"Kan minaresinden aşq ezanı" okunarak gerçekleşen bir büyük inkılabın 30. yılında
(İlk iki yazıda, İran İslam İnkılabı"ndan ortaya çıkması sağlayan manevî ve sosyo-politik şartlara ve İslam İnkılabı üzerine yapılan tartışmalara ve son olarak da, "inkılabçı metod" ile "uzlaşmacı metod" arasındaki temel farka kısaca değinmeye çalışmıştım..
Tabiatiyle, "inkılabçı metod"un sosyo-ekonomik, kültürel ve itiqadî şartları oluşturulamamışsa; "uzlaşmacı metod" ve yolu, bütünüyle suçlayıp kenara çekilmenin mânâsı yoktur.. Nitekim, "inkılabçı metod"un seçkin bir örneği olan İmam Khomeynî de, İslam İnkılabı"nın gerçekleşmesinden önceki yıllarda yaptığı nice konuşmalarında, Şah"a tavsiyelerde bulunuyor, yanlışlardan uzaklaşması, toplumu tamamen bataklığa sürüklememesi için ıslah edici nasihatler ediyor ve aksi halde başına musibetler geleceğinden haberler veriyordu..
Açıktır ki, gerçek devrimler, ihtilaller, inkılablar; kural sahiblerinin, düzenlerinin kanun vs. adına koydukları kuralları parçalayıp atan ve topluma yeni kuralları koyabilen güçlerin işidir.. Sadece yönetici kadroların değişmesinden ibaret hareketler, adı ne olursa olsun, basit bir darbe hareketinden başka bir şey değildir..
1789-Fransa İhtilali, 1917- Rusya bolşevik/ komunist devrimi ve 1979"da İran"da gerçekleşen İslam İnkılabı Hareketi son 200 yıl içinde, bütün dünya tarihini etkileyen en büyük halk hareketleridir..
Birincisinin Avrupa ve hattâ bütün dünyadaki rejimlerin ideolojik temelleri ve sosyal yapılanmaları üzerindeki etkileri bugün bile devam etmektedir..
İkincisi, proleterya diktatoryasına dayalı, kanlı bir 75 yıllık uygulamadan sonra, - uygulandığı toplumlar başta olmak üzere- hemen bütün dünyaya çok acı ve ağır bedeller ödeterek ve korkular salarak tarih sahnesinden çekildi..
Üçüncüsü ise, sadece "şia"ya mahsus bir mezhebî veya sırf İran"a mahsus bir coğrafî ve kavmî bir hareket, ya da, bu hareketin lideri olarak sivrilen Rûhullah Khomeynî"nin dinî sıfatlarından ve karizmatik şahsiyetinden güç alan ve ama, onun dünya hayatından ayrılmasıyla söneceği sanılan geçici bir sosyal çalkantı, bir tsunami dalgası olacağı düşünülüyor ve daha doğrusu temenni ediliyordu.. Ki, bu temennilerin büyük çapta tutmadığı bugün ap-açık ortada..
Bu büyük sosyal hadiseyi kısaca anlatmaya çalışırken, bazı nirengî noktalarına değinerek anlatmayı sürdürelim..)
*
Bütün emperyalist ve şeytanî güçler "tek cebhe" olmuşlardı..
Hatırlayalım. O yıllar, henüz Sovyetler"in çökmesine çökmesine en az 10 yıl vardır ve dünya, maddî/ askerî açıdan iki super gücün, Amerikan / kapitalist ve Sovyet Rusya /komünist imparatorluklarının, emperyalizmlerinin iki kutbu etrafında şekillenmektedir..
İkinci Dünya Savaşı"nın galib güçlerinin diktelerine, menfaatlerine ve güç dayatmalarına göre kurulmuş bulunan "Birleşmiş Milletler Teşkilatı" ise, bugünkü gibi sadece tek kutbun değil, bu iki kutbun denge oyunlarının elinde bir oyuncaktır..
İran ise, 57 yıldır hükümfermâ olan kanlı ve özellikle İngiliz ve Amerikan kuklası olan Pehlevî Khanedanı"nın adâletsizliği sosyal bünyede giderek daha bir derin uçurumlar meydana getiren kanlı diktatörlüğü ve ona karşı zâten sürekli isyanlarla ve silahlı mücadeleler şeklinde patlak veren muhalefet, ilk olarak toplumun hemen bütün kesimlerini kuşatan bir derin sosyal çalkantının sürüklemesindedir ve bu büyük sosyal çalkantıların nasıl bir yön takib edeceği bilinememektedir..
Ancak, sosyal bünyenin derûnundan, dipten gelen bu korkunç çalkantıları, artık Şah"ın ve 800 binlik dev bir orduya dayanan Şahlık rejiminin kontrol edemediği; hergün yüzlerden binlere-onbinlere doğru tırmanan insan kaybının, hareketin ivmesine daha bir hız kazandırdığı görülmekte ve dünya siyasetinde etkili olmaya açalışan her ideoloji ve güç odağı, artık Şah"ın ve Şahlık düzeninin gidiciliğine kesin gözüyle bakarken, ondan sonraki İran"da nasıl etkili olabileceklerinin hesablarına, planlarına yatmaktadırlar..
Ancak bir türlü anlaşılamıyan durum, bu "sosyal tsunami"nin nasıl olup da bir anda böylesine derin bir dinî hareket haline gelmiş olmasıydı.. Çünkü, özellikle (15 Khordad / 5 Haziran) 1963"de patlak veren ve ancak 15 bine yakın insanın can kaybıyla, kanlı bir şekilde söndürülen İslamî muhalefetin kanlı bir şekilde bastırılmasından ve onun başındaki Rûhullah Khomeynî isimli liderinin yurtdışına sürgüne gönderilmesinden sonra, artık "İslamî muhalefet"in tamamen kırıldığı, söndürüldüğü, yokedildiği hesab ediliyordu.. Ayrıca, İran halkının çok büyük bir çoğunluğu "şiî" olduğundan ve dünyadaki müslümanların büyük ekseriyetini oluşturan "sünnî" bünyeden geniş çapta tecrid edilmiş durumdaydı..
Şah ve yönetim mekanizması ve kendilerine "rûşenfikr/ aydın" olarak niteleyen ve özellikle emperyalist odakların ve Batı kültürünün beslemesi olan "okumuş sınıflar" toplumda artık "irtica" adını verdikleri "İslamî" bir muhalefet odağının kalmadığına kendilerini de, dışdünyalardaki "efendi"lerini de iyice inandırmışlardı..
Ve amma, yükselen "Allah"u Ekber!" feryadları giderek, tarihin derinliklerinden gelen bir gulgûle halinde, İran âsûmanını kaplayıp, oradan da bütün dünyaya doğru yansımaya başlayınca.. Felekler şaşmıştı..
Şah"ın son dönemindeki "uluslararası ilişkiler sekreteri" Minu Samimî"nin hatırâtı, çok yakından çekilmiş film kareleri sunmaktadır bize.. Gündüzleri toplumun herkesiminde yükselen "Allah"u Ekber" feryadları, hemen her mahalleden kalkmakta olan cenazelerin ardından ve cenaze evlerine yapılan tâziye/ başsağlığı ziyaretleriyle toplumu derinden derine şekillendirirken; Başbakan ve seçkin komutanlar, Şah"larına, "bu tekbir sadâlarının geçici olduğunu ve kitlelere zorla söylettirildiğini" ve "hoparlör" aracılığıyla yükseldiği için, gerçeği yansıtmadığını söylemektedirler.. Ama, bu zannı bertaraf etmek için, İslam İnkılabı hareketini derinden derine yönlendirmekte olan "İmam"ın talebeleri/ izleyicileri", müslüman kitlelere, geceleri, saat 21.00"de evlerinin damlarından veya pencerelerinden, hep bir ağızdan "Allah"u Ekber!" diye feryad etmeleri çağrısı yaptıklarında.. Şah"a verilen o raporların gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkıyordu..
*
Çünkü, gündüzleri sadece bir takım büyük caddeleri dolduranlan insanların değil, gecenin karanlığında, ev-ev ve hiç bir baskının yapılamıyacağı bir anda, yarım saati aşan bir süre boyunca, bütün bir şehrin âsumanını, göklerini dalga dalga kaplayan "Allah"u Ekber!" sadâları, ( o zamanlar 7-8 milyonluk tahmin edilen) Tahran"ın düzlüğünden, kuzeydeki Elbruz dağlarının eteklerindeki Şah"ın saraylarına doğru dalga dalga ulaştığında, "M. Samimî"nin de anlattığına göre, Şah"ın yüzü sapsarı kesiliyor ve komutanların, "hoparlör sâyesinde yükseliyor" gibi iddiaları da, bu seslerin hiçbir metalik özellik taşımayışının anlaşılmasıyla, daha bir derinden etkili oluyor, Şah"ın düzeninin temellerini daha bir çatırdatıyordu..
İran"ı "Asya"nın İsviçresi" ve Tahran"ı da "Doğu"nun Parisi" yapacağı hayalleriyle, korkunç bir kültürel istilâ hareketiyle, toplum katmanlarını birbirine yabancı hâle getirerek, kendisine sımsıkı bağlı bir yeni toplum düzeni oluşturduğunu sanan ve muazzam petrol gelirleriyle gücünün sınırlanamazlığı zehabına kapılan Şah, kendi mihveri etrafında şekillendiğini zannettiği toplumun kısa sürede ve bir büyük sosyal şok dalgasıyla, aslî temeline doğru kaydığı, "Allah"u Ekber" ateşiyle eriyen sosyal bünye potasının kan ve gözyaşı ile yeniden şekillenmekte olduğu korkusuna kapılmıştı.. Ki, hele de şiî müslümanların kültüründe "girye"nin / gözyaşının uzun tarihi dönemleri boyunca, sürekli ve bitmek bilmez bir kaynak ve sermâye olduğu da hatırlanmalıdır.. (M. Samimî, öyle gecelerden birinde, hem de bir resm-i kabulde , korkudan sapsarı kesilen Şah"ın, çaresizliğini gizleyebilmek için, biraz rahatsızlandığını hissettirecek şekilde, alışılmamış bir hareket sergilediğini ve herkesin huzurunda, gözlerini kapayıp, beti-benzi solmuş vaziyette, başını yanıbaşındaki yaşlı anasının göğsüne yasladığını aktarır..)
Evet, artık içerde, yönetim mekanizmasında, derin bir tedirginlik başlamıştı.. Yıkılmaz sanılan, o mutantan, şaşaalı Şahlık düzeni ve güçlü ordusu sadece öldürmeyi biliyordu..
Ama, aynı günlerde, yayınladıkları tumturaklı emirnâmelerle herkesi hizaya getirebileceklerini sanan, güçlerine sınır yok sanılan ünlü generallerin de derin bir korkuya kapıldıkları anlaşılıyor.. (Şah"ın Gen. Kur. Başkanı Org. Karabagî"nin (Tıpkı Kar Gibi Eriyoruz.." ismiyle yayınladığı hatırâtı, o dönemi, hem en etkili ve hem de en yetkili bir sorumlusunun ağzından, çok güzel izah etmektedir.. Hele, son Şehinşahlık ordusunun Yüksek Askerî Şûrâ toplantısında, alınması gereken tedbirler meyanında, şehirlerdeki "irticaî unsurlar"ın stadyumlarda binler -onbinler halinde toplanıp, topluca icabına bakılması yolundaki balyoz harekâtı tedbirlerinin düşünülmüş olması bile ayrı bir ibret verici durumdur.. Bazıları, kişiye, lidere bağlılık sapkınlığına düşmüş olan generellarin başka toplumlarda bulunamıyacağını sanabilirler.. Ama, biraz dikkatlice bakılırsa, kendi sistemlerini korumak derdine düştüklerinde, onların başka yerlerdeki benzerlerinin de aynı cinayetlere ve kaniçiciliklere tevessülden çekinmeyeceklerini anlamak gerekmez mi?)
*
*Mazlum feryadları ve kanları ve rahmanî planlar, şeytanî tuzakları parçalıyordu..
Dönemin Amerikan Başkanı J. Carter ile çevresi ve bütün kapitalist dünyası ve onların uzantıları olan laik güç odakları, "İran"da irticaî bir hareketin önü alınamaz bir ivme kazanmakta olduğundan olduğu"ndan dehşetle sözediyorlar ve buna asla göz yumulamıyacağını dile getiriyorlardı, tehdid kokan havalarla..
Onların böylesine kesin kararlı konuşmalarında, İmam Khomeynî"nin liderliğinde gelişen inkılabçı hareketin varlığından Amerikalıların, ve onların ünlü gizli servisi CIA ile Şah"ın Gizli Polis Teşkilatı SAVAK"ın çok gaafil olmasının da büyük rolü vardı..
Şah, Amerikalı efendilerine, "Medreseleri bastırdık, ulemayı sindirdik.. Hiç merak etmeyin!" misüllü garantiler veriyordu...
Onyıllar boyu, İran komunistlerinin silahlı mücadelesine dârağaçlarıyla, öldürmelerle, zindanlarla cevab vererek uğraşmak durumunda kalan Şah içerde ise, "kızıl ve kara (sorhk"u siyah) irticaın, -yani, komünistlerle müslümanların işbirliği"nden sözetmekteydi..
Evet, Rusya"daki Komunist Partisi"nden bile önce, 1905"de kurulan İran Tudeh Partisi ve onun etrafındaki silahlı mücadeleler onyıllar boyu Şah"ı meşgul etmişti, ama, bu mücadeleye müslüman halk kitleleri, hiç bir zaman destek vermemiş, hep uzak durmuştu.. Şimdi ise, milyonlar İmam"ın liderliğinde bütün İran caddelerinede akmaya başlayınca.. Komunistler, müslümanların organize bir güç olmadığını, bir "molla"nın, "ahund"un karizması etrafında oluşan bir hareketin kısa zamanda çöküp gideceğini düşünüyorlar ve bunun için de, yıllarca mücadele verdikleri Şah"ın tanklarının gölgesine sığınmaktansa, müslüman kitlelerin arasında yer almalarının, yarınlarda ele geçirebileceklerini umdukları İran üzerinde sözsahibi olabilmek açısından kendilerine büyük avantajlar sağlayabileceğini düşünüyor ve bunun için de, milyonların içine katılıyorlardı.. Ancak, onlar (Kar- Mesken - Âzâdî.. / İş- Ev- Özgürlük) gibi maddî hedefleri önceleyen sloganları haykırmak istiyorlardı.. Durum henüz Irak-Necef"te bulunan İmam Khomeynî"ye bildirildiğinde, o, "Şah"a ve zulmüne muhalefet etmek sadece bizim tekelimizde değil.. Ancak, bizim aramıza gelenler, ya bizim şiarlarımızı söylemeli, ya da susmalı.. Kendi sloganlarını söyleyecek olanlar, gitsinler kendi adlarına gösteriler düzenlesinler.." diyordu.. Ve komünistler, ayrı gösteriler yapacak olurlarsa, kelaynaklar gibi ortada yapayalnız kalacaklarını bildiklerinden, sessiz milyonların içine girip inkılabın içinde yer almış gözükerek, gelecekte bir pay sahibi olmak ihtimallerine bir dayanak oluşturmak istiyorlardı..
Çünkü, toplum ikiye ayrılmıştı, arada veya üçüncü bir yerde kalmak mümkün değildi..
Yani, komünistler de Şah aleyhindeki gösterilere belki katılmışlardı, ama, bu onların o hareketlerde inisiyatif ve yönlendirici bir güç olma özelliğini sıfır derecede tutarak oluyordu.. Bu açıdan, bugün ise, bazıları, "Mollalar bizi aldattı.." derken, yalan söylüyorlar.
Gerçekte ise, onları aldatan, asıl kendi hileleriydi.. Onlar İmam"ı etkisiz bırakabilecmek muduyla Ama, ilginç bir diğer durum da, İmam Khomeynî"nin, aylarca öncesinden, İran"ın hemen bütün duvarlarına kocaman harflerle, "Biz sadece İslam Cumhuriyeti istiyoruz.." cümlelerini yazdırması idi..
Böylesine büyük ve derinden olan bir sosyal hareketin öyle kolayca yön değiştiremiyeceğini farkeden Sovyet lideri Leonid Brejnev ise, Tudeh"çiler kadar safdil gözükmüyor ve İran"da milyonlar halinde, aylardır Allahû Ekber!" / Lailahe illallah/ La Şarqıyye- La Garbiyye.. (komünist Doğu"ya da, kapitalist Batı"ya da, Hayır!), Hükûmet-i İslamiyye" gibi şiarlarla "qıyâm" eden ve onbinlerce kurban veren milyonları, "çapulcular" olarak niteliyordu..
