-Hani bağlı oldukları değerler sebebiyle, “Adalet” konusunda son derece duyarlı olması beklenen “muhafazakâr” hukukçuların, yargıdaki siyasallaşmayı ve onun doğurduğu yaygın hukuk ihlallerini, bunun da iktidarın tavrından kaynaklandığını görmediği söylenebilir mi?
-Eğitim konusunda öteden beri duyarlı olan çevrelerin, üstelik Cumhurbaşkanı’nın bizzat “Eğitimi başaramadık” sözleriyle ifade ettiği eğitimdeki başarısızlığı görmediği düşünülebilir mi? Hakeza, aile, gençlik alanlarının 22 yılın ardından sadece “derin problem alanı” haline geldiğini ve ülkenin geleceği adına derin endişeler uyandırdığını…
-Ekonominin iyiye gitmediğini her durumda iktidarı destekleyen ekonomi yazarları hiç görmemiş olabilir mi? “Faiz sebep enflasyon sonuç” tezini kendi içlerinde bir gün bile sorgulamamışlar mıdır? “Bu işte bir yanlışlık var, tepetaklak gidiyoruz” gibi bir endişe hiç mi içlerini yoklamamıştır? “Enflasyon” denen felaket, ahlakı da bitirir” gibi bir endişe hiç mi geçmemiştir içlerinden? “Acaba hayat bir gün kral çıplak der” gibi bir düşünce hiç mi uğramamıştır dünyalarına? “Memlekette bir zenginler var bir de fakirler, artık orta sınıf bitti” gibi bir hüküm, sokaktaki insanın içini kavururken, iktidara yakın ekonomistler ve de ilahiyat camiasındaki hukukçular, ”servetin sınırlı ellerde toplanıyor olması”nı fark etmemiş olabilirler mi? İçlerinde, “Faiz sebep enflasyon sonuç” mottosunun cazibesi ile, hele “Nass var nass” seslenişinin ardından “Acaba islami bir ekonomi modeli mi uyguluyoruz” heyecanları oluşanlar, “İslam ekonomisi tam da fakirlerden toplayıp zenginlere aktaran böyle bir ekonomik modeli mi öngörüyor?” sorusunu hiç mi sormamışlardır?
-Yolsuzluklar “Kul hakkı hassasiyeti”ni iman bellemiş olanların yüreğini tırmalamamış mıdır?
……
Birtakım ortamlarda karşılaşıyorum, meğer muhafazakâr hukukçularımız, mesela son FETÖ yargılamalarında çokça kullanılan “Nitelikli pişmanlık” uygulamasının tam bir jurrnal düzeni getirdiğini, bir kısmı örgüt yöneticisi de olanların kendilerini kurtarmak için pek çok kişiyi ihbar ettiğini, böylece ortaya milyona baliğ olan akla ziyan bir “Törer örgütü” çıkarıldığını, bunun da sıradan insanların hayatını cehenneme çevirdiğini biliyor, görüyorlarmış…
Peki bunu görmüşler de sesleri çıkmış mı? Bence karınlarından konuşmuşlar sadece…Sesleri çıkmamış çünkü “FETÖ’cü” diye suçlanmaktan korkmuşlar, çıkmamış, çünkü bu iktidar döneminde iş yapamayacaklarından endişe etmişler, çıkmamış, çünkü açıktan eleştirinin iktidarı zayıflatacağını ve seçim kaybettireceğini hesap etmişler… Ondan sonra gelsin “Hazreti Ömer adaleti…” , gelsin “Kenar-ı Dicle…” söylemleri…
AYM’nin, AİHM’in mesela Osman Kavala konusunda gördüklerini bizim arkadaşlar başka türlü gördüler de sesleri çıkmadı? Acaba “Yargı bizim işimize geleni yapsın” anlayışı, “Adalet duyarlılığı”nın önüne mi geçti?
Şimdilerde bakıyorum, Milli Eğitim, Aile, Gençlik gibi alanlardaki dibe vuruş muhafazakar diye nitelenebilecek whatsapp gruplarının yakınma meşgalesi… Eminim, açıktan seslendirseler iktidarın yıpranmasından endişe edecekler… Nitekim eleştiride azıcık ileri gidenler hemen “O kadar da değil” mevziine tosluyor. Belli ki birilerimizde iktidarı savunmak, iktidarın yanlış yaparken sergilediği cür’eti bile görmezden gelecek kadar hasbi!
İktidarın ekonomi – politikasına KKM hesabıyla milyarlar kazananların itiraz etmesi beklenmeyebilir. Alacakları döviz üzerinden hesaplanan ve tıkır tıkır ödenen kamu – özel işletmesi ortaklarının şikayetine de gerek olmaz. Enflasyon sebebiyle elindeki mülkünün değeri katlananların da şikayet etmeyeceği belli. Ülke servetinin yüzde 40’ı yüzde 1’in elindeymiş, yüzde 70’i yüzde 10’un kontrolündeymiş, yüzde 30’unu da halkın yüzde 90’ı paylaşıyormuş… Artık orada da adalet varsa ve kimin payına ne düşüyorsa…
Şu yüzde 90… Yüzde 90 yani… Herhalde onların içinde yüzde 52 de vardır, yüzde 48 olduğu gibi… Ekonomi üstatları da vardır, iş insanları da vardır… Milliyetçi ve muhafazakar… İşçiler de vardır, memurlar, çiftçiler de… Cumhurbaşkanı’nın uçağına binen – binmeyen medya mensupları da…
Bakıyorum, bir şey söyleyecekler ama kıvranıyorlar… Belli ki karnından çok şey konuşuyorlar, çok çok şey… Ama gün yüzüne çıkarken süzülüyor süzülüyor, sineğin kanadındaki yağa dönüşüyor mesaj…
Başlıkta dedim ki “Karnından konuşanlar açıktan konuşsaydı….” Ne olurdu sizce? Demokrasi demokrasi olurdu öncelikle… Seçmen seçmen olurdu… Halkın denetimi halkın denetimi olurdu…
Emin olun iktidar da taaa en başta “Rasyonel” davranmak zorunda kalırdı. Gemi karaya oturduktan sonra kolundan tutup getirdiğimiz birisi bize, bizim gözlerinin içi gülen Maliye Bakanımıza ve tabii onu oraya getiren iradeye “Hadi gelin rasyonele geri dönelim” demek zorunda kalmazdı. “İrrasyonel” zamanların kayıplarını ülke çekmek zorunda kalmazdı.
Tamam, karnından konuşmayıp açık açık düşüncelerini ifade edenler, ya da kimi eylemlerle hak mücadelesi verenler, küresel güçlerin ajanları olmak dahil her türlü damgalamaya maruz kalıyorlar ama gene de demokrasi böyle bir şey…
İktidara kimi zaman “Aklından bile geçirme” denebiliyorsa, orada iktidar ayağını denk alacaktır. Başından beri bizim “muhafazakâr camia”ya sitem ediyorum ya, iktidar kadroları gelir geçer, ama bir değerler dünyası iyi sınav vermezse, onun ortaya çıkardığı harabiyeti tamir etmek hiç de kolay olmaz. Benden söylemesi… Bir Allah’ın kulu şu hengâmede “Nassın başına ne geldiğini” sormadı be kardeşim… “Nassın nerelerde kaldığını…”