(Emir Aşnas/Marbuta Haber
Hamas’ın 7 Ekim 2023 günü gerçekleştirdiği ve özellikle İsrail açısından benzeri görülmemiş nitelikteki Aksa Tufanı operasyonunun üzerinden 17-18 gün geçmiş olmasına karşın, İsrail sürekli bir şekilde dillendirdiği Gazze Şeridi’ne yönelik kara harekâtına bir türlü başlayamadı. Muhakkak yapacağını belirttiği bu operasyonun ertelenmesi konusunda ise, bir kısmı kamuoyunda alay konusu edilen meteoroloji/hava koşulları gibi gerekçeleri ileri sürdü.
İsrail daha önce benzer durumlarda mümkün olan en kısa zamanda, en geç birkaç gün içinde böyle bir operasyona başlardı. Üstelik halihazırda neredeyse bütün dünya ülkeleri özellikle emperyalist kamp topluca arkasında hizalanmış durumda. Yanı sıra İsrail, varlığını Filistin halkına ve çevre ülkelere dayatmasını sağlayan faktörlerden birisi olan askeri-istihbari-güvenlik konusundaki güçlü imajına/heybetine Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonuyla vurduğu büyük darbeyi kısmen de olsa telafi etmek, tarihinde yaşadığı en büyük askeri aşağılanmaya cevap verebilmek ve kendi toplumuna da bu devletin sarsılmayacağı ve yaşamaya devam edeceği konusunda yeniden güven verebilmek için bir an önce böyle bir operasyon yapma ihtiyacı içerisinde.
Durum bu merkezde iken, İsrail neden kara harekâtına başlamıyor ve geciktiriyor?
Bu tereddüdün ve ertelemenin ardında, bazılarının ileri sürdüğü gibi, Batı yönetimlerinin ve medyasının tüm yalanlarına, manipülasyonlarına ve çarpıtmalarına rağmen ilk birkaç günden sonra dünya kamuoyunun ve halkların İsrail’in aleyhine dönmesi, benzeri görülmemiş yaygınlık ve yoğunlukta (tabii ki Türkiye hariç) gösteriler olması, Filistinlilere karşı uygulanmakta olan soykırıma karşı seslerin yükselmesi etkili olabilir mi? Doğrusu, bunun etkisinin özellikle kısa vadede sınırlı olacağı, yanı sıra orta ve uzun vadede ise bu ülke halklarının kendi yönetimlerini daha az İsrail yanlısı olmaya yöneltme gibi dolaylı şekillere bürünebileceği öngörülebilir.
Halihazırda askeri harekâtın gecikmesine ve ertelenmesine yol açan dört temel neden, önem sırasına bağlı olmaksızın ve esasen birbirleriyle etkileşim halinde olduklarına dikkat çekilerek şöyle sıralanabilir:
1- ABD’nin Baskısı: ABD, Hamas ve diğer örgütlerin (özellikle İslami Cihad) elinde olan ABD vatandaşlarının, yani aynı zamanda ABD vatandaşı da olan İsrailli rehinelerin/esirlerin serbest bırakılmasından önce yapılacak bir kara harekâtını istemiyor. Zira böyle bir harekâtta rehinelerin en azından bir kısmının ölebileceğini düşünüyor. Dolayısıyla o konuda bir mesafe alınmadan kara harekâtı yapılmaması yönünde İsrail’e baskı uyguluyor.
Zaten ABD halihazırda bu konuda Katar üzerinden Hamas ile bir müzakere yürütüyor.Geçtiğimiz günlerde Hamas bir iyi niyet göstergesi olarak 2 ABD vatandaşı rehineyi serbest bıraktı. New York Times’a göre halen süren müzakerelerde tabii ki belli şartlar (Gazze Şeridine gıda, sağlık malzemeleri ve akaryakıt girişine izin verilmesi ve rehinelerin serbest bırakılması sırasında ateşkes gibi) karşılığında ABD vatandaşlığına sahip 50 civarında kişinin serbest bırakılması hedefleniyor.
Anlaşılan şu ki, bu müzakerelerde önemli ölçüde başarı sağlanması sürpriz olmayacaktır. Özellikle ABD ve belki de diğer ülke vatandaşlarından (İsrail’in yanı sıra bir veya birden fazla ülkenin daha vatandaşlığına sahip olanlardan) rehinelerin yani sivillerin Gazze Şeridi’ne yönelik bazı insani yardımlar ve kolaylaştırmalar karşılığında serbest bırakılmaları şeklinde bir ara sonuçla karşılaşabiliriz.
Tabii bu müzakereler, İsrail yönetimini ve özellikle İsrail “devleti”nin merkezini teşkil eden güvenlik bürokrasisini rahatsız ediyor. Ayrıca rehineler/esirler konusunun yabancı ülke vatandaşlığına sahip kişiler temelinde yürütülmesi, bir diğer ifadeyle çifte vatandaşlığa sahip olan ve olmayan İsrail vatandaşları arasında fiilen bir ayırımın ortaya çıkması İsrail için ek bir rahatsızlık unsuru oluşturuyor.
Diğer taraftan, ABD kendi vatandaşları için müzakere ederken, İsrail’in buna yanaşmaması da ABD vatandaşı olmayan İsrailliler için bir rahatsızlık konusu.
2– Sokak Savaşı ve Kayıp Korkusu: İsrail esas itibariyle Gazze’ye bir operasyon düzenlemekten korkuyor. İsrail’in en büyük avantajı olan hava kuvvetlerinin ve uçakların çok büyük bir rol oynamasının mümkün olmadığı böyle bir savaşta İsrail’in çok büyük kayıplar vermesi bekleneceği, böyle bir muharebeden galip çıkacağının da garantisi yok.
Yanı sıra kendi sahası dışında yalnızca 1000-1400 savaşçıyla gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonunda düşmanına muazzam bir darbe vuran Hamas ve diğer örgütlerin, bu kez en az 50 bin savaşçıyla kendi sahalarında oynayacakları bir “maçta” saha avantajıyla ve kuracakları pusu ve tuzaklarla İsrail güçlerine çok daha büyük bir darbe vurmaları şaşırtıcı olmaz.
Zaten İsrail’in son günlerde Gazze Şeridi’ne ikikez sızma girişiminde bulunduğu ve her ikisinde de kayıp vererek geri çekilmek zorunda kaldığına dair haberler var.
3– “Devlet” İçi Anlaşmazlıklar: Gazze’ye yönelik kara harekâtına başlanması, zamanlaması, sınırları, biçimi vd bir çok konuda İsrail’in kendi içinde anlaşmazlıklar devam ediyor. Sızan bilgiler, bir yandan hükümet ve özellikle Netanyahu ile İsrail “devleti”nin merkezinde/çekirdeğinde yer alan güvenlik kurumu -yani ordu, Mossad ve Şabak/Şin Bet- arasında, diğer yandan hükümet üyeleri arasında bu konularda derin ihtilaflar bulunduğuna işaret ediyor.
4– Hizbullah Korkusu: Hizbullah henüz savaşa tam olarak girmedi. Zorunlu olmadıkça açık bir savaşa girmesi de beklenmiyor.
Bununla beraber Aksa Tufanı operasyonundan yalnızca bir gün sonra 8 Ekim 2023’te müdahil olmaya ve İsrail ordusunu rahatsız etmeye başladı. Savaşa müdahil olduğu günden itibaren tempoyu yükseltti ve çatışma alanını genişletti.Hizbullah 30 civarında savaşçı kaybetti, İsrail’e ise bunlardan daha fazla kayıp verdirdi. İsrail,Lübnan sınırının güneyinde 5 km’lik alanda mevcut 42 yerleşimi boşaltmak yani 150 bin vatandaşını daha güneye taşımak zorunda kaldı.
En önemlisi Hizbullah, İsrail ordusunun önemli bir bölümünü kuzeyde kendisi için konuşlanmak zorunda bıraktı, onları meşgul ediyor ve sürekli bir şekilde Demokles’in kılıcını kafalarında sallıyor. ABD’den, Batılı ülkelerden, Türkiye’den vd gelen kimi doğrudan kimi dolaylı kimi uyarı kimi tehdit şeklindeki hiçbir mesaja cevap vermeksizin, aldırış etmeksizin tutumunda hiçbir geri adım atmıyor.
Böyle bir durumda İsrail, adımlarını atarken sürekli olarak Hizbullah’ın savaşa tam olarak girebileceğini hesaba katmak zorunda kalıyor. Özellikle Gazze’deki direniş örgütlerinin Hizbullah’tan yardım talep etmesi ve/veya Hizbullah’ın kendisi savaşa girmediği takdirde bu Direniş gruplarının yok edilebileceğini, belki de yenileceğini değerlendirmesi durumunda Hizbullah savaşa girecektir. Yine Gazze halkının Sina’ya göç ettirilmesi de böyle bir sonuca yol açar. Keza Gazze’deki Filistinlilere yönelik çok büyük katliamların olması da Hizbullah’ı savaşa girmek zorunda bırakabilir.
Sonuç olarak, Gazze’deki Direniş kuvvetlerine göre gerek savaşçı sayısı gerek silah donanımı ve füze teknolojisi gerekse savaş kabiliyeti ve tecrübesi ve ayrıca çevre-saha koşulları bakımlarından çok daha etkili bir güç olan Hizbullah’ın savaşa girmesi İsrail’in kabusu olacakbir gelişme olabilir. İsrail böyle bir durumda karşı tarafa çok büyük zararlar verecek -kendi deyimiyle taş devrine döndürebilecek- kapasitesi olsa da kendisinin bir devlet olarak varlığını sürdürmesi dahi mümkün olmayabilir.
Bu nedenlerle İsrail böyle bir savaşa mecbur kalırsa ABD’yi de kendisinin yanında doğrudan savaşın bir tarafı yapmak istiyor. Ancak, böyle bir durum yani savaşın ABD’nin de taraf olduğu bölgesel bir savaşa dönüşmesi, bu yazıya sığmayacak birçok nedenle ABD’nin en son isteyeceği şeydir.
Dolayısıyla İsrail’in yediği darbeyi kabullenmesi ve dizginlenmesi hem bölge açısından hem de ABD açısından -en azından kısa vadede- en iyi gelişme olacaktır. Bu da asgari olarak:
-Gazze’ye yönelik saldırının ve soykırımın durdurulmasını,
-Gazze’ye Ambargonun kaldırılmasını/hafifletilmesini,
-Mescid-i Aksa’ya ve Kudüs’e yönelik saldırıların ve Yahudileştirmenin durmasını,
-Ve tabii ki esirlerin (Hamas’ın elindeki sayısı 100 civarında olan esirle İsrail hapishanelerinde sayısı 6 bin civarında olan esirlerin) karşılıklı olarak serbest bırakılmasını içeren bir ara anlaşma ya da ateşkes demektir.
(Emir Aşnas – , Marbuta)