Karakaya, Vakit'i Savundu

Öncelikle Vakit'in yayın ilkelerini hatırlatan Karakaya, Kazan'la yapılan röportajla ilgili ayrıntı da verdi...

İŞTE KARAKAYA'nın yazısı:

Vakit, asla "belgesiz" haber yazmaz!

Her zaman söylüyoruz, yine söyleyelim... Vakit, yayın hayatına atıldığı ilk günde ne "söz" vermişse, "sözünün arkasında"dır... Sözümüzde de, tavrımızda da, "en ufak bir sapma" yok...

Bu gazetenin okuyucuları, şunu gayet iyi bilirler; "Vakit'in yayın ilkeleri" bellidir... Bu gazete, yayın hayatına atıldığı ilk gün deklâre ettiği gibi; "Mü'minlere karşı müşfik" ama "kâfirlere karşı şedit" olacaktır... Bu "ilkemiz”de, bu "sözümüz”de, bu “tavrımız”da bugüne kadar hiçbir sapma olmadı, Allah'ın izniyle bundan sonra da olmayacaktır... Evet, biz mü'minlere karşı "müşfik" olmaya, kâfirlere karşı ise "şedit" olmaya bundan sonra da devam edeceğiz...

Bu gazete; yayın hayatına atıldığı ilk gün bir "söz" daha verdi... Dedi ki, "halkın gören gözü, işiten kulağı ve haykıran sesi" olacağız... Bu söze bağlılığımızdan bugüne kadar hiç kimse şüphe etmedi, bundan sonra da edemez!..

Bu gazete; bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da; "güçlü ama haksız"ların yanında değil, "güçsüz ama haklı"ların yanında olmaya, onların "hak"larını savunmaya devam edecektir.
Bunu yaparken de, asla "kişi"lerin veya "kurum"ların konumlarını değil, onların "haklılık dereceleri"ni esas almış ve asla "tek taraflı" yayın yapmamıştır!..

Biz, bir "gazete"yiz... Bu mesleğin "kural"ları var... Buna ilâveten, "Müslüman" olmamızın sorumlulukları da var... Dolayısıyla, herhangi bir kişi veya kurum hakkında "aleyhte" bir haber bile yapacak olsak, mutlaka "o kişi veya kurumun görüşü"nü alır, onu da haberimize yansıtırız!..
"Vakit Yayın Kurulu"nun, bütün muhabirlerimize bir "talimat"ı vardır... Demişizdir ki; ortada bir kişi veya kuruma yönelik bir "iddia" varsa, herhangi bir kişiye "suçlama" varsa, mutlaka "karşı tarafın görüşü"nü alın!..

Bu "talimat" dolayısıyladır ki, muhabirlerimiz eğer "karşı taraf"ın görüşünü almadan haber getirmişler ise, o haber yırtılıp çöpe gitmiştir!..

Biz, bunu yaparken, kesinlikle "muhabir"lerimize güvenmiyor değiliz... Onların, haberlerini hazırlarken nasıl bir "dikkat" ve "hassasiyet" gösterdiklerini biliyoruz... Ama, şunu da biliyoruz: "İddianın muhatabı"na ulaşılmaz, onun bilgisine başvurulmaz ve olay "onun penceresi"nden de aktarılmazsa; haber "eksik" kalır... Bırakın haberin eksik kalmasını, ilgili kişiye "haksızlık" ve "adaletsizlik" yapılmış olur... Bunun ise, bir "zulüm" olduğunu düşünürüz... O kişi, isterse "düşmanımız" olsun!.. Düşman bile olsa, onun "kendini savunma hakkı" olduğuna inanırız.

TARTIŞILAN O MANŞET!

Meramımızı herhalde anlatabildik... Ne demek istediğimizi daha iyi kavrayabilmeniz için, "somut bir örnek" verelim...

Hepinizin bildiği gibi, 12 Ocak Cumartesi günü, manşet haberimizin başlığı "Kirli gazetecilik" idi... Bu haberimizde, Refahyol Hükümeti'nin Adalet Bakanı sayın Şevket Kazan'ın dile getirdiği "iddia"lara yer vermişik.

