Bazen "kardeşliği" yazarsınız, "Kürtler'in mağduriyet duyguları"nı görmezden gelmenin aracı gibi algılanabilir. Bazen "İslam"dan bahsedersiniz, "ümmet"ten bahsedersiniz, "milliyetçi söylemi maskelemek"le suçlanabilirsiniz. Yani öyle ortamlar oluşur ki, en masum söylemler itibar kaybına uğrayabilir.
Bugün "kardeşliğimiz"den bahsedebilirim.
Çünkü terör örgütü, yaptığı kanlı eylemlerle, Türkler'in duygu dünyasında tahribat yapmayı amaçlıyor. Bense, bu ülkede Türk-Kürt kardeşliğinin tahrip edilmesinin hem Türkler hem Kürtler için kıyamet anlamı taşıdığına hatta Türkiye'nin özel misyonuna dikkat edildiğinde, bütün bir İslam coğrafyası için cinayet niteliğinde olduğuna inanıyorum.
"Kardeşliğimiz"den bahsedeceğim ve ben bunun son derece sahici bir mahiyeti bulunduğunu, asla politik bir söylem niteliği taşımadığını düşünüyorum.
İşte Uludere'de, kaza geçiren minibüsün içinde can veren askerleri dizine yatıran ve kendi çocuğu gibi seven Kürt anne... Kendi çocuğu ki, bir süre önce, bombardımanla paramparça olmuş. İşte bu annenin varlığıdır ki, bu ülkenin tüm genç evlatlarını bağrına basabiliyor. Minibüsün içinde can veren genç askerleri, 70 metrelik uçurumun içinden Uludere'nin yüreği evlat acısı ile yaralı babaları, amcaları, kardeşleri taşıyor ve acaba kurtarabilir miyiz diye hastaneye yetiştirme çabası sergiliyor.
Kardeşlikten başka nasıl anlatılır bu görüntü?
"Mehmet Kurban" imzalı okuyucumdan, kendisinin "şiirimsi" diye nitelediği bazı satırlar aldım. Şöyle yazmış:
"Bugün gökyüzünden baktım sana
Pay etseler seni Türkiyem
Bir dağ düşerdi her yiğidine.
Ve bir dilber...
Her ağıdına...
Başka neye bölünebilirsin ki?"
Rahmetli Anam söyleyip dururdu: "Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş."
Türk-Kürt öyle kaynaşmış ki, nasıl atarız birbirimizi yardan aşağı? Öksüz kalmaz mı kardeş kardeşi yardan aşağı attığında?
Dün, Zaman'ın yorum sayfasında Yıldız Ramazanoğlu'nun yüreğine yaraşır bir yazı okudum. "Çanakkale'deki künyeleri dile getirmiş!" Diyor ki:
"Burada onurumuzu ve yurdumuzu korumak için 'tertemiz alınlarından vurulup' koyun koyuna yatan 'kimisi nişanlı kimisi evli' gencecik insanlar var. Bilemezlerdi ki yıllar sonra kendi çocukları dağlarda birbirine pusu kuracak ve dünyadan toplanıp gelen zalimlerin başaramadığını başarmaya çalışacak."
Sonra künyelere geliyor söz:
"Öğrencilerin karşılaşmasını istediğim bana da en çok heyecan veren gerçeklik şehitlerin künyeleriydi. İsimleri zikretmek çok zor. Geldikleri yerlerden bahsedelim o zaman. Gümülcine, Bursa, İstanbul, Halep, Çemişkezek, Mardin, Ağrı, Kütahya, Maraş, Antep, Adıyaman, Bingöl Fizan, Muş, Malatya, Siirt, Tunceli, Diyarbakır, Afganistan, Amman, Bağdat, Basra, Beyrut, Bosna, Bingazi, Cezayir, Bulgaristan, Dağıstan, Habeş, Hicaz, Hindistan, Tebriz, Kafkasya, Kerbela, Kırım, Kudüs, Lazkiye, Rusya, Selanik, Şam, Tunus, Süleymaniye, Sudan, Rodos, Sakız Adası, Yemen, Yanya, Ordu, Samsun, Aksaray, Amasya, Gümüşhane... Böyle gider. Bir ara bütün künyeleri silip hepsinin yerine Mehmetçik yazma fikri vardı bazı çevrelerde. Bu kendimizi silmek, Çanakkale ruhunu öldürmek olur. Kim olduğumuz, geleceği nasıl inşa etmemiz gerektiği künyelerde yazılı çünkü."
Böyle yazmış Yıldız hanım.
1984 Eruh baskınından bu yana, dağlarda toprağa düşen asker-örgüt mensubu gençlerin künyeleri nasıl yazılacak? Neyi besleyecek?
Gaziantep'te can veren 1 yaşındaki Almina, 13 yaşındaki Sena, 11 yaşındaki Sevgi, 3 yaşındaki Süleyman ne diyecek Türkler'e, Kürtler'e?
Çanakkale'de künyelerin onuru vardı, kardeşliğin destanını yazdı çünkü onlar... Uludere'de evlat acısı çeken anneler de yaralı askerin başını okşarken anıtlaştılar. Gaziantep'teki cinayetin nesi var kardeş katlinden başka?
bugün