İstanbul'u görmek

Merve Kavakçı

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun ru’yada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Diyor edebiyatçı, şair Yahya Kemal Beyatlı. Değerli bestekar Münir Nurettin Selçuk ise bu güfteyi kulaklarımız için melodiye döküyor. Ve evet   hepimizin, hayır düzeltiyorum çoğumuzun, belki benim de içinde bulunduğum neslin de son dakikada vagona katılarak aşina olduğu, o güzel İstanbul şarkısı çıkıyor ortaya (ne acı ki çocuklarımızın nesli, hele onlardan sonra gelen milenyum nesilleri siber dünyalarında mutlu mes’ut yaşayıp giderken bir vesile karşılaşmıyorlar bile bu güzel eserle…ne üzücü ve ne kayıp…) merhum Münir Nurettin deyince, Dönülmez akşamın ufkundayım’ı anmadan geçmek de mümkün değil….

İstanbul’u bize ulaştıran şairleri anarken Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sesinden hafızalara kazınan Canım İstanbul’u hatırlamamak da olmaz. Bir şiirle Pınarhisar’a hapsedilen bir siyasi lider, aslında ülke insanının kalbine hapsoluyordu, demirparmaklıklar ardında Kısakürek’ten İstanbul’a seslenirken. Yıllar geçecek, müsebbiblerin sükutu hayale uğrayışlarına hep beraber sahidlik edecektik.

İstanbul neler görmemişti ki pek uzun bu ömründe… Nelere sahidlik etmemişti ki… Ne acılar, ne sevinçler İstanbul’un yedi tepesine yansımıştı. Konstantiniyye’den İslambol’a, hilafetin yok edilişinden Menderes’le ezanın özüne dönüşüne, balıklarla iki kıtayı kavuşturan Marmarayından Avrasyasına, ılık bir yaz gecesi tanklara meydan okuyan insanına kadar neler görmedi ki bu dolu dopdolu şehir… Dili olsa da konuşsa, ağzı olsa da söylese. Yol yol yürüse, yaprak yaprak içini dökse, İstanbul…

Bu bahar gününde İstanbul’u ajandama düşüren eski İstanbul’un resimleri oldu. Amerika’nın Boston şehrindeki Boston Üniversitesi İstanbulumuza ait fotoğrafları yayınladı. Üniversitenin arşivinde muhafaza edilen bu resimler 1970’lerin İstanbul’undaki hayata ışık tutuyor. Ne var bunda diyebilirsiniz, bir şey yok elbette. Ama buradan başlayarak şunu düşünmekten kendimi alamıyorum: Günlük hayata dair, rutin alışkanlıkları, çarşı pazar, sokak, dağ, bayır fotoğraflarının ötesinde, bize dair, bize ait, bizi anlatan neler var ellerinde…eserlerimiz, sanatımız, geçmişimiz, tarihimiz yani varlığımız yani kendimiz… Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa ve Almanya’nın ve dahi Rusya’nın ve diğerlerinin?..

Ve biz, kendimizi “onlar”dan öğrenmeye mecbur bırakıyoruz. Boston’dan gelecek bir resim, Washington’dan gösterilen bir belge, Londra’dan anlatılan hikaye bizi bize anlatıyor. Biz de zevkle dinliyoruz…

yeniakit