"Kan minaresinden aşq ezanı" okunarak gerçekleşen...

Selâhaddin Çakırgil

"Kan minaresinden aşq ezanı" okunarak gerçekleşen bir büyük inkılabın 30.

Evet, 30 yıl.. Bir rüya gibi..

30 yıl öncelerini düşünüyorum..

İst.- Fatih/ Hırka-i Şerîf civarında, ilkokula yeni gitmeye başlayan kızımla birlikte okuyan  çoçukların birbirlerine,  "Allah"u Ekber, Khomeynî rehber.. N"aaaber?" diye nanik yaparcasına geliştirdikleri ilginç bir hitab tarzının okul yönetimince yasaklanışını nasıl unutabilirim..  

Çünkü, İran"ın hemen bütün şehirlerinde çarşaflı hanımın öncülüğündeki genç-yaşlı yüzbinlerce, milyonlarca insan, tankların üzerine,  "Allah"u Ekber.. Khomeynî Rehber.. Lailaheillallah.." diye yürüyor, kadın-erkek, binler-onbinler halinde asfaltlar üzerine düşüyorlar ve yine de yılmıyorlar ve, (Batı /kapitalist emperyalizmine de, -o zaman henüz var olan Sovyet Rusya liderliğindeki- Doğu / komünist emperyalizmine de hayır! Sadece İslam Hükûmeti!) mânâsında "La Garbiyye- La Şarqıyye.. Hükûmet-i İslamiyye..." gibi feryadlarla, Ortadoğu"nun en güçlü ordusu sayılan Şehinşah"lık düzenini, Şahlar Şahı"nın düzenini başlarına yıkmaya ramak kaldığının haberini veriyorlardı.. Ve dünya bu yıkılışı, tükenişi, çöküşü, bir kanlı zâlimin ve zulüm düzeninin tarihin çöplüğüne atılışını tv. ekranlarından hayretler içinde izliyordu.. 

(Henüz özel tv.lerin olmadığı o dönemde, daha sonra, dönemin Gen. Kur. Başkanlığı"nca, "TRT ve medyada, İran"daki gelişmeler aktarılırken, toplumda olumsuz örnek olabilecek bazı sahnelerin yansıtılmaması" emrine dönüşeceğini görecektik.. Bu da tabiî idi.. Çünkü, çarşaflı hanımların eziklik duygusu taşımaksızın, dünyaya meydan okurcasına, ve "Allah"u Ekber.." diye gösteri yapmaları, Şah"ın heykellerini devrip, resimlerini sokaklarda yakmaları, ya başka müslüman toplumlara da  -zâlimler açısından- olumsuz örnek oluşturursa.. Bu korkunç bir şey değil miydi?)

Ama, sosyal hadiseler fizikteki bileşik kaplar örneğini hatırlatacak şekilde, diğer ülkelere de sıçrıyordu..

İlkokula yeni başlayan kızımın, tam da Şah"ın İran"dan kaçtığı günün akşamı, okuldan eve dönüşte, "Baba, bizim öğretmen hanım, galiba Şahçı idi?" deyişini hatırlıyorum..

Delili de, öğretmeninin, derste gizli gizli ağladığını görmesi idi.. Tamamiyle özel bir durum gereği gizli gizli ağlayan o öğretmen hanımın gözyaşları, kızım ve arkadaşlarınca böyle yorumlanmıştı.. Yani, İran"daki o büyük İnkılab hareketi dünya gündemine böylesine oturmuştu.. (Bu hareketi, ihtilal, devrim, darbe  vs. değil, bir İslamî qıyâm ve inkılab hareketi olarak değerlendirmek gerektiğini bu vesileyle bir daha hatırlamamız gerekiyor.. Yani, sadece bir yönetici kadroya karşı bir ısyan veya darbe değil, halkın inanç değerlerine aykırı olarak oluşturulmuş bir tâgûtî sosyal hayat tarzına ve değerlerine karşı, halkın inanç değerlerini hâkim kılmak adına onbinler- yüzbinler halinde kurbanlar verilerek gerçekleştirilen bir büyük  qıyâm ve inkılab hareketi...)

*

Ve aynı dönemlerde, İran"da neler olduğunu, laik medyanın yazdıklarından takib etmek pek mümkün olmadığından ve birkaç genç arkadaşın çıkardığı İslamî muhtevalı dergilerin de hitab ettiği kitle sınırlı olduğundan, niceleri, o büyük sosyal hadiseyi Tebriz radyosunun azerî lehçesiyle verdiği haberlerden anlamaya çalışıyorlardı.. Hattâ zaman zaman radyonun el değiştirdiği ve göstericilerin "Allah"u Ekber .." diye stüdyoya doluştukları ve sonra durumun yine Şah düzeni güçlerinin kontrolüne geçtiği bile hissedilebiliyordu..

O günlerde, İran"ın "şiî" olduğu, orada olup bitenlerin bizi ilgilendirmediği, ilgilendirmemesi gerektiği üzerinde kemalist/ laik çevrelerce bile ekranlarda ve gazetelerde dile getirilmeye başlayan ve toplumda -sağlıksız bir- "sünnîlik"  hassasiyetini kaşıyan söz ve yazılar da ayrı bir trajik durumdu. Ve, Şah sanki bir sünnî imiş gibi, onu sahiblenenler bile vardı.. Asıl korkulan ise açık ki, bu inkılabın mesajının Türkiye ve diger ülkelerdeki sünnî toplumlara ulaşabileceği ve onları da etkileyebileceği ihtimali idi..  Ve bu entrikayı farkedemiyen,  kavrayamıyan ve amma halk nazarında "İstanbul"un büyük âlimlerinden.." bilinen nıiceleri bile, kendilerine "İran"da olup bitenleri nasıl değerlendirmek lâzım hocam.." diye sorulduğunda, "Yahu, onlar şiî.. Bize ne onlardan.." diyebiyorlar ve hattâ hızını alamıyanlar, geçmiş asırlardaki  bazı kitablarda itiqadî kalıplar içinde sunulan ve amma şiîlik ve sünnîlik için hiçbir bağlayıcılığı olmayan görüşleri veya  "Onlar çeşitli cihetlerden kafirdir... Onları görünce hemen saldırmak cihad-ı ekber olur ve o mücadelede ölen de şehadet-i azîmeye ulaşır.. " nail olur.."  gibi fetvâ yakıştırmalarını naklederek zihinleri irşad adına ifsada âlet oluyorlar veya bazıları ise, tarihteki Osmanlı- Safevî  saltanat kavgalarının yansımalarını gündeme getiriyorlardı..

Hatırlayalım ki, toplumumuz o zaman şiîlikle şâfiîliği bile karıştırdığından yanıltılmaya daha elverişli bir konumda bulunuyordu.. Hele İran"daki şiî anlayışı ile Türkiye"deki laik resmî ideolojiye halk tabanı oluşturması için, İslam"dan uzak tutulmaya çalışılan alevîlik daha bir karıştırılıyor; İran"dakı şiî müslüman kitleler de Türkiye"de "alevîlik/ kızılbaşlık" terimleri etrafında oluşturulmuş yığınla aşağılayıcı ve zehirli iddialarla vurulmaya çalışılıyordu..

Bir anekdot olarak aktarmalıyım ki, o günlerde, yakınlarımdan birisi, Samsun"da (rahmetli) anama gidip, beni, "Oğlun kızılbaşlara tarafdarlık ediyor.." diye "fit"lemiş ve anacığım da ameliyattan yeni çıkmış olan (rahmetli) babamı o halde bırakıp hemen İstanbul"a koşmuş ve beni sorguya çekmişti.. Ancaak, evinde televizyonu olmayan anam, İmam Khomeynî"yi ve "Allah"u Ekber" nidalarıyla yeri göğüm titreren milyonları ekranda görünce,  "Oğlum, ona kızılbaş diyenler kızılbaş olmalı.. Böyle  adamı ben de desteklerim.." diyerek, itminan-ı kalb ile hemen Samsun"a dönmüştü..

Bir diğer örnek ise.. Hâlâ da yazı hayatında olan bir "müslüman yazar",  İran"da milyonları harekete geçiren "âyetullah" unvanlı ve Rûhullah Khomeynî  isimli inkılab hareketinin lideri hakkında sürekli öyle yalan haberler üretiyordu ki, bir grup genç yazar arakadaş onu ziyaret edip bu iddialarının kaynağını sorduğunda ise, o kişi, şahidleri hâlâ da hayatta olan bu gruba, "Benden ne kaynağı istiyorsunuz, yahu.. Khomeynî benim gözümde bir şeytandır, şeytanın kötülük yaptığını söylemem için görmem gerekmez, o ancak kötülük yapar.." gibi tuhaf laflar edebiliyordu!.  (Ki, o dönemde bazıları İmam Khomeynî"nin adı olan Rûhullah"ın bile bir acaib kutsama sıfatı olduğunu ileri sürebiliyorlardı.. Halbuki, Rûhullah ismi de, Nûrullah. Emrullah, Seyfullah, Hayrullah  vs. gibi isimlerden bir isimdi..)

Daha ağırbaşlı sayılanlar ise, özellikle "taqıyye"  (bazı hallerde inancın gizlenebileceği ruhsatı) anlayışı veya "Mehdî"nin zuhûrunu bekleyiş" gibi konulara dikkati çekiyorlar ve bu gibi konuları, onlara yabancı olan bir başka toplumda "aaaa- yaaaa"larla karşılanacak şekilde sunuyorlardı..

*

Dahası, bu gibi konularda, tartışmanın karşı tarafı da daha sağlıklı değildi.. Aynı mezhebî ifratîlikler, bilgisizlikten kaynaklanan iddialar ve ve hattâ korkular vardı.. Ki, bunlara karşı İmam Khomeynî, alışılmış kalıpların parçalamak istercesine bir cehd ile çırpınıyor ve "taqıyye, İslam"ın korunması gayesiyle yapılır.. İslam tehlikedeyse, daha taqıyye" yapılmasına ne gerek kalır mı?" diye uyarılarda bulunuyor ve keza, "Hz. Mehdî zuhûr edecek, o herşeyi düzeltecek" inancı içinde pasif bir intizar/ bekleyiş içinde olanlara da karşı çıkıp, bu gibi anlayışların müslümanı sorumluluktan kurtaramıyacağını belirtiyordu..

Aynı şekilde, bu inkılab hareketini sadece maddî temellere oturtmak isteeyenlere karşı da, "Biz sahabe mantığıyla mantığıyla hareket ediyoruz.. Allah"ın yolunda oldukça bizim için yenilgi yoktur.. Şehadeti saadet bilen insan için yenilgi sözkonusu olabilir mi? Bizim hareketimiz nebevî bir harekettir; Huseynî bir harekettir.. Seyyid"uş-Şuheda Huseyn"in Kerbelâ"daki qıyâmını örnek almıştır.." diyor; İran halkına da taa baştan "Biz İslam Cumhûriyeti istiyoruz.." diyerek hedefi açıkça belirtiyor ve böylece, yanılarak destek vermesi muhtemel olanları da aldanmamaları için ikaz ediyordu..

 

haksöz