Kader düğmeye mi bastı?

Zaman gazetesinden Ali Ünal'ın yazısı...

Tarihte bütün boyutlarıyla hayatı kuşatıcı ahenktar bir bütünlüğe sahip bulunmayan ve halkının zihni ve kalbiyle bütünleşememiş hiçbir sistem kalıcı olamamış, ayakta kalabildiği kısa sürelerde de komplolarla, cinayetlerle anılmaktan kurtulamamıştır.
Sözgelimi, tarihin en hızlı gelişmiş askerî hareketleriyle kurulan ve en geniş sahalara yayılan iki imparatorluğu olma özelliğindeki Moğol ve İskender İmparatorlukları, daha kurucularının hayatında bölünüp parçalanmış, ikincisi kısa sürede tarihe karışırken, ilki yayıldığı alanlarda, askerî yönden mağlûp ettiği İslâm dünyası içinde eriyip gitmiştir. Bir sistemin bütünlüğü ve kalıcılığı, yukarıda ifade edildiği gibi, insanıyla bütünleşmesine, özellikle insanî varlığın bütün boyutlarıyla hayatı ahenktar biçimde kuşatmasına bağlıdır. Meselâ, birkaç hafta önce DTP'nin kapatılıp kapatılmamasını tartışıyorduk ve çokları, "DTP'yi kapatmanın hukukî gerekçeleri olsa bile siyaseten doğru değildir" fikri üzerinde birleşiyordu. Bir yerde hukuk ile siyaset birbiriyle çelişiyorsa, orada sadece siyaseten yapılan da, sadece hukuken yapılan da kimseyi tatmin etmez ve kalıcı olmaz. Ancak fıtratla, yani yaratılış ya da varoluşun kanunlarıyla veya hikmetle bütünlük arz eden hukuk, adalet ve gücün birbirini tamamlayıcı ve destekleyici biçimde el ele verdiği bir sistemin hâkim olduğu yerde sistem ile halk, hukuk ile siyaset ve güç çatışmaz; komplolar ve karanlıkta kalmış siyasî cinayetler olmaz.

Türkiye'de temelleri itibarıyla en geç 1908'e dayanan hâkim sistem, sözünü ettiğimiz bütünlüğe sahip olamadığı, halkının zihniyle ve kalbiyle bütünleşemediği için midir ki, pek iddialı sloganlarına ve retoriğine rağmen kendisini halkı karşısında hiçbir zaman emniyette hissetmemekte, sürekli bir iç tehdit algılaması içinde yaşamakta, gerektiğinde sadece güce başvurarak halkını hep yönlendirme gereği duymakta, komplolarla, karanlık cinayetlerle, iç çatışmalar, isyanlar, anarşi ve terörle anılmaktan ve kendisiyle çelişmekten kurtulamamaktadır. Meselâ, şu son yaşadığımız başörtüsü hadisesinde, sistemin gereği olan kuvvetler ayrılığına, yargının yasamaya ne tür bir kanun yapıp yapamayacağını hatırlatma gibi bir yetkisinin bulunmamasına, yasama yetkisine sahip Meclis'in çıkardığı kanunların Anayasa'ya, yani sisteme uygunluğunu denetleyecek bir organın - Anayasa Mahkemesi - varlığına rağmen, hukukun en yüksek temsilcisi anayasal organların ortaya koydukları tavır ve ordunun müdahaleye çağrılması, iç çelişmeden ve sisteme bizzat onun sahiplerinin saygısızlığından başka neyle izah edilebilir?

Başörtüsü yasağının sistemin bizzat kendisi tarafından deklare edilen temel hususiyetleri açısından izah edilebilecek hiçbir yanı yoktur. O bakımdan, bazen başörtüsünün Kur'an'da olmadığı, bazen falan tarihten kalma ve o zamanki halkın falanca kesimi tarafından kullanıldığı, bazen de cins ayrımı manâsına geldiği gibi gülünç ve hakaretamiz iddialara başvurulabilmektedir. Bu iddialar, "Başörtüsü yasağını sürdürmek için Kur'an'a başvurmak lâikliğe aykırı değil mi? Erkeklerle kadınlar hep aynı mı giyiniyor? Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri arasında yer alan ama buna rağmen uygulanmayan şapka giyme mecburiyeti ne anlama geliyor? Başörtüsünü Sümerlerde "fahişeler" takıyor idiyse, bugünkü modern "fahişeler"in çok büyük çoğunluğu başörtüsü takmıyor; buna ne diyeceksiniz?" türü sorulara sebep olmaz mı?

Başörtüsü yasağının daha önce bu sütunda üzerinde durduğumuz asıl sebeplerini tekrarlamaya gerek yok. Ama o, halka rağmen hâkimiyetlerini devam ettirmek isteyenler tarafından bir "çatışma cephesi" olarak kullanılmaktadır ve zaten yasaklanmasının sebeplerinden birisi de budur. Müsbet değerleri olmayanlar, ayakta kalabilmek için sürekli kavgaya, çatışmaya ve cepheler oluşturmaya ihtiyaç hissederler. Ama artık başörtüsü yasağını sürdürmede takınılan tavır ve artan şekilde Din'e ve dindarlığa hücum, tam bir zulüm halini almış bulunmaktadır. Kader'in dağarcığında zulümde ısrar edenleri sarsacak bir sarsıntı her zaman vardır ve belki de Kader, düğmeye basmış bulunmaktadır.

Ali Ünal / Zaman

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine
Ali Bulaç yazdı: Davutoğlu'nun İslami camia ile toplantısı, Suriye'de Esad'ın devrilişi...
Abdurrahman Dilipak: Yeni salgınlar kapıda!
Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak