Tamam “fasıklar size bir haber getirdiklerinde onlara inanmayın”. Ama sadece fasıklara değil. “Sözü dinleyin, doğrusunu kabul edin, yanlışına karşı çıkın.” Bunu ben de söylesem. Ya da babanız, şeyhiniz de söylese.
Hucurat 49’da bu konuda şöyle buyurulur: “Ey inananlar! Size yoldan sapmış birisi, bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın! Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Yine kendimden örnek vereyim, her duyduğunuza hemen inanmayın. Ben de söylesem, ihtiyad edin. Ben de yanılmış olabilirim. Benim doğru sandığım bir şey yanlış da olabilir.. Yorum noktasında, dünyevi mesele ile ilgili temel kaynaktaki “müteşabih” bir bilgiden yola çıkarak ben de farklı bir yorumda bulunabilirim. Mesela, bu gibi durumlarda, benim tam tersimi söyleyen kişi en az benim kadar doğru bir söz söylemiş olabilir. Bu herkes için böyledir.
Tabii, karşı görüşün, “Muhkem Nas”sa, ilme, akla, ahlaka, sahih özellikteki Hanif geleneğe aykırı olmaması gerekir. Usuli bakımdan da nakıs olmaması şarttır.
Kafanızı kimseye kiraya vermeyin, ne lidere, ne örgüte, ne de şeyhe. Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmeyin. “Masiyet”te itaat yoktur. “Allah’ın emrine uymazsanız haram, Resulün sünnetine uymazsanız mekruh, benim gibi düşünmezseniz dinden çıkarsınız” diyenlerin sözüne itibar etmeyin. Bilmediğiniz bir şeyin peşine düşmeyin. Dininizi Allah’a has kılın. Allah, Resul ve kitapla mukayyettir dinimiz. Kişi ona bir şey eklemeye ya da ondan bir şey çıkarmaya kalkarsa, o kişi eklediği ya da çıkardığı ile baş başa kalır ve din aradan çekilir.
Zümer 39’da şöyle denir: “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin tâ kendileridir.”
Kehf 18-19 (Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?”
“Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.”
Bizler güvenilir bir kaynaktan bir bilgi gelince, önemine, aciliyetine bağlı olarak bazan hemen yayınlıyoruz. İşin aslını araştırmak zaman alıcı olabiliyor. O zaman da iş işten geçiyor. Hatta aslında ulaşmak çok kolay olmayabiliyor. Birinin ak dediğine bir başkası kara diyebiliyor. O zaman da hakikate ulaşmak o kadar kolay olmayabiliyor. İster istemez “galib zan” ile hareket ediyoruz.
Ben kendi adıma katiyet ifade eden bir bilgi ile zanni bilgiyi ayırt eden bir üslub kullanmaya çalışıyorum. Buna rağmen yanılabilirim. Ben yanılırsam beni düzeltin lütfen. O zaman “Dilipak yanıldığında onu düzelten okurlarını vareden Allah’a hamdolsun” diye dua ederim size. Ama elbette zan ile zan düzeltilmiş olmaz. Bir bilginin aynel yakin, ilmel yakin, hakkel yakin olması önemli ama bu her zaman mümkün olmayabiliyor. Burada konuya öfke ya da ihtirasla, tarafgirlikle yaklaşmak yerine, Haktan - hakikatten yana taraf olarak, adaletle ve ferasetle konuya yaklaşmak gerek.
Bu konularda kişi kendi nefsine de fazla güvenmemeli. Taraf olarak kibriti gözümüze çok yaklaştırırsak, arkasında kocaman bir ormanı kaybedebiliriz.
Allah’ın bizden istediği, yaşadığımız zaman ve mekana adil bir şehadettir. Adil şahidler olacağız. Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmayacağız. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Bir kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek.
Gazeteci olarak görevimiz aslında Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaktır.
“Bana güven gerisini merak etme sen” diyene inanmayın. “Benim dediğimi yap, günahı varsa benim boynuma” diyenlere inanmayın. Ben kimsenin günahına talip değilim. Kendi günahım bile benim taşıyamayacağım kadar ağır. Allah’ın affına sığınırken, başkasının vebalini istemem. Hele başkaları hakkında yapmam gerekirken yapmadığımın hesabından sorumlu olmak, çok ağır bir vebal. Nasıl da kolay bu tür şeylere talip oluyoruz.
Kapalı kapılar arasında fiskos etmeyin. Para, şehvet, makam konusunda kendi nefsinize de güvenmeyin. İstişare ve şûra yapmadan karar vermeyelim. Kafamızı kiraya vermeyelim. Kur’an’a birilerinin penceresinden değil, Kur’an’ın penceresinden olaylara ve kişilere bakalım. Kişisel olarak birine bir şekilde güvenebilirsiniz, ama siyasette güven yoktur. Daha doğrusu denetim esastır. Ticarette de öyle. Allah, alacak-vereceklerimizi yazmamızı, hatta adil bir şahidle de garanti altına almamızı ister.
O makam Hz. Ömer’in bile uykularını kaçıran bir makamdır. Dikkat edin. Biz bu imkanlara sahip olmadan toplantılarımızda Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Ali’nin Malik b. Eşter’e mektubunu anlatırdık. Şimdilerde hatırlamıyor bile o makama gelenlerin birçoğu bu işleri. İktidara gelince: “Ey Allah’ım, sert mizaçlı birisiyim. Sana itaat edenlere karşı beni yumuşak kıl” diye dua eden Adil Ömer’in, vefatından önce ise, “Sevabım ihmallerimin kefaretini sağlayacaksa ve ben bu işten zarar görmeden çıkacaksam kendimi bahtiyar addedeceğim” dediği rivayet olunur. Dün; zalimlere, müstekbirlere karşı azametli, yoksullara karşı, merhametli ve mütevazı Ömer’in ayak izinden yürüdüklerini söyleyerek o makamlara gelenlerin, bugün o sözün gereğini yerine getirmeleri gerekir.
Allah’a edilen dualar yerine geldiğinde verilen sözler yerine gelmezse, Allah verdiğini geri alır ve onların bütün hasenatını siler ve onları acıklı bir azapla cezalandırır ve zelil eder. Melekler Allah’ı ve Allah’ın kullarını aldatmaya kalkanlara lanet eder.
Allah’ım, şu Ramazan ayında, senin dinine hizmet eden, adaletten ayrılmayan, merhameti gazabından, sevgisi nefretinden büyük olan kullarına izzet ve şeref ver. Makam sahibi olup, rızanın tecellisinin vesilesi olanları her iki cihanda şanını yücelt, onları düşmanlarının şerrinden emin eyle. Makam sahibi olup da, mala, makama, şehvete teslim olup, rüşvet ve torpille nefsini Şeytana satan gafillerin eğer kalpleri mühürlenmemişse, bu uyarılarımızı onların hidayetine vesile kıl. Değilse bu ümmete feraset ver. Denizlerin çer-çöpü attığı gibi, bize akıl, cesaret ve hikmet ver de o kirlerden arınalım ve kendi nefsimizi arıtalım. O zalimler topluluğuna ise iki cihanda rezillik, batıl kibirleri ve haram hazları kadar büyük acı ver! Onlar yapıp-ettikleri ile bir de kendilerini Müslümanlara nisbet ederek, sadece kullarına değil, başkalarının nezdinde dindarların ve dininin izzetine zarar veriyorlar. Şüphesiz ki, Sen, gören, duyan, bilen ve kadiri mutlak olansın. Bizleri rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Hakkı Hak, batılı batıl göster ve Hak’da toplanmamızı sağla. Sen, merhametlilerin en merhametlisi, esirgeyensin ve bağışlayansın. Bizi bağışla, bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Selâm ve dua ile.