Mübarek bir günde, mübarek bir Peygamberin (s.a.v) mana dolu, ikaz edici, yol gösterici, sorumluluğumuzu hatırlatıcı bir hadisinin meali ile mesajıma başlıyorum:
“Her işin bir gayret dönemi vardır. Her gayret döneminin de bir gevşeme devri vardır. Kimin gevşeme dönemi benim sünnetim ölçüsünde olursa, o hidayete ermiştir. Kimin ki böyle değilse, helak olmuştur.” (Camius Sağir)
Gayret ve gevşeme dönemini hep birlikte yaşamaktayız. Her iki dönem, Müslümanlar için imtihandır. İmtihanın en zoru da gevşeme dönemlerinde olur. İşte bu tehlikeyi sezen her inanan insan, tedbirini, hedeflerini, gayretini, usulünü tek tek gözden geçirmelidir.
Varını yoğunu ortaya koyarcasına çalışmasını, hizmetini yürüten, eğer sünnet ölçülerine riayet etmez, sana göre, bana göre tavrıyla iş yaparsa, ne yazık ki kaybedenlerden olur. İşte bu hassas noktaya dikkatimizi çeken Peygamberimiz, çalışmalarımıza, hizmetlerimize yön verecek ölçüyü de şöyle açıklıyor:
“Sünnet üzere orta yolla çalışmak, bid’at içinde var gücü ile çalışmaktan daha hayırlıdır.” (Sünen-i Darimi)
Vasat veya orta ümmet olarak gerçek kimliği açıklanmış olan biz Müslümanların dikkat edeceği konulardan bazılarını hatırlatmak istiyorum. Rabbimiz, kullarının kalplerinde yavaş hareket gördüğünde uyarır ve hatta azarlar. Ne var ki bu azarlamaya, teşvik azarlamasıdır, demişlerdir.
Yine hatırlayacak olursak, Yahudilerin gazaba uğramasının temel sebeplerini bilmeyen yoktur.İlme önem verdikleri halde, ilmin gereği olan ameli terk etmişlerdir. Hayat tarzları olan dini hayatı adeta makaslamışlardır. İnsanın sadece dış dünyasına önem vermişlerdir. Bir de kendilerine gönderilen peygamberleri sürekli aşağılamışlardır. Yeri gelmişken, bir zamanların ikinci büyük ümmet olan Hıristiyanların ilahi görevlerden el çektirilmesinin sebeplerini de öğrenelim. Yahudilerin yaptıklarının tam aksini yapmışlar ve sapıtmışlardır. Yani, amel etmeyi çoğaltmalarına rağmen, ilimden uzak kalmışlardır. Hayat tarzı olan dine ilaveler yapmaya yeltenmişlerdir. İnsanın dış dünyasını yok sayarcasına, iç dünyasına önem verilmiştir. Ve nihayet peygamberlerini insanüstü bir varlık olarak görmüşlerdir.
Son ümmet olan biz Müslümanlara gelince, lanete ve gazaba sebep olacak her düşünceden, her akideden, her çalışma ve amellerden uzak kalmakla sorumlu tutulmuş, lanet ve sapıklığa duçar olan iki ümmet gibi olmamamız emredilmiştir. Kısaca ölçülü ve dengeli bir ümmet olmanın gereği hatırlatılmıştır.
Böyle olunca, yaşadığımız ülkede sorumlu olduğumuz hizmetler aşağı, yukarı bellidir. Birinci sırada ilim, terbiye, eğitim alanımız bulunmaktadır. İkinci sırada ise adalet özelliğine sahip siyasi alanımızdır. Ulemanın ve ümeranın yani alimlerin ve idarecilerin doğru yolda olmaları, yanlış adımları atmaya tevessül etmemeleri ve ilmin, siyasetin üstünde tutulması, her iki zümrenin ıslahını, düzelmelerini sağlayacaktır. Bu iki zümre ıslah olursa, ümmetin ıslah olması daha kolay olacaktır. Bunun için alimlerimiz gökteki yıldızlar gibi topluma ışık olacak, rehber ve örnek olacak, idarecilerimiz ise adaletli hizmet ve yaşayışlarıyla toplumun millet ve ümmet özelliği ile yaşamalarını sağlayacaklardır.
Sizlere sık sık örnek verdiğimiz bir konuyu yine tekrarlamak ve hatırlatmak istiyorum. Biz yeryüzünde yaşayan Müslümanlar, Peygamberimizin 1500 sene sonrasının: Ümmetiyiz, talebeleriyiz, muallimleriyiz, kardeşleriyiz, idarecileriyiz, muhtaçlarıyız, imamlarıyız, müezzinleriyiz, komşularıyız v.s.
İçinde bulunduğumuz Muharrem ayının açısından bakacak olursak, Tevbe Suresinin 100. Ayetini hatırlamamak ve o şeref madalyasının farkında olmamak, Müslüman için en büyük kayıptır:
“Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan razı olmuştur ve onlar da Allah’tan razı olmuştur.”
Karanlık gecelerin yıldızları olan ilim ehli için sadece iki tane hatırlatacağımız acı gerçek vardır. Bu acı gerçeklerin devam etmesi, yıldızın ışık saçmasına mani olur. Nedir bu iki acı gerçek? Derseniz, söyleyeyim: Fikirler ve söylemler, hayatın gerçeği ile örtüşmüyorsa, uzun ömürlü olmaz. İkinci acı gerçeğimiz ise şudur: “Kur’an’ın manası kalbine yeniden nazil olmuyorsa, ne Razi’nin Tefsiri Kebiri, ne de Zemahşeri’nin Keşşaf’ı senin derdine çare bulamaz.”
Kişinin yaşadığı dönem ve devrin şartları büyük bir öneme sahiptir. Çünkü büyük insanları, devrin şartları yetiştirir. Bir insan, hangi devrin şartlarında yaşıyorsa, istidatları, yetenekleri, kabiliyetleri o devre göre inkişaf eder. Şimdi, bir ilim ehli, devrin şartlarını görmemezlikten gelir ve bir iki asır geçmiş olaylara takılı kalır ve böylece mazinin güzelliklerini, yaşadığı devre aktarma gayreti içinde olmazsa, bu insanın göklerdeki yıldız olma özelliği kaybolmuş demektir.
Samimi, gayretli, çalışkan, söz dinleyen, meşru mercilere itaat etmede sıkıntısı olmayan, önünde hedefi bulunan her mümin için, Peygamberimizden bir hadis-i şerif hatırlatıyor, cümlenizin hem Muharrem ayını ve hem de Cumasını tebrik ediyorum.
“Mümini, gücü yettiği şeyde gayretli; gücü yetmediği şeyde ise ‘yapamadım’ diye hasret çeken olarak görürsün.” (El Müsned. Ahmet bin Hanbel)
yeniakit