İnternet sitelerine düşen haberler vasıtasıyla öğrendim, benim de vakit buldukça takip ettiğim, Turgay Güler’in En Sıradışı programında adım geçmiş. Programda Güler, Nazlı Ilıcak’ın beni kandırdığını söylemiş. Ona göre rahmetli Erbakan hoca bana “şu vakitte Genel Kurul’a girme bu vakitte gir” demiş de Nazlı hanım da beni kandırıp TBMM’ye erken sokmuş.
Haberi görünce Turgay Güler’i aradım. “Benim kandırılmış olduğumu söylemişsiniz, belli ki konu ile alakalı kaleme aldığım Başörtüsüz Demokraside Adı Konmamış Darbe kitabını okumamışsınız” dedim. Sözlerinde düzeltilmesi gereken temel hatalar olduğunu, başörtülü bir kadının kandırılmış olduğu iddiasının, Oryantalist değerler sistemini kabul etmek ve içselleştirmek anlamına geldiğini, yani söz konusu olan başını örten Müslüman bir kadın olduğunda, onun arkasında ya onu yöneten, idare eden başı açık, laik bir kadın yani mevzubahis durumda Nazlı Ilıcak veya bir erkek yani rahmetli Erbakan olduğunu iddia etmek anlamına geldiğini, bunun da başörtülü kadının ancak yarım akıllı, idareye muhtaç, kolayca manipüle edilip kandırılabilir bir varlık dolayısıyla kendi iradesi olmayan bir alt-yaratık olduğu tezini savunmak anlamına geldiğini söyledim. -Ki bu, tam da Müslüman’a tepeden bakan Batı zihniyetinin Müslüman kadını kendi zihninde konumlandırısıydı ve o günün 28 Şubat medyası benimle ilgili yaptığı haberlerde içten içe bunu kendilerince çok “başarılı” bir şekilde yapıyordu- Güler’in benim için “kandırılmış” ifadesini kullanmasının tam da bu Oryantalist değerleri yeniden ve bir dahi yeniden ürettiğini, -yani Oryantalist değerlerin pekiştirilmesine hizmet ettiğini- söyledim. Beni dinledikten sonra, Meclis’e girdiğimde Kanal 7’de çalıştığını, yaptığım bu analizde haklı olduğumu, kitabımı da okumadığını söyleyen Güler, özür diledi. “Sözlerim maksadını aştı” dedi. “Böyle de özür dilemekten de çekinmem” gibi bence gereksiz bir ifadeyi de ekledi. Sonra özürünü bir daha tekrarladı.
Şimdi gelelim, Turgay Güler’in söylemine. “Nazlı Ilıcak ile şimdi tamamen farklı siyasi saflardayız, iktidarı onun gördüğü yerden görmüyorum” dedim. Türkiye’deki ve dünyadaki bütün mazlumlara göre şu anda Türkiye’de onları temsil eden bir liderleri var. Yıllarca çilelere, baskılara maruz bırakılmış bu insanların Erdoğan döneminin kazanımlarına şükürsüz, yapılan hizmetlerine kayıtsız kalacaklarını hiç sanmıyorum. Yüz yıl sonra bulduğumuz bir değeri, ülkeye on iki yıl gibi kısa bir sürede, bunca engele rağmen çağ atlatan bir lideri, bu milletin her alanda önünü açan bir siyasi hareketi safsatalarla harcayacak değiliz. Devam ettim, “ancak bu, Ilıcak’a haksızlık yapma hakkını bana vermez. Allah’ın huzuruna çıkacağımız ve hesaba çekileceğimiz bir gün var. Olayı ben yaşadım. Nazlı Ilıcak beni kandırmış falan değil. Verdiğim karar ne olursa olsun bana destek olacağını söyledi sadece ve öyle de yaptı” dedim. Güler, önce “o dönemin siyasileriyle konuştum, o geceyi bilenleri duydum, ben gazeteciyim, bunlar yazıldı, çizildi, herkes konuştu” babında laflar etse de “Turgay bey, benim hakkımda çok şey yazıldı, çizildi de ben bunların herbirini düzeltmekle uğraşacak değilim, olayı yaşayan olarak söylüyorum ki Nazlı Ilıcak beni yönlendirmiş veya aklımı çelmiş, kandırmış değil. Doğru olmayan bir şeyi nasıl doğruymuş gibi addedebilirim. Buna alet olursam, ayıptır, günahtır, zulümdür” dedim. Güler gazeteci olduğunu tekrar etti, şimdi geriye bakıp o günleri değerlendirişinde farklılık olduğu anlamına gelen birkaç cümle sarf etti ve “siz de olayı yaşayan olarak öyle değildi diyorsunuz” dedi. İyi günler diledim, kapattım.
