Geçenlerde Stratejik Düşünce Enstitüsünün Bakü’de, Türk Tarih Kurumu ve Azerbaycan Bilimler Akademisi ile işbirliği yaparak 2 gün süren “Kafkas, Tarih, Bugün ve Gelecek” konulu bir konferans ve çalıştay düzenlendi. Konferans için bir de ortak güvenlik ve savunma sanayi işbirliği oturumu yapıldı.
Bu toplantılar ilk kez yapılmıyor, bundan sonra da yapılacak. Elbette faydadan hali şeyler değil, ama bu çalışmalar yeterli değil. Daha çok hazırlık, daha az söz ve daha çok eylem gerek.
Çok fazla şikâyet ediyoruz, çok fazla övünüyor ve yaptıklarımızı çok fazla anlatıyoruz.
İbadetin çok olanı değil, sürekli olanı makbul.. Bu çalışmaların daha önceki ve sonraki çalışmalarla birleştirilmesi gerek. Ve tek çözüm değil, değişik ihtimallere karşı alternatif çözümler üretmemiz gerek. Bu çalışmaların oryantasyon, optimizasyon ve senkronize edilmesi ve siyaset, üniversite, meslek odaları, sermaye ve sivil toplumun sürece etkin olarak katılmalarının sağlanması gerek.
Ele alınan sorunlar ya da çözüm önerileri ile ilgili referans kütüphaneleri oluşturulup, gelişmelerin izlenmesi gerek. Risklerin ve fırsatların değerlendirilme ve derecelendirilmesinin de yapılması gerek.
Bunlar kolay değil. Süreklilik ve disiplin, uzmanlık gerektiren konularda ciddi bir açığımız söz konusu. Tarih bugünkü haliyle ufkumuzu aydınlatmıyor.. Bugün bize anlatılan tarih bize doğruyu söylemiyor. Tarih övgü ya da sövgü kitabi değil. Tarihten ders alınır. Tarih bir toplumun ortak hafızası, tecrübeler birikimi olması gerekir.
Bugünkü halimiz ortada. Dini, mezhebi, iktidar-muhalefet çatışması, çıkar çatışması, ideolojik, politik, felsefi, vicdani kanaat farklılıklarından kaynaklanan sorunlar ufkumuzu karartıyor.
Gelecek tasavvuru konusunda maalesef çok kötü durumdayız. Eğitim ve aile S.O.S veriyor. Gelecek tasavvuru için felsefecilerin ve sanatçıların toplumun ufkunu aydınlatması topluma korku değil, umut vermesi gerekir. Daha iyi bir gelecek için bilgi ve sorumlulukla beslenen bu “hayal ülkesi”nin estetize edilmesi gerekir. Unutmamak gerekir ki, etik, estetiğin davranışa yansıyan biçimidir.
Genel olarak bizler, çok şey istiyoruz, çok şikâyet ediyoruz, “karanlığa küfrediyoruz” ama istediklerimizin gerçekleşmesi konusunda bedel ödemek, risk üslenmek konusunda isteksiziz. Böyle olmaz. Bu şekilde tartışarak, sloganlar söyleyerek 6 ay bir güz gideriz ama bir arpa boyu yol almayız.
Tamam, iç güçler var, dış güçler var. Hepsi tamam da, şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi olamaz ki. Tamam bir sorunu bugün tam olarak çözemeyebiliriz, ama doğru yönde ileri doğru iki günü birbirine eş olmamak üzere bir takım adımlar atabiliriz. Hem değil mi ki, bizi gören, duyan, bilen hüküm sahibi bir Allah var!
Mesela Iğdır ile Nahçıvan arasındaki sınırı kaldırıp, serbest geçiş imkânı sağlayamaz mıyız? İki ülke arasındaki bütün işlemler Nahçıvan üzerinden olsun. Karşılıklı olarak iki ülke arasında ve ortak serbest ticaret bölgeleri oluşturalım. Neden olmasın. İki ülke arasında bir çerçeve anlaşması yapılıyor, ama bir türlü yönetmelikler yayınlanıp çalışma başlatılamıyor. Sonunda market raflarında Türk malından çok Fransız malları görebiliyorsunuz. Karabağ konusunda mevcut yöntemle durum kilitlenmiş vaziyette. Peki, yeni alternatif çözüm yolları denenemez mi?
Aslında Ermeni halkının % 60’tan fazlası çözüm istiyor. Ama çözüm gerçekleşmiyor.
