Sözde muasır medeniyet kadının adını araya dursun. Oysa kadının adı; İslam'da hemen Hz. Âdem'in yanında bir eş olarak Hz. Havva'dır. Peşi sıra, kocada olsa küfre ve zulme itaat yoktur öğretmeni Hz. Asliye'dir. Sonra, paklığın timsali, nübüvvetin annesi Hz. Meryem'dir. Sonra, annelerin annesi Hz. Hatice ki; Hz. Muhammed (s.a.v)'in biricik hanımı ve o zor günlerin kadınıdır O... ve 'babasının anası' lakabını alacak kadar babasına düşkün, ehli beytin annesi Hz. Fatma'dır. Daha nice mübarek kadınlarda vardır.
Ancak burada bilinmesi gereken şu ki; bu kadınların hiç birisi İslami hareket sürecinde katkı maddesi olmamıştır. Çünkü bu kadınlar amelleriyle, İslam içerisinde birer mutlak değer olmuştur. Bu kadınlar ayrı birer şahsiyettir. Gerek İslami hayatta gerekse gayri İslami hayatta kadın, bir katkı maddesi olarak görüldüğü an problem başlamıştır. Böylelikle ya İslam adına mahrumiyet ya da eşitlik, özgürlük ve feminist akımlar adına maduriyet kadının yeni adı olmuştur. Oysa İslam da kadının adı ne mahrume ne de madure dir.
Kadının önce kadın sonra mü'min kadındır. Yani kadın kimliği ile kabul görmüş bir mü'minedir. Bu hal, kadını hayatın katkı maddesi olmasından çıkarıp, hayat içerisindeki varolmuşluk gerçeğine taşımıştır. Mü'mineliğe ulaşamayan kadın ise katkı maddeliliğinden kurtulamayacaktır. Mü'minelik makamında, kendisine verilmiş İslami kimliği ve hakları elde edemeyen ya da elde ettirilmeyen her kadın İslami harekette de katkı maddesi olarak kullanılacaktır. Misal; cinsiyet gereği başörtüsü farziyeti olmayan birkaç politikacının ya da birkaç erkek fetva heveslisinin söylemleriyle başörtülü kadıların hayatları yönlendiriliyorsa ve bu yönlendirilmelerde dünya ve ahireti negatif yönde etkiliyorsa burada kadının adı yine mahrume ve maduredir. Tam bu nokta, kadının katkı maddesi olma başlangıcıdır. Zorlama ya da kandırma metotlarıyla başlarını açmış onca mü'minenin bu işten memnun olduklarını, bu işin ızdırabsız olduğunu kim söyleyebilir? Veyahut direniş yolunu tercih edip emeklerini sokaklarda bırakanlar diplomasıyla işte çalışmaya ekonomik olarak dahi ihtiyaç duyup sıkıntı çeken bir madureler zincirinin ızdırap çığlığını kim duymuştur?
Ne kadar da iyi olurdu hanım bir fakihimiz olsaydı, Hz. Aişe annemiz gibi. O zaman kadınla ilgili fetvalar yerine nasılda otururdu. Gerçi bir dolu ahkâm ayet ve hadis kulak ardı edilmişken fetva ne işe yarar ki! Hele birde feragat isteyen bir fetva ise!
Buna rağmen başörtüsü eyleminde küçük kızlar coplanırken cinsiyet olarak erkek olanlar ortada yoksa İslami hareketin başörtüsü sokağında kadın; varlık olup, erkek ise katkı maddesi bile olamamıştır. Bu halde kadın öz kimliğini aşmış potansiyel olarak fettaniyet (delikanlı erkeklik)'i yakalamıştır tıpkı firavuna direnen bir Asiye gibi. Tıpkı iftiralara rağmen paklığına zerre kondurmayan Meryem gibi. Tıpkı babasının üzerine atılmış işkembeyi Ebu Cahilin başına geri atan 'babasının anası' olabilmiş yiğit Fatıma gibi. Karanlıkların derinliklerinde Hz. Yunus zikri ve Hz. Âdemin tövbesiyle tövbeleşmeden bizler Havva kimliğini ne Arafat'ta ne de başka bir yerde bulamayacağız. Karanlık başörtüsü sokağında var olan kadın bu gün gündemi belirlemekte ve erkekler AB sınırlarında katkı maddesi olabilmeyi şeref saymaktadır.!
Oysa Allah'u Teâlâ mü'min erkeğin tesettür sınırlarını göbek ve diz kapağına kadar çekmiştir. Böylelikle erkek bu sınırlar arasındaki elbise parçası kalıncaya kadar İslami değerleri koruma adına mal ve beden tasarrufunda bulunacaktır. Kadının ise bir saç teli dahi mahremiyetiyle koruma altındadır. Bu koruma ilahi bir korumadır. Bu koruma sınırlarına riayet etmeyen her müslüm ya da gayri müslüm haddi aşmıştır. Bu haddi aşmışlık ortamında ne yapabiliriz ki diyen her mü'min erkek önce birinci dereceden kadınlarına sahip çıkmalıdır. Her mü'mine kadında birinci dereceden erkeklerine sahip çıkmalıdır. Zira ne kadınlık sadece anne, hanım, kız v.s olmaktır, ne de erkeklik baba, ağabey, oğul olmaktır. Kadınlık; Allah'ın(c.c) kadın kullarından istediği emir ve nehiylere uymalı, erkeklik ise Allah'ın(c.c.) erkek kullarından istediği emir ve nehiylere uymaktır. Erkekleşmiş kadınlık ya da kadınlaşmış erkeklik lanetlenmişliği kılık kıyafetle olduğu gibi kulluk vazifelerinde mümkündür. Kadın süssüz örtüleriyle tesettürünü devam ettirmekle mükelleftir. Erkek ise bunu sağlamak ve korumakla mükelleftir. Tesettür emrini tevillerle tehir ya da terk edilmesine fetva aramak ya da yol bulmak mü'min erkeklerin harcı değildir. Zira Kur'an'ı Kerim yol bulucu bir kitap değil, yol gösterici bir kitaptır. "Allah'ın sana gönderdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye Sana kitabı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!" (Nisa/105)
Bu minvalde mü'mine bir kadın; Allah ve Resulü'nün dışında hiçbir uzlaşmada katkı maddesi olamayacağının tavrını İslami bir kimlikle ortaya koymalıdır. Var olan İslami harekette, varlığı tanınmış mutlak bir şahsiyet olarak kadın din ile aynı ismi taşıyor olmanın onuru içerisinde Rabbine yürüyecektir. Kadının adı da soyadı da tıpkı dinin ismi gibi NAMUS'tur!
vuslatdergisi-İbrahim KÜÇÜK