I. Mehir:
Mehir, evlenirken erkeğin nikâhı altına aldığı kadına vermek üzere aralarında kararlaştırdıkları para veya maldır. Mehir, kadının kendi hakkıdır. Onunla çeyiz yapmak mecburiyetinde değildir. Erkeğin, bu meblağı kadına ödemesi, üzerine şarttır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur"ân-ı Kerîm"inde:
"Aldığınız kadınlara mehirlerini seve seve verin! Şayet ondan birazını kendileri gönül hoşluğu ile bağışlarlarsa, onu da içinize sine sine yiyin!" buyurur. (124)
Bu âyet-i kerîme, erkeklerin, kadınlara mehirlerini vermelerinin vâcib olduğuna delâlet eder. Mehir, annenin, babanın veya velînin değil, kadının Allâh tarafından belirlenmiş en tabiî hakkı ve hayat garantisidir. Bu, erkek tarafından verilen bir nevî tazminattır. Harcama sahası, meşrû çerçevede tamamen kendi irâdesine bağlı olmakla beraber, kocası ile istişarede bulunması da âile saâdeti için daha uygundur. Kadın, mehrini ya da, varsa diğer mal varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi, ticârî işletmelerde de kullanabilir. Çünkü kendi sosyal güvenliği, evlenmekle garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûrî harcamalar, kocasının üzerinedir.
Mehrin çoğuna bir sınır yoktur. Âyet-i kerîmede:
"Onlardan birisine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden birşey almayın!" (125) buyurulur.
Hz. Ömer (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz"in eşi ve kızları için en çok 480 dirhem gümüş para mehir uyguladığını dikkate alarak, kendi hilâfeti zamanında mehri en çok 400 dirhemle sınırlamak istemişti. (O devirde beş dirhem, yaklaşık bir kurbanlık koyun bedeliydi.) Hz. Ömer (r.a.), minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın, yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okuyarak, Allah Teâlâ"nın mehir için bir sınır getirmediğini, aksine kadınları yükler dolusu mehre lâyık gördüğünü söyledi. Bunun üzerine yeniden minbere çıkan Hz. Ömer (r.a.), şöyle demiştir:
"Size kadınlarınız için 400 dirhemden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım. İsteyen, malından dilediği kadar mehir verebilir." (126)
Mehrin en az miktarına dâir ise, çeşitli görüşler ileriye sürülmüştür. Hanefî mezhebine göre, mehrin en azı on dirhem gümüş veya bunun karşılığıdır. (127)
Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahâbîye Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, mehir olarak birşeyler vermesini bildirmiş, ancak erkeğin fakir olduğunu görünce:
"Demirden bir yüzük bile olsa, evde araştır ve getir!" buyurmuşlar. Adam bunu da temin edemeyince, onu bildiği Kur"ân-ı Kerîm karşılığında bu kadınla evlendirmiştir. (128)
İslâm Dîni"nde evlenme güçleştirilemez. Bilakis neslin çoğalması, fuhşun ortadan kalkması için kolaylaştırılır. Binâenaleyh mehrin, erkeğin durumuna göre fazla olmaması makbuldür. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Mehrin en iyisi az olanıdır." (129) buyurur.
Mehir, iki kısma ayrılır:
1. Mehr-i müsemmâ: Mehir, evlilik akdi sırasında taraflarca tesbit edilmişse, buna mehr-i müsemmâ denir. Bu da kararlaştırılan ödeme şekline göre ikiye ayrılır:
a. Mehr-i muaccel: Tesbit edilen mehir, peşin ödenecekse, buna mehr-i muaccel denir.
b. Mehr-i müeccel: Mehrin, kısmen veya tamamen ödenmesi, ilerdeki bir tarihde olacaksa, buna da mehr-i müeccel denir.
2. Mehr-i misil: Nikâh akdi sırasında mehir, hiç zikredilmez veya usûlüne uygun bir şekilde takdîr edilmezse, mehr-i misil tahakkuk eder. Mehr-i misil, kadının emsâline bakılarak takdîr edilen mehirdir.
Aslında mehir, evlilik süresinde kadın için bir yedek akçe niteliğindedir. Çünkü beklenmedik bir zamanda kocasını kaybetmesi veya boşanmaları durumunda, kendisine yeni bir hayat programı hazırlayıncaya kadar, mehir ona destek sağlar.
Görüldüğü gibi İslâm Dîni"nde kadın, geçim konusunda hiçbir derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği bulunan bir insan konumundadır.
II. Nafaka:
Nafaka, normal bir hayat yaşayabilmesi için gerekli olan mesken, yiyecek, içecek, giyecek ve tedâvî masrafları nafaka mefhumu içinde yer almaktadır. (130)
Bir kadın, evlenip kocasının evine yerleştikten sonra, onun yiyecek, içecek, elbise ve mesken masrafları kocasına âiddir. Bunlar, isrâfa kaçmadan ve cimrilik de etmeden eşlerin sosyal seviyelerine göre sağlanır. Eşlerin her ikisi de zengin ise, buna uygun harcama yapılır. İkisi de fakir ise, kadın kocasından, zenginler seviyesinde bir harcama isteyemez. Birisi zengin, diğeri fakirse, ortalama bir yol izlenir.
Nafaka ile ilgili olarak Kur"ân-ı Kerîm"de şöyle buyurulur:
"Annelerin yiyecek ve giyeceği, gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına âiddir." (131)
"Hâli vakti geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin! Rızkı kendisine daraltılan fakir de, nafakayı Allâh"ın ona verdiğinden versin! Allâh hiçbir kimseye, ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allâh, güçlüğün arkasından kolaylık ihsân eder." (132)
Erkek, gücü oranında hanımının ve çocuklarının nafakasını helâl yoldan sağlamak zorundadır. Kadını, nafaka kazanmaya ve bunun için çalışmaya zorlayamayacağı gibi, başka bir yolla da âile bütçesine katkıda bulunmaya mecbur edemez. Hanımının ve çocuklarının rızkını helâlinden sağlamak, erkeğin, çoluk çocuğuna karşı en önemli vazifelerinden birisidir. Hatta koca fakir, kadın zengin olsa, yine de âilenin geçimini sağlamak kocanın görevidir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de erkeğin, âilesinin geçimini sağlamak hususunda cömert olmaya dâvet ederek buyurur:
"Kişinin ehline (eşine ve çocuklarına) sarfettiği şey sadakadır." (133)
Bu anlamda bir başka hadîs-i şerîfde:
"Âilene yaptığın her harcamadan, hattâ hanımının ağzına koyduğun lokmadan bile sevap kazanırsın..." (134) buyurulur.
Açıkça görülüyor ki erkek, âilesine Allah"ın rızâsını gözeterek yaptığı her hizmet ve harcadığı her kuruş için sadaka sevâbı kazanmaktadır.
III. Mesken:
Evliliğin doğurduğu nafaka hakkının kapsamına giren hususlardan biri de mesken hakkıdır. Konu ile ilgili olarak Kur"ân-ı Kerîm"de:
"İmkân ve varlıklarınıza uygun olarak oturduğunuz yerde kadınları da oturtun!." (135)
buyurulur ki, kocanın hanımına bir mesken temin etmekle mükellef olduğunu ve bu meskenin de kadının sosyal durumuna uygun olması gerektiğini ifâde etmektedir. Bu mesken, müstakil bir ev olabileceği gibi, dayalı döşeli bir dâire de olabilir.
İkâmetgâhı belirleme hakkı, kocaya âiddir. Ancak eşlerin oturacağı mesken, sağlığa elverişli olmalı, oturulan bir yörede bulunmalı, iyi komşulu olmalı, bir ev için gerekli mûtâd eşyâya sahip bulunmalı, diğer yandan kocasının hısımları aynı meskende oturmamalıdır. Ancak kadın, onlarla birlikte oturmayı kabul eder ve hizmetlerini görürse, bu onun ahlâkının güzelliğindendir. (136)