Azerbaycan halkı da yönetimi de hem Türkiye, hem Rusya ile işbirliğinden yana. Genel kanaat Ermeni meselesini Rusya isterse çözer. Türkiye ile Rusya arasındaki işbirliği Azerbaycanlılar tarafından desteklenen bir politika.
Azerbaycan’da Karabağ konusu en büyük milli mesele gibi. Aslında bu öfkenin içeride politik bir karşılığı da var. Ermenistan yönetimi için de bu konu “milli bir mesele” haline gelmiş durumda ve iç politika için de kullanılışlı bir konu. Bu konu Rusların da işine yarıyor. Minsk grubu çözüm için orada değil, çünkü çözümsüzlük en çok onların işine yarıyor. Çözümsüzlük aslında Türkiye ve Kafkas halklarının aleyhine bir durum.
Bilmem biliyor musunuz, 100.000’e yakın İstanbul’da kaçak Ermenistan vatandaşı Ermeni yaşıyor. Ermeniler arasında doğrudan temas ve internet bağlantısı üzerinden ciddi bir Müslümanlaşma süreci de yaşanıyor. Bu çözümsüzlük, okuyan, düşünen, insaf sahibi Ermeniler için de artık sinir bozucu bir durum olarak görülüyor.
Bugün Azerbaycan’la temas noktamız turizm, iş, medya ve internet. Diziler üzerinden Türkçe öğrenenler var. Bütün bu temas noktaları defakto ve rastgele.. Her iki toplumun kafalarında oluşan suali mukadderlere cevap veren bir ortam bilgileşim zeminine ihtiyaç var. Din algısı, tarih algısının yeniden gözden geçirilmesi gerek. Batı ve Rus etkisi altında şekillenen anlayış üzerine bir gelecek tasavvuru inşa etmek mümkün değil. O konuda zihnen arınmamız gerek. Bugün için ekonomik, sosyal, siyasal ve fikri zeminde daha fazla temas noktası bulmamız gerek. Kitap, dergi, belgeseller, sanat faaliyetleri olarak ortak çalışmalara ihtiyaç var. Ve biz sadece kendimiz ve bölgemizle ilgili değil, dünya ekonomisi, siyaseti, global sorunlar üzerinde ortak çalışmalar yapmamız gerek.
Sanırım ilişkileri daha da geliştirmek için önce halihazır bir durum raporu çıkartılmalıdır. Buna göre eylem planından önce sorunların tesbiti gerek. Sağlam bir altyapı kurulmalı. Risklerin minimize, faydanın maksimize edilebilmesi için mevcut imkân ve kaynakları, aktörlerin oryantasyonu, senkronizasyonu ve optimizasyonu son derece önemli.
Potansiyel ve muhtemel fırsat ve risklerin öngörülmesi ve ona göre hazırlıklı olunması ve eylem planının bu şartlara uyum sağlayabilmesi için fleksibl olması gerek.
Azerbaycan; Türkiye, İran ve Rusya’daki gelişmelerden doğrudan etkilenecektir. Türkiye Azerbaycan’ın batıya açılan kapısıdır ve Türkiye’nin Rusya ile ilişkisi Azerbaycan-Rusya ilişkilerini de pozitif yönde etkilemektedir. Azerbaycan’ın Türkiye’nin Kafkaslara açılan kapısı olması itibarı ile özel bir önemi vardır.
Şunu kafamıza nakşedebilsek: “Biz” diyebileceğimiz topluluklar olarak birbirimize karşı kazanacağımız bir zaferimiz yok, birlikte kazanabileceğimiz bir zaferimiz var. Şu da ikinci önemli nokta: Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi bizim önerimiz olmayacak. Adalet yoksa barış da yok. Adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlük güven altında olmayacaktır. Biz “Biz”lerle İttihat, yeryüzünün bütün mazlumları ve erdemli insanları ile müttefik, değer üreten herkesle, nimet-külfet dengesine dayalı “itilaf” üzere olacağız.
SDE’nin, Bakü’deki Kafkas Konferansı ve Çalıştayı’nda bu konular çok yönlü ele alındı.
Aslında bu iki devlet ve tek milletin, kendi aralarında, bölgesel olarak ve dünya siyasetinde “muhteşem bir ikili”ye dönüşmesi için önemli imkânlar oluşturulabilir. Bu konuda devlete, sivil topluma, iş adamlarına herkese büyük görevler düşüyor. Bu iki ülkenin jeopolitik ve jeostratejik önemi güvenlik ve barış açısından büyük bir önem taşıyor. Bakü’yü görünce Türkiye’nin 3 tarafının değil, dört tarafının denizlerle çevrili olduğunu göreceksiniz. Selam ve dua ile.
yeniakit