Evet, kapitalist ve komünist emperyalizmlerinin lider güçleri konumundaki B. Amerika ve Sovyet Rusya sistemlerinin İran"daki uzantıları, yükselmekte olan tehlikeyi nasıl bertaraf edebileceklerini gündeme getirmeye çalışıyorlardı..
Amerikan emperyalizmi, artık, kontrolün tamamen Şah"ın inisiyatifinden çıktığını görmeye başlayınca, duruma, doğrudan doğruya müdahale etmeye karar vermişti...
O kadar ki, İran, NATO üyesi olmadığı halde, Avrupa"daki NATO Orduları Başkomutanı (tabiatiyle Amerikalı) General Huyser, gizlice Tahran"a gitmekte, Şah"tan izin almaya gerek duymadan, çeşitli muhalefet odaklarıyla veya etkili kabul ettiği şahsiyetlerle gizlice temaslar kurmakta ve ancak, günler geçtikten sonra, Şah"la görüşmektedir.. Şah, bu şekilde bir paspas gibi kullanıldığının farkına daha bir varmakta ve General Huyser karşısında daha bir tükenmişlik tablosu sergilemektedir..
General Husyer"in hatırâtı da yayınlanmıştır ve son derece ibretlidir..
Huyser, Şah döneminin önde gelen isimleriyle, seçkin generalleriyle rejimin kurtarılabilmesi için neler yapılabileceğini gizli gizli ve geceler-günler boyu müzakere eder.. Ancak, o zamana kadar çare diye başvurulan her tedbirin, sosyal tsunami dalgaları önünde paramparça olduğu görülmüştür.. Hattâ, bir tedbir olarak Şah"ın yurt dışına çıkarılması bile toplumu yatıştırabilecek bir muhtemel çare olarak gündeme gelir ve generallerin yürekleri ağızlarına gelir ve bir takım resmî gezi bahanesiyle yurt dışına kaçışlar daha bir sür"atlenir.. Bazı generaller ise, Şah"ın gidişine izin verilmemesini, o gidince, sistemin daha çabuk çökeceğini, her ne yapıldıysa, kendilerinin de "Onun emriyle yaptıklarını, hesab verilecekse birlikte verilmesi, Şah"ın bir kale"de muhafaza altına alınmasını gerektiğini" filan söylerler..
Gen. Huyser, hatırâtında, Şah"ın "kısa bir süre için.." diyerek yurt dışına çıkışı sırasında, onu Tehran- Mehrâbâd Havalalanı"nda yapılan -ve dönüşü olmayan- uğurlama merasiminde Şah"ın bitmiş, tükenmiş bir halet-i ruhiye içinde olduğunu ve onun o görkemli generallerin de, başlarını kendisinin omzuna dayayarak hüngür hüngür ağladıklarını ve kendisinden, "N"olur, bizi sen bari terketme.." diye yalvardıklarını anlatır; hayretler içinde.. (Ki, Şah"ın son dışbakanlarından Abbas Ali Khalatbarî, İslam İnkılabı"ndan sonra kurulan İslam İnkılabı Mahkemesi"nde, idamıyla neticelenen yargılaması sırasında, "Amerika, Şah"ı, ölü bir fareyi kuyruğundan tutup atar gibi, ülkeden attı.." diyecekti.. )
*
*Çare olur ümidiyle alınan bütün tedbirler, birer birer sönüyor..
Ne,13 yıllık eski Başbakan Emir Abbas Huveydâ"nın tutuklanması yatıştırmıştır toplumu; ne, Şerif İmamî gibi liberal görüşlü sanılan kişinin Başbakanlığa getirilmesi ve onun, hemen, müstehcen filmleri ve içkiyi yasaklaması, yeniden hicrî takvime dönülmesi kararı alması ve kızların üniversiteye inançlarının gereğine uygun şekilde örtülü (İran"daki yaygın şekliyle çadurlu/ çarşaflı) olarak olarak gitmelerinin serbest bırakılması kararları..
