“Müslümanlar kardeştir”. Bu kardeşliğin temelinde şartlarını “Allah’ın kitabı” ve “Resulullahın uygulamaları” vardır. Biz buna “İttihad” diyoruz.
Bu değerlere aykırı olmamakla birlikte erdem ve hikmet içeren işlerde Müslümanlar ötekilerle “hılful fudul”, “Medine sözleşmesi” ve “müellefetül gulub” bağlamında birliktelik yapabilirler. Buna “İttifak” diyoruz.
3. olarak, ötekilerle nimet külfet dengesine dayalı “İtilaf”lar gerçekleştirebiliriz. İtilaf İttifaka, İttifak İttihada aykırı olamaz. Birinde din, ötekinde erdem, sonuncusunda maslahat esastır.
Türkiye’nin yol haritasında İslam ülkeleri, ABD, AB, Rusya, Çin ile ilişkileri, hem birey, hem toplum, hem de devlet olarak bu temel ilkeler çerçevesinde olacaktır, eğer bu kararların alınmasında “milli irade” esas alınacaksa.
İsrail ile de ilişkiler bu çerçevede olacaktır ya da olmayacaktır..
“Mavi Marmara” gemisinde Yahudiler de vardı. “Yahudi olmak”, “İsrail vatandaşı” olmak, “Siyonist” olmak her zaman aynı anlama gelmeyebilir..
Bize düşmanlık eden biri de olsa, onlar hakkında adaletsizlik etmeyeceğiz.. İşi ehliyet ve liyakat şartına dayalı olarak vereceğiz. İnsanların doğdukları yere, zamana, mekana, derisinin rengi ve cinsiyetine göre kategorize edemeyiz.
Yahudiler konusunda şöyle bir sorun da var, Yahudilerde ırk ve din birliği söz konusu. Öte yandan Yahudilerin hemen hemen tamamı birkaç ülkenin vatandaşlığına sahiptir.. Dolayısı ile önümüze farklı kimliklerle çıkabilirler..
Dini açıdan da Yahudilerin çok büyük bir bölümü dini pratikler açısından Seküler bir tutuma sahiptir.. Rabbi’lerle Siyonistler aynı çizgide değildir.. Ateist, agnostik, ırkçı, liberal, LBGT, her çeşit Yahudi vardır. Ben-i İsrail geleneğinden gelip Müslüman olan da vardır, Hristiyan olan da. İsrail olarak adlandırılan işgal altındaki topraklarda Filistinliler de var. Yani İsrail denilen devletin yurttaşları arasında Müslüman Araplar da bulunmaktadır..
Yahudilerle bizim aramızda, dini, ideolojik, sivil ve politik ihtilaflar vardır.. Her sorun kendi usulüne göre çözümlenebilir..
İsrail ile şu günlerde Mavi Marmara konusunda ciddi bir sorun yaşanıyor.. Meclis’te kabul edilen protokol Ankara ile Kudüs arasında varılan bir mutabakatı ifade ediyor.. Kesinlikle bu sözleşmede “Kudüs” ifadesinin Ankara’nın karşılığı olarak “İsrail’in başşehri” gibi algılanmadığının teyid edilmesi gerekir. Bu ifade dolaylı bir “tanıma” şeklinde yorumlanmaması gerekir.. Beştepe’nin bu konuya gereken hassasiyeti göstereceğini düşünüyorum.
Aynı şekilde Gazze’ye yardım konvoylarının İsrail limanları üzerinden yardım göndermeleri konusunda, daha ilk seferde “Lady Leyla” ile ilgili ilginç iddialar atıldı ortaya.. Çoğu gerçek değildi. Aşdot’da el konulan yardım yok. Gümrük alınmamış. Yükler “bigpack” denilen türdenmiş, bunların TIR konteynerlerine yüklenebilmesi için Kızılay tarafından tutulan bir depoda yeniden paketlenmesi zaman almış, araya bayram girmiş, yüklerin İsrail’den Gazze tarafında geçerken yeniden Gazze’den gelen TIR’lara aktarılması zaman almış. Yani “Geminin 1 aya yakın limanda bekletildiği ve çok yüksek bir depo ve liman işgaliye bedeli ödendiği, yardımlara el konulduğu“ iddiaları doğru değil. Kızılay’dan bu konuda birinci elden bilgi aldım.
Ama öte yandan İsrail 22 Ağustos’ta tekrar Gazze’ye saldırdı. Bunu not etmek gerek. Kesinlikle, “dolaylı tanıma” şeklinde yorumlanacak olan mutabakat metnindeki “Kudüs” kelimesi ile ilgili tatmin edici bir açıklama şart. “One minute!”. Kudüs’ün İsrail’in başkent olarak tanınması anlamına gelebilecek, bu şekilde yorumlanabilecek bir durum hiçbir şart altında kabul edilemez.
İsrail, kendinden ibaret bir ülke değil.. Türkiye hali hazır durumda, siyasi olarak, ABD, AB, NATO, BM ile ilişkilerini sürdürdüğü sürece, bugünkü şartlarda İsrail’le bir şekilde dirsek teması kurmak durumundadır. Bu sadece Türkiye için bir zorunluluk değil, İsrail için de Türkiye ile ilişki bir zorunluluktur. İsrail’le ilişkileri bu anlamda devlet, toplum, din ve ideoloji-siyaset olarak 4 kategoride ele almamız gerek.. Kudüs ise aslında 1. Derecede öneme sahip, apayrı bir 5. Maddedir ki, bu konu Türkiye ve İsrail’i de aşan beynelmilel bir konudur.. İsrail’deki toplum, işgal altındaki topraklarda yaşan Müslüman halkı da, Yahudi bir anne-babadan doğmakla birlikte, liberal, demokrat, dinsiz, ahlaksız, vicdan sahibi ya da bu tartışmaların dışındaki insanları, yaşlı, kadın ve çocukları da kapsar.. Dini topluluklar da tek bir kimlik taşımazlar. Rabbiler, ya da ırkçılar, radikaller hepsi ayrı ayrı topluluklardır.. İdeolojik ve politik topluluklara gelince bunlar, sağ, sol, liberal, demokrat çok farklı tercihlere sahiptir.. Ve bunların hepsi, aynı zamanda iç içe geçmiş bir olimpik helezonlar dizisine benzer..
Herkes kendi alanında kalırsa, birbirimizi anlamaya çalışarak, birbirimize müdahale etmeden tavsiyelerde bulunursak bana göre daha doğru bir yol izlemiş oluruz. İttifak ettiğimizde birlikte hareket eder, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görürüz. Bunun daha ötesi yok. İlle de aynı şeyi düşünmemiz, söylememiz, yapmamız gerekmiyor. Farklılığımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamanın bir yolunu bulmamız gerek. Bu hem kendi içimizde, hem de ötekilerle birlikte.. Kimse kimseyi meşru anlamda sahip olduğu topraktan çıkartmayacak. İnsanları yurtlarından çıkartmayacağız.. Yahudi, Ermeni, Süryani, Rum fark etmez.. Kürd’ü, Arab’ı, Türk’ü, Çerkez’i, Boşnak’ı, Arnavud’u için de aynı durum söz konusu..
Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi, bizim önerimiz olmayacaktır. Herkes için adalet, herkes için barış, herkes için özgürlük.. Selâm ve dua ile..
yeniakit