İyi Parti’nin yüzde 35 oyu olsaydı

Ahmet Taşgetiren

Türkiye, ya da muhalefet İyi Parti’nin yerel seçimlerde “İttifak” yapıp yapmayacağını tartışıyor. Meral Akşener “Zinhar ittifak yapmayacağız” diyor, “Biz bu partiyi CHP’li adayları başkan seçtirmek için kurmadık” diyor… “İşbirliği” kapısının açık tutulduğu gibi bir ihtimalden de söz ediliyor ama, Meral Hanım’ın kamuoyuna yansıyan tavırları derin bir canı yanmaşlığın izlerini veriyor.

İyi Parti cenahından “Matematik ittifakı zorunlu kılıyor” türü ya da “İttifaksız girilirse biz İyi Parti olarak sıfır çekeriz, diğer muhalefet partileri de büyük zaafa düşer” yollu açıklamalar geliyorsa da, Meral Hanım henüz o uyarılara kapalı gözüküyor.

İyi Parti’nin oyu yüzde 10 civarında… Bir ara kamuoyu yoklamalarında yüzde 20’ler konuşuldu ama ülke çapındaki seçimlerde sandığa yansıyan oran yüzde 10’un çok üzerine çıkmadı.

Belli ki yüzde 10 oy ile yerel yönetici seçmek hadi ihtiyatlı söyleyelim, kolay değil.

Nasıl bir mantığı olabilir o zaman “İttifaksızlığın”?

Yüzde 35 rakamı halen iktidarda bulunan Ak Parti’nin yüzde 49’lardan geldiği oran. Ak Parti bu oyuna rağmen hiçbir yerde, özellikle İstanbul – Ankara gibi sembol şehirlerde seçimi çantada keklik görmüyor ve Cumhur İttifakı’ndaki ortağı MHP’yi nazlamaya itina gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan MHP lideri Bahçeli’yi ziyarette kusur etmiyor.

Yüzde 35 oyuna rağmen…

Çünkü bir oy bir oy… Çünkü İstanbul kaybedilmiş, Ankara kaybedilmiş…

“İyi Parti’nin yüzde 35 oyu olsaydı” mesela İstanbul’u almak için ittifak arayışında olmayacak mıydı?

Ya da şöyle düşünülse: Halen CHP’nin oyu yüzde 25 civarında, o İyi Parti ile ittifak arıyor, İyi Parti’nin oyu yüzde 25, CHP’ninki yüzde 10 olsaydı, CHP’nin yüzde 10’luk desteğini istemeyecek miydi?

Bunlar matematik….O yüzden de kimi İyi Partililer, liderlerini uyarmaya çalışıyorlar. Belli ki içerde Meral Hanımın can yanmışlığıyla beslenen “Zinhar” tavrını besleyenler de var.

Burada tabii ki “Biz bu partiyi CHP’li adayları seçtirmek için kurmadık” sözünü yabana atmak da mümkün olmaz. Siyasette partinizin çıkarını öncelemek anlamında “particilik” vardır. Parti hayır kurumu değildir, bir başka partiye oy istemek ancak bunda kendi partinizin çıkarı da söz konusu olduğunda anlam taşır.

İyi Parti’nin “İttifaksızlık” siyasetinin İyi Parti’nin kendisi dahil “muhalefete kaybettirmek” gibi bir sonucu olacağını herkes görüyor. Meral Hanım’ın bu “sıfır başarı” siyasetini neden benimsemiş olabileceği soruları tartışılıyor. Geçmişten örnekler sayılıyor. “Son andaki çıkışlar”a özel anlamlar yükleniyor.

Bu noktada en makul yorumlar “Pazarlık çıtasını yükseltmek” gibi görünüyor. “İttifak” ya da “İşbirliği” olacaksa, bundan İyi Parti’nin “kazandırma rolü” kadar pay alması hesabından söz ediliyor. Bunun bir anmalı var.

Öte yanda bir CHP dünyası var ki evlere şenlik… Hani Meral Hanım “Hadi ittifak yapalım” dese kiminle ittifak yapacak, belli değil.

Genelde Muhalefetin “Evlere şenlik” manzarası arz ettiği bir süreçte, “Tencere” bir şey yaparsa yapacak, değilse, 14 – 28 Mayıs, 31 Mart 2024 halinde devam edecek…

DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE SIKIŞTIRILMAK

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu için gittiği Amerika’da herhalde Türkiye için iyi bir tanıtım fırsatı olabilir düşüncesiyle çıktığı PBS tv’de, kendisine Kavala, Demirtaş ve Sedef Kabaş davasını soran Pakistan asıllı kadın gazeteci Amina Navaz’a önce “Sizi ne ilgilendiriyor onlar? Bizde yargı bağımsızdır” diye karşılık verdi, ardından da araya girip başka soru sormak isteyen Amina Navaz’ı “Sözümü kesmeye hakkın yok, saygı duyacaksın, yargının verdiği karara saygı duyacaksın” diye tersledi.

Türkiye’deki yönetim tarzı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan adına nasıl bir olay bu? Amaç “iyi tanıtım” ise hem ülke hem bizzat sayın Cumhurbaşkanı için iyi bir tanıtım mı?

Bence değil.

Hani “Batı dünyası Tayyip Erdoğan’ı okudu” diye bir söz var. Yani “Onun huyunu suyunu tanıyorlar, nerede kızar, nerede sinirlenir, nerede kimyası değişir, onu biliyor ve ona göre tavır alıyorlar.”

Aslında her ülke ilişkide bulunduğu her ülkenin liderinin huyunu suyunu bilmek ve ona göre politika geliştirmek ister. Çünkü -hele tek iradenin belirleyici olduğu ülkelerde- liderin kimyasını bilmek çok önemlidir. Mutlu ederek ilerlemek var, kızdırarak ilerlemek… ikisinin alacağı sonuç farklıdır.

Haydi tahmin yürütelim: Amina Navaz, o soruyu neden sormuştur?

Bir: Söz konusu isimler bütün dünyada “siyasi mahkum” olarak biliniyor ve onlara yapılan “muamele” yargı bağımsızlığı içinde değerlendirilmiyor. Dünya bu işlerin sorumlusu olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gördüğü için soru ona soruluyor.

İki: Mülakatı planlayanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu soruya kızacağını tahmin etmişlerdir. Onun o kızgınlık halini dünya kamuoyuna yansıtmak için de dünyanın gözü önünde onun damarına basmayı tercih etmişlerdir.

Bizde genelde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızgınlıklarından hoşlanan bir halk kesimi bulunduğu düşünülür. Davos’taki “One Minute” olayı da tanınmış örnektir. Bu olaya da öyle bakılır mı bilmem. Ama söz konusu isimlere yönelik uygulama dünyaya en azından “Türkiye yargısı” hakkında iyi izlenim vermiyor, bilmek lâzım. Dünyanın gözü önünde sıkıştırılırsınız… “Bir kadını azarlamak” gibi pozisyonla üstelik…