” bu noktada başladı. Bizi bugünlere getiren sarmalın orta-yer hikayesi de öyle.
yeniakit