Bunu insanın sınav alanı olarak belirledi. Sonuçta “iyi insan olmamız”ı istedi.
Bildirdiği ölçüler, iyi insan ölçüleridir. “Müslüman” o iyi ölçülerle inşa edilecek kişiliğin adıdır.
İslam inancı, ilk insandan itibaren ilahi kaynaktan gelen “iyi insan ölçüleri”ni İslam’ın ölçüleri olarak kabul eder. Peygamberler de İslam’ın peygamberidir. Hazreti Muhammed (s.a.v.), “Hatem’ünnebiyyîn – Peygamberlerin sonuncusu”dur. Apayrı bir halka değildir. Hilkat (yaratılış) hamurundan “İyi İnsan – Müslüman” inşa etme misyonu insanla birlikte var olan bir misyondur.
Bir insana “Müslüman” denilmesi, eğer bir alana girme anlamına geliyorsa, onun o alan içinde kendini “İyi insan” olarak inşa edeceği ümidini getirdiği içindir. Evet, Müslüman oluş, bir yola giriş iradesidir. Ama bir boyacı küpüne batırılıp çıkarılma işi değildir. Bir emeğe, gayrete soyunuştur.
Kur’an bunu “İmanın kalplere nüfuzu” diye tanımlar. (Hucurat, 14) Yani kendinizi yoğuracak, yoğuracak ve Müslümanlık iradesi bir kalp kıvamı haline gelecek; yolculuk, zor yolculuk, “iyi insan” olma yolculuğu budur.
Hazreti Peygamber bir kişinin yaptığı işe bakıyor ve ona “Hasüne isl^ümuhu – Müslümanlığı güzel oldu” diyor. Yani önümüze “Müslüman”dan öte “Güzel Müslüman” diye bir kişilik tipi koyuyor.
Bir söz var, benim çok hoşuma giden, “İnsanlığımız kadar Müslümanız” şeklinde. Şöyle söyleyebiliriz: İnsanlığımız azala azala Müslümanlığımız çoğalmaz. Müslümanlığımız insanlığımıza yeni güzel boyutlar kata kata daha emek verilmiş Müslümanlık haline gelir.
Şu söylenebilir: Müslümanlık zaten en iyi insanlık demektir. O zaman Müslüman dediğimizde de ayrıca iyi insan diye bir şeyin altını çizmeye ne gerek var?
Keşke böyle “İyi insan – Müslüman” denklemini kişiliklerimizde somutlaştırabilmiş olsaydık da, insanlık, “Müslüman” dendiğinde hiç tereddüt etmeden “iyi insan”ı hatırlayabilseydi.
Kur’an’da İslam ümmeti ile ilgili iki ayet dikkat çekici: Biri şöyle: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Al-i İmran, 110)
Diğeri de şu şekilde: “İçinizden öyle bir topluluk (ümmet) bulunmalı ki, hayra çağırsın, iyiliği teşvik etsin, kötülükten sakındırsın. İşte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (Âl-i İmran, 104)
İlk ayet, “Siz şöyle bir ümmetsiniz” diyor, o ümmetin “hayırlı” vasfını öne çıkarıyor, ikinci ayet ise öyle bir ümmet – topluluk oluşturulması gerektiğine işaret ediyor. Her iki ayette “hayra çağırmak, iyiliğe öncülük etmek, kötülükten sakındırmak” karakter özelliği olarak zikrediliyor.
Bayramlarımız, kurbanlarımız, Müslümanın “iyilik insanı” olmasının görünür iklimlerinden birisi. Diyelim Afrika’da kurbanlarımız kesiliyor ve tebessümü unutmuş insanlara iyilik ve sevinç taşıyoruz.
İşte böyle, yılda bir değil, her an – bütün zamanlarda tüm insanlığa iyilik halinde bulunmak, duygularımızın - davranışlarımızın başka türlüsü beklenmeyecek çapta iyiliğe ayarlı olması bizim şiarımız olmalıdır. Mücadele ederken bile en güzel olanı bulma yükümlülüğü vardır Müslümanın… (Nahl suresi, 125)
Şunu söyleyeyim: Bizim insanlık planında işleyegeldiğimiz kusurlarımız yüzünden “Müslüman” imajının yara almaması gerekir.
O zaman kendimize bakmak, içimize - dışımıza bakmak ve “iyi insan” ile aramızdaki “mesafe”yi görmek, bunun aynı zamanda “Müslümanlığımızın kalitesi - azlığı - çokluğu” ile ilgili olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
Bayramınız mübarek olsun. Her anınız iyiliklerle dolu olsun.