Şimdi, o programda yaşlılık ve akıl sağlığı üzerinden geliştirilen söylemin İslamilik ve seviyelilik skalasında nereye düştüğü meselesine hiç değinmeden bazı tesbitler yapmak istiyorum: Ben Meclis’e ant içip görev yapmaya girdim. Şu vakit girseydi şöyle olacaktı, bu vakit girseydi böyle olacaktı üzerinden yapılan tartışma beni oradan çıkaran zihniyetin “tapındığı” Oryantalizmin, ülkemizdeki varlığının güçlenmesine hizmet etmekten başka bir şey yapmaz. Girin arşive bakın daha yakın geçmişte, DSP Lideri Masum Türker de benim de katıldığım bir canlı yayında aynı mealde laflar ediyordu. Yani “şu vakit girseydi biz biraz patırtı yapardık, sonra da yeminini ederdi” türünden tuhaf cümleler kurarak… Mesele üzüm yemek mi bağcı dövmek mi… Bugün üzümün yendiği noktadayız değil mi. O gün başörtülü milletvekili dışarı atıldı, kralın çıplak olduğu görüldü de, bugünlere o günlerden gelindi. Başörtülü vekilin yolu o gün orada açılmış oldu. O gün o saatte girildi de bugün başörtülü vekil istediği saatte girebilir oldu…
Ayrıca, meselenin Meclis’e giriş vaktim üzerinden tartışılması, o gün zorbalık yapanların suçunun hafifletilmesi, yaptıklarının görmezden gelinmesi anlamına gelir ki, bu da hedef şaşırtılmasına hizmet eder. Hırsızın hiç mi suçu yok, burada Ecevit’in hiç mi lafı edilmeyecek…
Ama mesele bunların hiçbiri değil de bağcı dövmekse, o zaman durum farklı. Ki korkarım buradaki durum, tam da bu. Ama şimdi sorarım, bunu da ahlak sınırları içinde yapmak gerekmez mi...
Ayrıca Paralel Yapı’ya karşı, AK Parti yönetimini yıllardan beri uyardığımı bilenlerin sayısı az değil. Amerika’da Washington’da yaşıyordum. Dallas’ı da iyi biliyordum. “Arkadaşlar!” diye heyecanla başlayan uyarı cümlelerimi her Türkiye’ye gelişimde kuruyordum. Ama sakalım olmayınca lafımı dinletemedim. Şimdi bana da üzüntüyle “dinlemediniz ki” demekten başka bir şey düşmüyor. Sonra öğrendim ki Selam Tevhid örgütü adı altında beni de dinlemişler. Şaşırmadım. Ama bu gerçekler de, bugün siyaseten Nazlı Ilıcak’la tamamen zıt saflarda oluşum da olanların çarpıtılmasına göz yumarak benim üzerimden ona saldırılmasına müsaade etmem anlamına gelmez. Ben ki, siyasetin vefasız yüzünü en iyi tanıyanlardan biriyim, o güne dair bir vefasızlığı yapmayacağım. Gerçek olmayana da sessiz kalmayacağım. İşleri birbirine katıp karmayacağım. Ben Nazlı Ilıcak’ı aldığım kararda yanımda duran, benimle aynı siyasi kaderi paylaşmaktan çekinmeyen, Meclis’ten zorbalıkla çıkarılmamdan sonraki dönemde pazar günleri Hüseyin Gülerce, Fehmi Koru ile birlikte yaptıkları televizyon programlarında “bir de Merve Kavakçı’ya yapılanlar var” diye gündeme getirmek istediğinde, Hüseyin Gülerce’nin “geçelim Merve’yi” diye konuyu kapattığı günlerdeki haliyle hatırlamak istiyorum.
Şimdi o gece programı yapan Turgay Güler’e bir daha düşünün derim. Bugün, o güne dair Ilıcak ve Kavakçı’nın aynı karede olmaları üzerinden çizdiği tipolojinin benzerini, o gün, “partiyi kapattıran iki kadın” gibi buram buram mizojinizm kokan ve sonrasında da “411 el kaosa kalktı” türünde haberleri yapan 28 Şubat’ın mutfağındaki Doğan medyası da çiziyordu.
Laf nereye gider diye önceden düşünmemiz gerektiğine inanıyorum…
NOT: Oryantalizme dair bütün bunları ve çok daha fazlasını konuşacağımız Oryantalist Kodlarla Yüzleşme: Postkolonyal Yaklaşımlar isimli sempozyumumuz, Üsküdar Üniversitesi’ne bağlı, başkanlığını yürüttüğüm Postkolonyal Çalışmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin evsahipliğinde 19 Şubat 2015 Perşembe günü inşaallah merkez kampüsümüzde gerçekleşecek. Bilgi için www.uskudar.edu.tr adresine ulaşınız.
yeniakit