Toplumu hiçbir şey yatıştıramamaktadır, artık.. Çünkü, dev kitleler artık, İmam Khomeynî"nin (Şah bâyed bereved/ Şah gitmeli..), sözünü "Merg ber Şah" (Şah"a Ölüm) şiarlarıyla da yaldızlayarak yükseltmekte, Şahlık düzenine karşı karşı çıkmakta ve hedeflerinin "Cumhûri-i İslamî" (İslam Cumhuriyeti) rejimi kurmak olduğunu haykırmakta ve ülke çapındaki dev gösterilerde, silahsız protestocu gösteriler üzerine ordu tarafından açılan ateşlerde hergün, yüzlerce değil, hattâ binlerce insan can vermektedir.. Böyle bir atmosferde, lûtuflarla yetinilmemekte ve toplumu kendi inançlarına göre, ve yine kendi iradelerine göre yeni baştan oluşturacaklarının işaretini verenlerin kararlılığı daha bir ortaya çıkmaktadır..
Öyle bir dönemde, Şah"ın hanımı Ferah Diba"nın çarşafa bürünerek Meşhed"e gidip, çok saygılı şekilde İmam Rıza Türbesi"ni ziyaret etmesi ve bu ziyaretin televizyonlardan topluma gösterilmesi de, Şah düzeninin beklediği faydayı sağlamaz.. Kezâ, Beyrut -Amerikan Üni."nde okuyup parlak bir simâ olarak yükselen ve henüz 33-34 yaşında olmasına rağmen, Şah tarafından da Tahran Üni. Rektörü yapılan Seyyid Huseyn Nasr"ın da, tam o sırada, Şah"ın "uluslararası kültürel ilişkiler müsteşarı" olarak vazifelendirilmesi ve onun bunu kabul etmesi bile, "Şah ve çevresi artık düzeliyor, toplumun değerlerine itibar ediyor, taleblerine kulak veriyor" gibi bir mesaj vermekte etkili olmaz, toplum üzerinde.. (Ki, Şah"ın hem de öylesine daha bir kanlı döneminde onun müsteşarlığını kabullenmekle hata ettiğini farketmiş olmalı ki, Nasr, kısa süre sonra "Tokyo"da yapılmakta olan bir konferansa katılacağı" gerekçesiyle İran"dan çıkar ve ama, Tokyo"ya değil, Paris"e iner.. Ve bir daha da dönemez İran"a..)
*
Yine o günlerde, uluslararası zeminlerde ise, herkes kendisine göre bir Yeni İran"ın şekillenmesi ümid ve hayaliyle, çareler- tedbirler peşindedir.. Kapitalist Batı ve komünist Doğu emperyalizmleri ve onların dünyadaki uzantıları.. Türkiye"de, o günlerde, Genelkurmay Başkanlığı"nın ve sıkı yönetim komutanlıklarının gazetelere ve radyo televizyon (TRT) kurumuna gönderdiği yazıda, (ki, henüz özel televizyonlar yoktu..) "İran haberleri verilirken, çarşaflı kadınların ve kitlelerin dinî içerikli sloganlarının topluma yansıtılmaması" hatırlatması yapması, sanırım yeterince düşündürücüdür..
O sırada, İmam Khomeynî, Şah"ın Saddam"a yaptığı baskı yüzünden, Irak Necef"ten çıkarılıyor ve Kuveyt Havalanı"na bırakılıyor ve İmam Khomeynî, kendisini Şah"ın baskısına aldırmadan kabul edebilecek halkı müslüman olan herhangi bir ülke bulamadığı için, binmesine izin veren bir uçakla Fransa"ya uçuyordu..
İmam, İnkılab gerçekleşinceye kadar 4 ay kadar orada kalacak ve bir anda, dünya medyasının daha bir ilgisisi odağı olacak ve oradan verdiği emirlerle, milyonlar daha bir net hareket edecek hale gelecekti.. O sırada, Türkiye"de başbakan olan S. Demirel, "Bir yaşlı adam, Paris"te oturacak, İran"daki milyonlara emirler verecek ve onlar da onun emriyle hop oturup-hop kalkacaklar.. Bu işin içinde mutlaka bir super güç olmalı.. Başka türlüsüne beni kimse beni inandıramaz.." diyecekti.. Ki, o zamanlar benim sorumluluğumda çıkan haftalık Tevhîd dergisinde, "Evet, Süleyman Bey, bu işin içinde bir super güç vardır, ama, bu super güç senin bildiğin şeytanî super güçlerden değil, rahmanî bir super güç ..." diye bir makale yazmıştım..
*
İzmihlal, çöküş artık kaçınılmaz gözüktükçe, uluslararası entrikalar da daha bir yoğunlaşıyordu..
O döneme aid hatırâtını anlatan Mısırlı ünlü laik siyasetçi ve yazar Haseneyn Heykel, İran"daki gelişmelerin önünü almak için, neler yapılması gerektiğine dair bir hassas toplantıdan sözeder.. Onun anlattığına göre, CIA yetkilisinin başkanlığında, (Şah"ın gizli servisi) SAVAK, (İsrail rejiminin gizli servisi) MOSSAD, (Türkiye gizli servisi) MİT temsilcilerinin ve Mısır"dan da kendisinin katıldığı bir toplantı yapılır.. O toplantıda, Şahlık düzeninin çöküşünü engellemek için birkaç kademeli bir plan yapılır.. (Ki, bu gizli servisler arasında mutzaman bilgi akışı ve alışverişinin olduğunu ve aylık istihbarat raporlarının Washington"da bir merkezde toplanıp siyaset belirlemesi için, değerlendirildiğini ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil de anlatacaktı, hatırâtında..)
Heykel"in anlattığına göre, önce..
A- Huveydâ"nın 13 yıllık (ve daha sonra da, onun Maliye Bakanı Cemşid Âmûzger"in kısa ömürlü) sert hükûmeti yerine, liberal anlayışlı ve mülayemetiyle bilinen birisine hükûmet kurdurulmalıdır.. Bu tedbir netice vermezse..
B- Bir Askerî Hükûmet kurulup, liberal davranışlardan anlamayan kitlelerin üzerine, tanklarla yürüyecek bir askerî hükûmet kurulmalıdır.. Beklenen faydayı bu yöntem de sağlamaz ve kontrolü güçlendiremezse..
C- Şah"ın muhalifi olarak bilinen bir isme bir hükûmet kurdurulmalıdır..
Bu da beklenen faydayı sağlayamazsa...
D- Topluma İslamcı bir kimliğinin olduğu lanse edilen, duyurulan bir general eliyle darbe yaptırılıp, Şahlık rejimi devrilmeli, lağvedilmeli ve yerine İslam Cumhûriyeti kurulmalıdır... (Ama, H. Heykel, "molla"nın (yani, İmam Khomeynî"nin) kabul edeceği öyle bir general bulunabilecek miydi ve onun teyid etmediği bir generalin İslamîlik iddiası kabul görecek miydi?" hususundaki tereddüdlerin de dile getirildiği belirtir..)
Eğer, bekleneni bu da vermezse, o zaman da..
E- İran, sonu mechul bir "kaos"a sürüklenir.."
Evet, Heykel"in katıldığını bildirdiği o hassas toplantılardan aktardıkları özetle böyledir..
Ve bunlar merhale merhale uygulanmıştır.. Ve Huveydâ"nın 13 yıllık (ve onun Maliye Bakanı Cemşid Âmûzger"in) hükûmeti yerine, Senato Başkanı Şerif İmamî, başbakanlığa getirilmişti.. İmamî, ünlü bir İslam âliminin oğlu idi.. Ama, aykırı bir oğul.. Batı"lı ve hattâ İran masonluğunun liderliğine kadar yükselen aykırı bir oğul..
Ama, onun yaptığı liberal düzenlemeler de toplumu yatıştırmaya yetmemiş ve kontrolü sağlayamayınca, plan gereği, istifa ettirilip, Şah"a, Gen. Kur. Başkanı Org. Gulam Huseyn Ezherî"ye askerî hükûmet kurma yetkiisi vermesi sağlanmıştı.. O da, ülke çapında sıkıyönetim ilân etmişti.. Ama, onun sert tedbirler uygulayarak işlediği cinayetler, toplumu daha bir durduramaz noktaya sürükleyince.. Bir gece yarısı, tedavi olmak için diye Washington"a gitmiş ve oradan da istifasını açıklamıştı..
Ezherî"nin yerine, Cebhe-i Millî (Millî Cebhe)"nin seçkin isimlerinden ve Şah"a karşı muhalefetinde, 30 yıllık bir mücadele geçmişi olan Şahpur Bahtiyar Başbakanlığa getiriliyordu..
Bahtiyar, 1979-Ocak ayı başında, Şah"tan Başbakanlık hükmünü ve mührünü, Şahlık düzeninin Meclis-i Millî"sinden güvenoyu aldıktan hemen sonra..
Mehrâbâd Havaalanı"na gidiyordu..
Çünkü..
Şah, bütün medya mensublarını Saray"a davet etmişti, onlara açıklamalar yapacaktı..
Bütün medya mensubları Niyavaran Sarayı"na koşmuştu.. Ama, onlar yan odalardan açılacak bir kapıdan karşılarına gelecek olan Şah"ı beklerken..
Gerçek ise başka türlüydü ve Şah da, hanımı ve çocuklarıyla birlikte, o anda, Mehrâbâd Havaalanı"ndan, bir daha dönemiyeceği İran"dan kaçıyor ve Bahtiyar da Başbakan olarak Şah"ı resmî merasimle gönderiyordu..
*
*Ve Şah "kısa süre için.." diyerek, amma, bir daha dönemiyek şekilde, İran"dan kaçıyordu..
Ve bir anda İran kamuoyu, "Şah kaçtı..." haberiyle çalkalanıyor ve Bahtiyar ise, hemen Meclis"e dönüp, "Biz tufanların içinden çıkıp gelen şahinleriz, okyanusların dalgaları yıldırımaz bizi... Şah bir daha dönmemek üzere, bu ülkeden ebediyyen gitmiştir ve bu işi Cebhe-i Millî yapmıştır.." diye ateşli bir nutuk irâd ediyor güç gösterisinde bulunuyor, ama, Şah"ın sunduğu Başbakanlık makam ve sıfatından sonra onun yaptığı bu sahte güç gösterisine, halk kitleleri, "Bahtiyar, Bahtiyar! Âdemek-i bî- ihtiyar!." (Bahtiyar , Bahtiyar! İradesiz kukla...) sloganlarıyla karşılık veriyor ve balon daha ilk anda sönüveriyordu..)
Bahtiyar, bu arada iktidarını sürdürebilmek için her türlü taktiğe de başvuruyor ve "İmam, bizim de imamımız, ona biz de saygımız sonsuzdur.. Eelsin, yerleşsin Qum şehrine, tıpkı Vatikan gibi, oradan bizi irşad etsin, bize nasihatlerde bulunsun.. Ama, ülkeyi yönetmek, biz aydınlara aiddir.." diyordu..
Ama, bütün bu çırpınışlar onu kurtaramıyacaktı..
Şahlık düzeninin son hükûmeti olan ve bir ay kadar direnen Bahtiyar Hükûmeti, çırpınışlar içinde, 10 Şubat 1979 sabahı son bulacak ve topluma İslamî kimliğiyle lanse edilen ve toplumun da kabul edebileceği bir general bulunamıyacak ve böyle bir düzmece "İslam Cumhûriyeti" ilan edilmesi safhasına geçilemeden, (Heykel"in deyimiyle) kontrol dışı, bir "molla"nın liderliğinde, belirsiz bir istikamete doğru, ve emperyalistlerin hesabına göre korkunç bir "kaos"a doğru sürüklenecekti, İran..
Halbuki, sözü edilen korkunç "kaos", kendi beyinlerinde meydana geliyordu..
Çünkü, neyi, nasıl yapacağının idraki içindeki bir "müslüman âlim", sabırla, kararlılıkla ve dünyevî makamları ve menfaatleri değil; Allah karşısındaki sorumluluğunu yerine getirmek ve onmilyonların gözyaşlarını, acılarını, onbinlerin- yüzbinlerin kan ve canlarını sadece dünyevî bir iktidar hırsına dönüştürmek için kullanmak isteyenlere fırsat vermemek dikkati içindeydi.. Ve 79 yaşındaki bu yaşlı lider, bu sorumluluk ve kararlılık anlayışı içinde, 16 yıl ayrı yaşadığı ülkesine, son 4 ay kadarlık bölümünde yaşadığı Paris"ten 1 Şubat 1979 günü dönüyordu..
Ve Tahran havalanında milyonlar gözyaşları ve "Allah"u Ekber.." nidaralıyla karşılıyorlardı.. Ama, onu, havaalanında yeni bir Şah gibi karşılamak isteyenler de vardı, elbette..
Onların hikayesi ise ve İmam"ın dikkati ise, daha bir ibret vericiydi..
*
* (Konuyu bağlamak için, bir yazı daha yazmak gerekiyor..)
haksözhaber