Sayın Şevket Kazan diyordu ki;

"28 Şubat sürecinde medya patronları hükümete aracı gönderip, devlete olan teşvik borçlarını ötelememizi istiyorlardı... Eğer bunu yaparsak, bizim hakkımızda güzel manşetler atacaklarını söylüyorlardı... Tabii, biz bu teklifleri reddettik, bu yüzden hedef alındık."

Devam ediyordu sayın Şevket Kazan;

"Aydın Doğan ile Dinç Bilgin'in; bizimle mücadele etmelerinin öncelikli sebebi parasaldır!.. Gerek Doğan, gerek Dinç Bilgin Grubu'nun almış oldukları teşvik kredilerinin süresi geçmiş ama ödememekte ısrar ediyor, bunun için de 28 Şubat taraftarlarının yanında olmayı koz olarak kullanıyorlardı."

Evet, sayın Şevket Kazan, muhabirimiz Yusuf Melih'e özetle bunları söyledi ve biz de manşeti attık:

"Kirli gazetecilik!"

Tabiî, "Şevket Kazan'ın iddiaları"na yer verirken, "karşı taraf"ın, yani "Aydın Doğan'ın cevabı"na yer vermemek, sadece "eksiklik" değil, aynı zamanda ona yapılmış bir "haksızlık" olacaktı.
Uzatmayalım... Sayın "Şevket Kazan'ın iddiaları" ile birlikte, "Aydın Doğan'ın savunması"nı bir arada verdik.

O SÖZLERİN BANT KAYDI ELİMİZDE!

Ancak; Vakit'in 12 Ocak tarihli haberine, sayın Şevket Kazan, 18 Ocak tarihli Millî Gazete'den cevap verdi... Özet olarak, "Vakit'in, sözlerini çarpıttığını" iddia etti...

Bu konuda, hiçbir yorumda bulunmak istemiyoruz... Sadece şunun bilinmesini istiyoruz; Vakit, hiçbir zaman "delil"siz ve "belgesiz" haber yapmaz... Eğer "belge" yoksa, mutlaka "kaset" vardır... Evet, "kişinin kendi sesi"nin kaydedildiği bir kaset!..

Dedik ya; herhangi bir yorum yapmak istemiyoruz... Sayın Şevket Kazan'ın "kişiliğine ve geçmişteki hizmetlerine de son derece saygılı"yız!.. Ama "doğru"lara ve "gerçek"lere saygımız daha büyük!..

Biz, en başta ifade ettiğimiz gibi; "mü"minlere karşı müşfik, kâfirlere karşı şedit" olmayı şiar edindik... İşte bu prensibimiz dolayısıyla, sadece şunu söylemek istiyoruz:

"Muhabirimizin, sayın Şevket Kazan'la yaptığı görüşmenin bant kaydı"nı, arzu eden her "Müslüman"a, evet sadece Müslümanlara "Kazan'ın kendi sesinden" dinletmeye hazırız!..
Şimdilik, sadece bu kadar söylüyoruz...
Ki, "fitne" yayılmasın!..

Çünkü biz iman ediyoruz ki;
Herkes söylediklerinin veya söyleyemediklerinin, yaptıklarının ve yapamadıklarının hesabını verecektir!.. "Mevcut hukuk sistemi"nde hesap vermekten kaçınanlar; "İnd-i ilâhi"de bu hesabı verecektir!.. Şevket Kazan da verecek, "biz" de vereceğiz!.. Herkes verecek!..

DEMİREL'İ GÖTÜREN O MANŞET!

Bu konuyla ilgili söyleyeceklerimizi şimdilik burada noktalıyor ve "farklı bir hadise"ye geçmek istiyoruz.

Olayı biliyorsunuz: Süleyman Demirel'in "Cumhurbaşkanlığı" süresi dolmuş ama "yeniden Cumhurbaşkanı olmak" istemektedir.

Biz ise, onun "yeniden seçilmemesi" için yoğun çaba harcıyoruz...
İşte, o günlerde, elimize "3 belge" ulaştı... Bunlar, Demirel'in; dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'e yazdığı "rica" mektuplarıydı... Bunlar, "Demirel'in iş takipçiliği"ni gözler önüne seren mektuplardı!..

Demirel, Haydar Aliyev'den şu ricada bulunuyordu:
"Yeğenim Murat Demirel'in Azerbaycan'da banka alabilmesi için tavassutta bulunmanızı..."
Bu belgeleri, 5 Nisan 2000'de yayımlayıp, "İşte Demirel bu" başlığını kullandık...
Peki, sonra ne oldu?..

