Hayrettin Karaman / Yeni Şafak
“Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve mutlak kemaliyle hep övgüye lâyık olan O’dur./ O dilerse sizi yok eder ve yerinize yenilerini yaratır./ Bu, Allah için güç de değildir./ Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez (taşıdığı, kendi günah yüküdür). Günah yükü ağır gelen kimse onun taşınması için yardım çağrısında bulunsa -çağırılan yakını bile olsa- o yükten hiçbir şeyi başkası üzerine alamaz. Sen ancak, görmedikleri halde Rablerinden korkanları ve namazı özenle kılanları uyarabilirsin. Kim arınırsa sadece kendi yararına arınmış olur. Her şeyin sonu Allah’a varır./ Görmeyenle gören, karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz./ Dirilerle ölüler de bir değildir. Allah dilediğine elbette işittirir; ama sen kabirlerdekilere de işittirecek değilsin!/ Sen ancak bir uyarıcısın./ Doğrusu biz seni hak ile desteklenmiş bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun” (Fâtır: 15-24).
Allah Teâlâ kullarına, yaratılış amaçlarını gerçekleştirebilmeleri için bir hayat yolu çiziyor, bu yolda nasıl yürüyeceklerini bildiren kitap gönderiyor, onu da doğru anlasınlar ve uygulamada güçlük çekmesinler diye “Ona uyun, ona uyarsanız kurtulursunuz, insan-ı kâmil olabilirsiniz ve sizi severim” dediği bir eşsiz örnek gönderiyor, onun ümmet içinde peygamber olarak 23 yıl yaşamasına imkân veriyor, böylece hayatın bütün alanları ile ilgili örnek uygulamalar ve açıklamalar ortaya konmuş oluyor. Kitap en küçük bir şüpheye yer kalmayacak titizlikte ezberleniyor, yazılıyor ve zamanı gelince çoğaltılarak kıyamete kadar devam edecek olan ümmete intikal ediyor. Peygamberimiz’in (s.a.) örnek uygulama ve açıklamaları da yine titizlikle kaydedilmek ve sahih olanı olmayandan ayırmak için büyük çaba sarf ediliyor.
İşte bu kaynaklarda yer alan ve kulların faydasına olan din emirleri, yasakları, ibadet ve hayat kurallarının tamamı kulların menfaati içindir; kulların ibadetlerinden ve Müslümanca yaşamalarından Allah’a bir fayda, isyanlarından ve inkârlarından da O’na bir zarar gelmez.
“Suçun ve cezanın şahsiliği” ilkesi 15 asır önce Kur’an’da yer alıyor. Kimse kimsenin suçunu ve günahını yüklenmez; herkes işlediği suçun ve günahın karşılığını kısmen dünyada ve eksiksiz olarak da ebedi âlemde görecek ve yaşayacaktır. Kötüler yüzünden topluluğun başına gelen felaketler ve belalar bu kurala aykırı değildir; çünkü topluluk (iyiler) toplumu ıslah ve kötülüğü önlemek için ellerinden geleni yapmayarak cezayı hak etmiş olurlar.
Peygamber’in vazifesi dini tebliğ etmek ve ümmeti eğitmeye çalışmaktır. Kimse kimseyi zorla inandıramaz (İslam’a sokamaz), hür iradeleriyle imanı veya inkârı seçenler kullardır. İnsanlar genel manada fırsatlar bakımından eşit yaratılmışlardır; ancak hür iradelerini kullanarak iyi veya kötü, mümin veya kâfir olduktan sonra eşitlik de bozulur. Değerler ve değerlere bağlı haklar bakımından bütün insanlar eşit değildir.
Allah’ın överek gönderdiği Peygamberinden istifade etmenin ilk şartı imandır, ikinci şartı da ona ittibâ ederek (söylediklerini ve yaptıklarını yaparak, onu örnek edinerek) yaşamaktır. Onu dinlemeyen ve hayatına örnek kılmayanlar akıl ve bilgi kanalları tıkanmış olan yaşayanlarla kabirlere gömülmüş ölülere benzerler; onlara -Allah’ın mucize olarak duyurduğu bir iki istisna dışında- Peygamber de bir şey duyuramaz.
Kabirdekine Telkin Caiz Değil
Bu gerçeğe rağmen kabrin başında telkin veriyoruz diye bağırıp çağırmanın Kitab’da ve Sünnet’te yeri yoktur. Sünnette yeri olan, definden sonra kabrin başından bir süre ayrılmayıp ölü için istiğfar etmek; Allah’ın affetmesini, bağışlamasını dilemektir.