Postkolonyalizmin teorisi kavramların epistemisi ve ontolojisi ile ilgilenir. Açalım. Mefhumların nasıl geliştiğine ve nasıl bir kökten geldiklerine bakarak tefekküre sunar. Burada mevzubahis ingilizcede kullanılan coffee kelimesi arapça bir kelime olan kahveden gelir, ve brother, farsça birader kelimesine dayanır, twitter tarihimizin tiviti’dir aslında gibi basitleştirilmiş örneklemeleri ihtiva etmez. Belki onlardan güç alarak diskuru yeni bir seviyeye taşır. Sürdürülebilir kalkınma nedir mesela? Kalkınma neden olduğu gibi kalmamış ama yanına sürdürülebilirlik sıfatı eklenmiştir ayrıca? Kalkınma kime göre ve neye göredir? Mukayese edeceğimiz kalkınma cetvelinde hangi sınıflandırmalar vardır? Ya bunlar? Onlar kim ve neye göre hazırlanmıştır? Bir başka deyişle, elimizdeki kalkınma cetvelini kim hazırlamıştır?
Zenginlik bir diğeridir böyle muamma-lı kavramlardan. (Dikkatinize getirmek isterim, muamma demiyorum, kendimce muamma-lı diye bir şey uyduruyorum burada. Yani bir yerlerinde muamma içeren bir bütünden söz ediyorum.) Ulusal zenginlik belli güç kıstaslarına göre ölçülür. Bunları da birileri hazırlamıştır. Buna göre cetveller indekslenir ve şu ülke şöyle bu ülke böyle denilerek terazide tartılmış olur. Milli zenginliğin hangi ölçümü içinde toplumsal desteği içerir mesela. Ya kişi başına düşen milli hasıla? Orada ne miktarda ailevi fedakarlıklar dikkate alınır? 15 Temmuz gibi bir katliam girişiminde milletimiz tarafından ortaya konan özverili duruş, siyasetçilerimizin “maalesef ki” sadece bir kısmı ile sınırlı kalan cesur tavır kalkınmamızda hangi baskül, hangi terazi hangi ölçüm aracı ile hesaplanır, rakamlara dönüştürülebilir?
İnsanlıktır bahsettiğimiz… İnsan bir iki, siyah beyaz, şişman zayıf, kadın erkek, sayılır ölçülür tasvir edilir. Ya insan-lık? Onu nasıl anlamlandıracağız, bir kutu içine yerleştirip teraziye koyacağız… Birkaç sene önceydi, Amerika’da yaşadığım günlerde, bir haber bütün ulusal kanallarda dikkate sayan bulunmuştu. Meşhur New York şehrindeki Times meydanında bir karlı bir kış akşamı yalınayak vaziyette bir dükkan önünde titreyen evsiz adama vicdanı el vermeyerek gidip satın aldığı bir çift kışlık botu giydiren polis memuru, bütün ülkede gözyaşları ile kucaklanmıştı. Amerikan halkı ne kadar da duygulanmış, bir kere daha kendilerinin ne kadar da iyi insan olduklarını anlamışlardı… Kinayeli olarak söylüyorum tabii... Ulusal olarak bir ülkenin bütün insanlarının iyi veya hepsinin kötü olduğu düşünülemeyeceği gibi coğrafi olarak da bütün iyilerin veya kötülerin birbirinden ayrıştığı, birbirlerinden kalın hatlarla farklı yerlere düştüğü düşünülemez. Bize sorsanız, hiç de büyütülmeyecek, medya diline başvurursak haber değeri olmayacak bir olaydır, polis memurunun yaptığı. Zira sadece ihtiyaç sahibi birine yardım etmiş, ona bir çift ayakkabı almıştır… Bu topraklarda her gün onlarcası, belki yüzlercesi yaşanan benzer “hareketler” iyilik kulvarından sayılmaz bile… Toplumsal dayanışmanın, yapılması gerekenin, insan olmanın bir gereğidir bizce…. Kimsenin birbirine karşılıksız bir şey yapmadığı, tabiri caizse günahını bile vermediği bir kültürde tabii ki yadırganır, nadir bulunur ve alkışlanır.
O zaman insanlık dediğimizi kime ve neye göre ifade edeceğiz…şu tehlikeyi de unutmayalım, bir yerde rutin olanı insanlık diye algıla(t)mak durumunda, dozaj arttıkça kimilerince ahmaklık olarak da kavramlaştırılabilir...
yeniakit