"Sonrası"nı, Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş'ün 18 Ocak tarihli yazısından okuyalım:
"Türkiye'de basının malûm adlandırmalarla ikiye bölünmüşlüğü ve bu kesimlerin yazarlarıyla da, okurlarıyla da öbür tarafa "sağır" olması, merkez medyanın devlet içindeki "hoş olmayan" gelişmelerden uzak durabilmesinde, üzerinde baskı hissetmemesinde önemli bir rol oynuyor.
Biraz kapalı oldu, farkındayım, açıkçası "devlet içre" gelişmelere hassas olan ve "İslâmi" denilen basında yer alan kimi haberlerin, bu bölünmüşlük sayesinde "büyük basın" tarafından kolaylıkla görmezlikten gelinebildiğinden söz ediyorum.

(...) 2000 yılında, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in görev süresinin "5+5" formülüyle uzatılması gündeme geldiği sıralarda, üç büyük gazetenin birinde kritik iç bilgilere sahip bir mevkide çalışan bir arkadaşım şöyle dedi bana:
"Elimizde öyle bir mektup var ki, yayımlasak, Demirel'in görev süresinin uzaması hayal olur. Ama yayımlayamıyoruz, zaten mektup bizden önce iki gazeteye daha gitmiş, onlar da yayımlamamış."

Arkadaşım daha fazlasını söylemedi, ben de ısrar etmedim. Bir süre sonra Akit'in (şimdiki Vakit) manşetindeki (5 Nisan 2000) haberi gördüğümde her şeyi anladım:

"İşte Demirel BU!.. Demirel'in, Cumhurbaşkanlığı makamını da kullanarak, yeğeni adına iş takibi yaptığı ve tavsiye mektubu yazdığı belgelendi."
Demirel, mektupta, "Banka sektöründe tecrübeli, muteber bir işadamı olarak dürüstlüğünden şüphe duymadığım Sayın Murat DEMİREL" dediği yeğeninin Azerbaycan'da kurmak istediği banka için Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev'den yardım istiyordu. Murat Demirel'i biliyorsunuz, Egebank falan...
Fakat ne oldu biliyor musunuz? O manşet "öbür taraf"ta duyulmadı bile, kaynadı gitti."
............

Görüyorsunuz ya; "yazılamayanları yazan gazete" olan Akit, bazı gazetelerin "kör ve sağır" kaldığı bir olayı bile, böyle gündeme getirdi.
Çünkü biz, gerçekten "bağımsız, bağlantısız ve güdümsüz" bir gazeteyiz!..

Hiçbir kişi ve kurum ile "çıkara dayalı ilişki"miz yok!.. Eğer olsaydı, Demirel'le ilgili o haberi yayınlayamaz ve belki de "Demirel'in görev süresi"nin uzamasına sebep olmuş olurduk!..
Alper Görmüş, doğru söylüyor... O manşet, "öbür taraf"ın gazetelerinde "duyulmadı" bile!..
Ama, "kaynadı, gitti" ifadesi doğru değil... Evet, "diğer gazeteler" o haberi görmedi... Ama, "Meclis" gördü, "milletvekilleri" gördü... O güne kadar, "Demirel'in görev süresinin uzaması"na "sıcak" bakan milletvekilleri, işte o manşet üzerine Demirel'e oy vermedi ve Demirel yeniden seçilemedi!..

Yani, "kaynayan" Demirel oldu!..
"Giden" Demirel oldu!..
Şunun bilinmesini özellikle istiyoruz: Bu gazete "tek başına" da kalsa; "doğruları yazmak"tan, "gerçekleri haykırmak"tan asla vazgeçmeyecektir...
Yeter ki, elimizde "delil" ve "belge" olsun...
Zaten, eğer "belge" yoksa, hiç yazmayız...
Ama; "belge"ye dayalı "bilgi"leri aktarmaktan da, hiç kimse alıkoyamaz bizi...
Unutmayın, Vakit, bir "gazete"dir...
Hem de "iyi bir gazete!"
Selam, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle!



Vakit

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine
Ali Bulaç yazdı: Davutoğlu'nun İslami camia ile toplantısı, Suriye'de Esad'ın devrilişi...
Abdurrahman Dilipak: Yeni salgınlar kapıda!
Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak