Jeopolitik Haçlı Seferleri
Modernliğin başlangıcından bu yana ilahi Vahyin yerini, seküler saldırgan akıl aldı. Mutlak'ı reddeden, inkar eden seküler akıl, modernitenin bütün kavram ve kurumlarına dokunulmazlık kazandırdı. Bu süreçle birlikte, din'i/İslami dünya görüşü, hayat tarzı edilgin bir konumdan, etkin bir konuma geçmeyi başaramadı. İslam toplumları, İslami düşünce hayatı bu gelişme karşısında tarihsel yanıtlar/yenilikler üretmek yerine; Batı dünyası tarafından üretilen yeniliklere maruz kaldı. Modern bilimler, Avrupamerkezci dil/yöntem/model ve tercihleri meşrulaştırmak üzere; Batı'nın ötekini tahakküm altına almasını sağlamak üzere araçsallaştırıldı. Bilimin ve sekülerizmin dokunulmaz kılınmasıyla birlikte İslam toplumları zihinsel bir kuşatılmışlık içerisine girdiler. Sömürgeci egemenlikler toplumlarımızda halen aşamadığımız, aşmayı başaramadığımız derin gerilimlere neden oldu, İslam toplumlarında yorum özgürlüğüne son veren, yorumları sabitleyen bir gelenek oluştuğu için, yeni gelişmelere ilişkin yeni yorumlar yapılamadı. Zihinsel alandan başlayarak her alanda İslami bünye yoksullaştı. Sömürgeci ve totaliter bir dil aracılığıyla çarpıtılmış bir İslami gerçeklik imgesi üretildi. Seküler yaklaşımın evrenselleştirilmesiyle birlikte modern tarih ve modern siyaset her tür kutsal etkiden/otoriteden arındırılmış oldu. Tarih ve siyaset her tür kutsal etkiden arındırılınca, her tür barbarlık ve vahşet normalleşti. Modern olmak bütün köklerden, her tür ahlaki otoriteden kopmak anlamına geldi.
Müslümanlar olarak bizler, bugün ilahi Vahyin mutlak niteliğinden çok, modern-seküler dokunulmazlıkların etkisi altında hareket ediyoruz. İslami dilin, söylemin, hareketin temel tanımları, sözcükleri gündemden, gündemimizden düşüyor, düşürülüyor. Sömürgecilik yoğun bir biçimde sürerken, Müslümanlara yönelik, sömürgeci dayatmalar da sürüyor, İslam toplumlarında İslami mücadele öncelikli bir mücadele olmaktan çıkıyor. İslami muhalefet hareketleri olarak bildiğimiz hareketler, İslami mücadeleden değil, "demokratik" mücadeleden söz ediyor. Serbest piyasa kapitalizminin ve neoliberal dünya görüşünün sınır tanımayan ilerleyişi karşısında toplumlarımızın çok savunmasız ve dirençsiz olduğu açıkça görülebiliyor. Bütün bir hayatımız dış etkilere sonuna kadar açık hale geliyor. Neoliberal ilerleyişin somut bir sonucu olarak, Ortadoğu toplumlarında da görülebileceği üzere, siyasal anlamda elverişli bir ortam oluşuyor. Bu ortamda, her tür isyan/ayaklanma medya'da bütün boyutlarıyla yer aldığı için, küresel ölçekte yankılanıyor. Neoliberal yayılma siyasal bir "moda" halini alıyor. Çin, Mao'cu komünizmden kapitalizme geçiyor, Rusya marksizmden kapitalizme geçiyor. Soğuk Savaş sonrası yeni dönemde, emperyalist dünya İslam ve Müslümanlarla savaştığı için bugün toplumlarımız ezici ve boğucu gerçeklikler ve belirsizliklerle karşı karşıya bulunuyor. Kendisini tek yoruma hapseden köhne akıllarla, yeni çözümlemeler üretemiyoruz. Yeni çözümlemeler ve direniş üretemeyen köhne akıllar, hepimizi ehlileştirmeye ve sistemle uyumlu kılmaya çalışıyor. Küresel ölçekte iç içe geçmiş bir dünyada yaşadığımız için, bütün yabancılaşmalar, bozulmalar, inhiraflar da iç içe geçiyor. Algısal anlamda büyük kopuşlar yaşıyoruz. Radikal İslamcılık kırıntılarıyla güçlü/etkili yanıtlar geliştiremiyoruz. Düşünsellikten yoksun, entelektüel, düşünsel, kültürel birikim ve yoğunluğa ihtiyaç duymayan taşra radikalizmi ile, kuşatıcı çerçeveler/perspektifler gerçekleştirilemiyor. İslam toplumları entelektüel kılavuzluktan yoksun bulunuyor. Kendi zaaflarımızla yüzleşmeyi başaramadığımız için, bunu itiraf etmiyor ve kendimizi haklı çıkarmaya çalışıyoruz. Çoğumuz gerçek dünya dışında bir düş ülkesinde yaşıyor, gibi yaşamaya devam ediyoruz. Zamana özgü tercihler yaparak temel İslami anlamlardan ödün verebiliyoruz. Zamanın beğenisine hitap eden, Neonurcu-Hoşgörü dili/ söylemi gibi yabancılaştırıcı bir dil oluşuyor. Bu dil/söylem/yaklaşım her tür popülerliği meşrulaştırıyor, her tür popülerliğin arkasından koşuyor. İslami bilinç alanını genişletmemiz gerekirken bu alandan uzaklaşıyoruz. Her tür popülerliğin arkasından koşan zihniyet, cemaat çıkarı söz konusu olduğunda etnisiteyi, İslam'dan daha önemli/öncelikli sayıyor. Düşünen öznelere değil, kalabalıklara hitap etmenin yollarını arıyoruz. Düşünen öznelere yönelik çalışmalar İslami kesimlerde kesinlikle ilgi görmüyor. Kalabalıklara hitap eden dilin kitleleştirıci etkisi büyük bir bilinçsizliğe/ruhsuzluğa yol açıyor. Gerçeklerle propoganda arasındaki uçurumları göremiyoruz. Dini motiflerle süslü propoganda yalanlarını teşhis edemiyoruz. İslami mücadele gücü ve bilincine sahip olmayanlar, çok sefil bir yol alan teslimiyetçilik yolunu seçiyor. Alışılagelen çerçeveler/ kalıplar içerisinde yazıp konuşmadığımız için ötekileştiriliyoruz.
Sermayenin dünya ölçeğinde sağladığı egemenlik yoluyla dünya ölçeğinde tek bir ekonomik ve kültürel sistem oluşuyor. Bu sistem bütün yerel yapıları belirsizliğe ve gerilime sevk ediyor. Medya manipülasyonları aracılığıyla kamusal algı biçimlendirilebiliyor. Küresel sistem, sermayenin çıkarlarına ve ihtiyaçlarına göre hareket ediyor. Türkiye'de de içerisinde yaşadığımız üzere neoliberal hayat ve düşünce tarzı, her tür aidiyet duygusunu ve tavrını aşındırıyor. Devrimci bir İslami alternatifi etkin bir şekilde savunduğumuzu ve gerekçelendirdiğimiz iddia edemeyiz. Genç kuşakların zihinleri liberal kültürün ikonaları tarafından boşaltılıyor. Müslümanlar da neoliberalizmin rüzgârları önünde bir o yana bir bu yana savruluyor. Herkes önce egoist hesapçılığı öğreniyor. Finansal kuralsızlaşma hayatın bütün boyutlarında hissedilebilen bir yozlaşmaya neden olu yor. Ahlaki kötülükleri sorgulamayan bir toplumda yaşıyoruz. Bu koşullar içerisinde her gün yeni ihtiyaç ve istek kategorileri, tanımları ortaya çıkıyor. Bütün yerel sınırları aşarak, bütün dünyayı serbestçe dolaşan objeler, metalar, teknolojiler, yeni davranış ve algı biçimleri, yeni bir kültürel tarz oluşturuyor. Devlet'ler sermaye hareketlerini denetleme fonksiyonunu kaybediyor. Enformasyon sistemi daha çok liberal/demokratik anlamda bir "özgürleşme" ye öncülük ediyor. Böylece tek boyutlu bir algılama, özgürleşme ve muhalefet tarzı oluşuyor. Bugünün dünyası kendi değerlerini güç kullanarak empoze ediyor. Rüşvet küreselleşiyor, fuhuş küreselleşiyor, hırsızlık vurgunculuk küreselleşiyor, uluslararası ticaret rüşvetsiz mümkün olmuyor. Neyi öğreneceğimizi, neyi öğrenmeyeceğimize biz karar vermiyoruz, bunları medya belirliyor. Ana akım medya tarihi çarpıtıyor, gündemi çarpıtıyor, gelişmeleri çarpıtıyor, kirletiyor. Güç karşısında gerçeğin ifadesi olmak yerine, güçlülerin tanımladıkları gerçekler doğrultusunda konumlanmak büyük bir düşüşün yansımasıdır. Her tür çözülme para ve şöhret sarhoşluğu ile başlıyor. Ahlaki, manevi, kültürel değerlere hizmet ederek, bu değerler doğrultusunda yeni bir iklim oluşturma çabalarımız çok yetersiz. Tevhidi bilincin evrensel çağrısına güçlü yanıtlar verebilmek için, bugünün dünyası ve tarihi içerisindeki konumumuzu güçlü bir biçimde gözden geçirebilmeliyiz. Bunun için, hepimiz, kendimizi büyük bir özeleştiri sınavına hazır hale getirmeliyiz. Her yeni başlangıç, yeni bir heyecan demektir, yeni bir yolculuk demektir, yeni bir hareket demektir. Evlerimizde, ailemiz/çocuklarımızla birlikte bütün dünyayı görebilmeli, bütün dünya ile ilişki kurabilmeliyiz. Evlerimizi aziz İslam'ın bütün renklerini, bütün yorumlarını kuşatan bir ilgi merkezi haline getirebilmeliyiz. Geçmişe ve yerelliğe kapanan düşünce yollarını/ bugüne ve evrensele açmalıyız. Bugün'ü/şimdi'yi mutlaklaştırmamalı, ebedileştirmemeliyiz. Uzun vadeli yaklaşım/çözümlemelere ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. İçerik üreterek, bilinç üreterek, daha fazla hareket, daha fazla iletişim/etkileşim ve etkinlik imkanı bulabiliriz.
Müslümanlar olarak, içerisinde bulunduğumuz dünya koşullarında genel-geçer yorumların ilerisine geçmek, bu çağın gerçekleriyle yüzleşmek, kendi kendimizi, bütün bir İslam aile sinin varoluşsal sorunlarıyla ilgili geniş ufuklu sorular sormak, etrafımızda yaşanan, gelişen olayları, romantik yaklaşımlarla değil, olayların bütün boyutları ve yoğunluklarıyla teşhis etmek durumundayız. Küresel piyasa hayatın her alanında dönüştürücü etkiler gerçekleştiriyor. Kapitalist kültür niceliksel değişim/dönüşümleri güdümlüyor. Küreselleşmeye insani ya da vicdani bir boyut, içerik kazandırılamıyor. Neoliberal hayat tarzı ve ilişki biçimleri bilincimizi ve içtenliğimizi incitiyor. Maddi değerlerin ve ilişkilerin öncelikli hale gelmesi, İslami sorumluluklarımızı ihmal etmemize yol açıyor. İslami, insani, ahlaki değerlerin yerine, borsa değerleri geçiyor. Liberal anlam iklimi, İslami anlam ikliminin önünü kapatıyor. İçerisinde yaşadığımız küresel/kapitalist/liberal süreçler, yerel kültürleri, renkleri, yaklaşımları, hassasiyet biçimlerini müze malzemesi haline getiriyor. Temel İslami ve insani haklarımız, neoliberal dünya görüşü tarafından belirleniyor, sınırlandırılıyor, kısıtlanıyor. Bu durum kuşkusuz kabul edilebilir bir durum olamaz. "Tuttuğunu kopar" mantığına dayalı maddiyatçılık toplumsal çözülmeyi derinleştiriyor.
Yabancı bir dünyada, kendimiz kalarak yaşamak ve mücadele etmek durumundayız. Kendimizi zihinsel, ruhsal, ahlaki, kültürel anlamda niteliksel değişime hazırlamadığımız takdirde, toplumsal bir değişimden söz edemeyiz. Modern zamanlar boyunca faşizm zihinlerimize tahakküm etti, etmeye devam ediyor. Bu tahakküm sebebiyledir ki, bugün de jeopolitik haçlı seferleri hiç ara vermeksizin devam ettiriliyor. Zihinlerimize hakim olan seküler faşizm karşısında düşünsel bir direniş gerçekleştirmeyi başaramadık. Düşüncenin direnişini yazamadık, konuşamadık. İslam toplumlarının karşı karşıya bulunduğu faşizm karşısında, bilinç savaşçılarına, bilinç savaşlarına, özgün düşüncelere, özgün düşünürlere ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. Örnek hayatlar ve örnek mücadeleler üzerinde konuşmalıyız. İlahi yasalar, ölçüler değişmez, her zaman, her koşulda geçerlidir. Toplumsal yapılar, kurumlar, gelenek ve görenekler, alışkanlıklar ihtiyaç hasıl olduğunda temel ilahı ölçütlerin genel çerçevesine/ruhuna sadık kalınmak suretiyle yenilenebilir. Bugün, Müslümanlar olarak biriktirdiğimiz ve eyleme dönüştüremediğimiz bir yığın bilgiye sahibiz. Resmi hayatlara, yerel hayatlara, milliyetçi hayatlara kapatıldığımız için, kendi İslami hayatlarımızı somutlaştıramıyoruz. Hepimiz resmi kimliklerimiz içerisine hapsedildiğimiz için, evrensel aidiyet duygusuna, bağlılık biçimlerine yabancıyız. Dünyayı, olayları, gelişmeleri takip ederken, kimi zaman saatlerimiz çok geri kalıyor, kimi zaman çok ileri gidiyor. Her iki durumda da büyük çelişkiler yaşıyoruz. Bu nedenle saatlerimizi kuşatıcı bir bilince ayarlamalıyız. İçerisinde yaşadığımız dönemin, tarihin, çağın, sorgulamalarına yanıt verebilecek bir bilinç oluşturmalıyız. Zamanın hızlı değişim ve dönüşümleri karşısında edilgen bir noktada duramayız, sömürgeci düşünceye, yönteme teslim olamayız. Yaşamadığımız, özgür bir sorumluluk bilinciyle temsil etmediğimiz düşüncelerimizin bir değeri olamaz. Bugünün dünyası ve tarihi içerisinde karşı karşıya bulunduğumuz sorunlarla ilgili gündemimiz olmalı.
Bugün, insanlıktan bütünüyle çıkmış bir dünyada yaşıyoruz. Modern-seküler-ırkçı zihniyet Müslümanlara yönelik zulümleri, işkenceyi, tehcir'i, kötü muameleyi sıradanlaştırmıştır. Müslümanlar söz konusu olunca, modern-seküler dünya hiç bir vicdani kaygıya ihtiyaç duymuyor. Vicdan'a ihtiyaç duymuyor. Bugün, halen, Müslümanlar tasarlanmış, programlanmış, sistematik hale getirilmiş, en ince ayrıntılara varıncaya kadar hesaplanmış zalimliklere maruz kalmaya devam ediyor. Modern-seküler tarihin eşsiz zulümler/kötülükler tarihi olduğunu görüyor ve yaşıyoruz. Zulüm, soykırım, katliam, işkence sömürgeci siyasetin, tahakkümün, zihniyetin ayrılmaz bir parçasıdır. Amerika ve Avrupa, İslami, İslami gelişmeleri ideolojik ve politik gerekçelere dayalı olarak algılıyor ve yorumluyor. İslam toplumlarını sekülerizmi özümseyememekle suçluyor ve aşağılıyor, Müslüman halklar bir yanda yerel anlamda ideolojik despotlukla karşı karşıya bulunurken, bir yanda küresel-emperyalist bir despotlukla karşı karşıyadır. Her iki konumda da Müslümanlar statükolara itaate ve pasif konuma mahkûm edilmiş bulunuyor. Küresel-emperyalist çerçeveler doğrultusunda, modern-seküler kalıplar içerisinde düşünmeye ve yaşamaya zorlandığımız için, zihinsel ve ruhsal ısdıraplar çekiyoruz. Seküler hayat tarzının ve dünya görüşünün dayatmalarından özgürleşmek üzere, yeni bir dil, yeni bir model, içerik ve bilinç oluşturmak zorundayız. Amerikan ırkçılığı kendisini her zaman "nihai iyi"nin temsilcisi saydığı için, Amerika'ya muhalefet eden bütün unsurları "özgürlük düşmanları" olarak etiketliyor, İran, İslami bir devrim gerçekleştirdiği için "nihai kötü" olarak tanımlanıyor. İran'la bir biçimde ilişki içerisinde olan, yardımlaşan direniş hareketleri de "nihai kötü"ler arasında sayılıyor. Bu nedenle hem İran, hem de direniş hareketleri çok ciddi bir biçim de yalnızlaştırılmak isteniyor. Suriye'de yaşanan istikrarsızlıklar da, direniş hareketlerinin Suriye'den çıkarılmalarıyla yakından ilgilidir. Bu durumu bilmek, bu yorumu paylaşma kesinlikle Baas ideolojisini/iktidarını, Esad diktatörlüğünü desteklemek anlamına alınamaz. Suudi Arabistan petrole sahip olduğu için emperyal sistem tarafından korunurken, aynı zamanda abartılı/hastalıklı bir İran paranoyasını da ısrarla sürdürüyor. Sömürgeciler petrol sevgisini, demokrasi sevgisi'ne dönüştürerek açıklıyor.
İçerisinde bulunduğumuz bilinç krizini aşabilmek için samimi bir zihinsel hesaplaşmayla birlikte, bir mücadele alanı, zemini açmamız gerekir. İslami mücadeleye evrensel içerikli ortak bir dil kazandırmak, evrensel bir ilişki-etkileşim sistemi oluşturmak, İslami amaçlar için, evrensel buluşmalar gerçekleştirmek hayati önemi olan konulardır. Ulus-devlet'in, ulusalcı yapıların ve beklentilerin bir parçası haline gelen dini cemaatlerle böyle bir mücadele başlatılamaz. Bini anlamda bir psikoterapi hizmeti veren, duygusal/manevi manipülasyon ve dayatmalarla oluşturulan, reklam kampanyası mantığıyla etkinliklerde bulunan, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların zihin/bilinç ve eylem dünyalarına sonuna kadar kayıtsız kalabilen, manevi/ duygusal ajitasyonlârla taraftar toplayan, sistematik bir biçimde mitoloji üreten, Ümmet kardeşliği yerine "cemaat" kardeşliğini koyan, cemaat çıkarı dışında dünyada hiç bir sorunla kesinlikle ilgilenmeyen, "cemaat" bencilliğini kutsallaştıran, milliyetçiliklere ödün veren, milliyetçiliklerle bütünleşen "hoşgörü"lü cemaatlerle evrensel bir bilinç ufku oluşturulamaz.
İslami varoluşumuzu seküler-liberal tarihin insafına terkedemeyiz. Bugünün dünyasında her alanda çok yoğun bir dikkate ihtiyacımız var. Bugünün gerçekliğinden kaçarak mistik sorumsuzluk alanına iltica edemeyiz. Toplumların kendi inanç kültür ve medeniyet değerleri doğrultusunda, kendilerini yapısal anlamda yeniden kurmak, yapısal bir dönüşümü gerçekleştirmek üzere inisiyatif almaları, eylem gerçekleştirmeleri, muhalefet, ayaklanma ve isyan gerçekleştirmeleriyle; bugün Ortadoğu'da yaşandığı üzere, kitlelerin seküler-liberal-demokratik talepler doğrultusunda inisiyatif almaları aynı şeyler değildir. Hangi alanda olursa olsun Müslümanlar olarak gerçek ile taklit'i, gerçek ile teatral'ı birbirinden ayırt edebilecek bir yeteneğe sahip olabilmeliyiz. Ortadoğu'daki ayaklanma ve isyanlar yapısal anlamda, İslami anlamda bir değişim/dönüşüm için gerçekleştirilmedi, bu ayaklanmalar sonrasında yeni bir değer sistemine, yeni bir siyasal sisteme dönülmedi, yani bir devrim yaşanmadı. Gerçeğin yanlış okunması, her zaman pek çok şeye geç kalmamız sonucunu doğuruyor. Her hangi bir konu'yu, gelişmeyi bildiğini sanmakla, bilmek aynı şeyler değildir. Bugün Ortadoğu ülkelerinde pek çok temel konu, temel sorun boşluktadır ve ciddi yanıtlar beklemektedir.
Günümüz dünyasında hiç bir yerde Müslümanların güvenlik hakları yok, bu haklar hiç bir gerekçe olmaksızın keyfi bir biçimde ihlal edilebiliyor. Müslümanlara yönelik zulümler, baskılar, katliamlar, soykırımlar "insan hakları" ihlali olarak değerlendirilmiyor. Müslümanlar emperyal seçkinler nezdinde alt insan sayılıyor. Müslümanlara yönelik küresel şiddet karşısında uluslararası hukuk/ahlak/vicdan her zaman çok ciddi bir felç durumu yaşıyor. Müslümanlara yönelik şiddet kimi kez Birleşmiş Milletlerin gözetimi altında da gerçekleştirilebiliyor. Bunun için Bosna'yı Srebrenitsa'yı, Irak'ı, Afganistan'ı, Filistin'i, Libya'yı asla unutmamak, unutturmamak gerekiyor. Srebrenitsa insanlık tarihinin en korkunç, en yıkıcı/yakıcı trajedisidir. İnsanlık tarihi boyunca, insani anlamlara yabancılaşmamış insanın ve toplumun, zulme uğradığında yaptığı en doğru, en haklı, en vakur, en onurlu, en isabetli, en meşru ahlaki tercih mutlaka direniş olmuştur, insan, vicdan/adalet/merhamet/öfke/onur sahibi olduğunda, gerçek insan olur. İnsanın hayati yeteneklerini dumura uğratan bağlılık ve itaat biçimleri, hoşgörü'ye dayalı teslimiyet biçimleri kesinlikle savunulamaz. Düşünmek, akıl yürütmek, eleştirmek, sorgulamak, muhalefet edebilmek, tahayyül etmek insanın hayati yetenekleri arasındadır.
Bugünün dünyasında, tarihin ideolojiye dönüştürüldüğü bir dünyada bütün haklar Amerika'nın ideolojik çıkarlarına göre tanımlanıyor ve uygulamaya konuluyor. Modern bütün kavramlar ideolojik denetim altında tutuluyor. Emperyal kültür sanayileri de Amerika'nın ideolojik çıkarları doğrultusunda denetleniyor. Amerika'nın neden olduğu sorunlar, icat ettiği krizler, gerilimler, yine Amerika'nın ürettiği yaklaşımlar aracılığıyla tanımlanıyor. Modern-seküler-liberal kültürel tarz siyasal tahakkümün bir aracı olarak kullanılıyor. Genç kuşaklar güdümlü bir değişime maruz kalıyor. Hollwood filmleri, televizyon dizileri, çizgi filmler, videolar, mizah ve magazin yayınları, erotik yayınlar, moda hareketleri, tüketim biçimleri, logolar, idoller, markalar, posterler kültür sanayileri aracılığıyla genç kuşakların zihinlerini işgal ediyor, bu yolla genç algılar hipnotize ediliyor. Var olmak, yalnızca sahip olmak anlamına geliyor.
Megaloman, narsist ve faşist emperyal seçkinler hiç bir şekilde bir suçluluk hissi duymuyor. Fiziki güç çılgınlığı şeklinde tezahür eden her ırkçılık eksiksiz bir hezeyana dönüşüyor. Irkçılıklar bütün ahlaki/manevi değerleri ayaklar altına almak suretiyle sürdürülüyor. Emperyalist/Siyonist güçler kendi ordularının hiç kayıp vermemesi için havadan aşırı güç kullanmak suretiyle kentlerimizi, toplumlarımızı yıkıyor, yakıyor, masum/mazlum/silahsız insanları katlediyor. Emperyalist/Siyonist güçler işledikleri vahşet sebebiyle hiç bir biçimde cezalandırılmayacaklarından emin oldukları için bu eşsiz canavarlıkları irtikap ediyor. Emperyalist saldırılar, katliam ve soykırımlar terör sayılmazken, bu vahşete karşı verilen onurlu direniş terör sayılıyor. Bu arada, bütün direniş mücadelelerinin savunma amaçlı olarak ortaya çıktıklarını hatırlamak gerekiyor.
İslami direniş hareketleri tarihin en zor, en ağır en onurlu sınavını veriyor. Direniş mücadeleleri onurlarını, bağımsızlıklarını sonuna kadar koruyarak Amerika'nın, Avrupanın, İsrail'in, Kusya'ın yenilmezlik retoriklerinin büyük bir yanılsamadan ibaret olduğunu kanıtlıyor. Bizler, Müslümanlar olarak, ümmet çapında ortak bir bilinç oluşturamadığımız takdirde, ortak ve gerçek umutlara sahip olamayız. Ümmet bilincini ahlakını ve kültürünü hepimizin ortak vatanı haline getirebilmek için, iman gücünü, entelektüel/zihinsel güçle, bilincin ve engin gönüllülüğün gücüyle, bilinçli kadroların öncülüğünde bütünleşerek halkların kalbine nüfuz edebilecek bir noktaya taşımak gerekiyor. Yeteneklerimizi ancak zihinsel bağımsızlığa sahip olduğumuzda çoğaltabilir, işlevli hale getirebiliriz. Bağımlı zihinler, teslimiyetçi zihinler hiç bir şekilde kendilerini çoğaltamaz, bir iradeye dönüştüremez, yalnızca taklit eder.
Sistemin ve statükonun seküler/liberal mantığına "hoşgörü" ile yaklaşarak değil, İlahi ölçütlerin ahlaki gücüne yaslanarak direniş yolculuğunu sürdürebiliriz.
Atasoy Müftüoğlu/Vuslat