Haramlar kronolojisinde bir numara, kibrin beslediği ırkçılıktır. İkincisi fahşa! 3.’sü katil..
Fahşa “Haddi aşmak” demektir. Fuhuş, fahişe, haşa, huşu aynı kökten gelir.. Mesela “Fahiş” derken de fahişe ne anlama geliyorsa onu söylemiş olursunuz!
Bakın, bu haram, bu günah, bu ahlaksızlık, sadece ne kadınlara, ne sadece politikacılara, ne de bürokratlara has! Sonuçta “biz bize benzeriz”. Tencere yuvarlanıp kapağını buluyor..
Her toplumda, her kesimde erdemli insanlar olduğu gibi hainler de vardır, müfsitler de.. Medya, iş dünyası, sivil toplum, üniversite farketmiyor. 3 aşağı 5 yukarı birbirine benzer genel olarak, özelde ise her kesimde her anlamda en uç karakterlere rastlamak mümkün.
Siyaset, bürokrasi kötü de, şirketlerde durum çok mu iyi.
Önceleri sâlih bir kul olan Kârun, Allah’ın bir imtihan olarak ihsân ettiği nîmetleri kendinden bilip gurura kapılınca, Allah’ın kendine lütfettiklerini kendinden bilince gururlandığı o hazineleriyle birlikte yerin dibine gömüldü. Halbuki, Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilenlerden biri olarak tanınırdı. Hz. Musa kendine zekât vermesini söyleyince, kazandıklarının kendine ait olduğunu ve bunun üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkı olduğunu söylemişti.
Bu konu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Kârun, Mûsâ’nın kavminden idi. Fakat onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allâh, şımaranları sevmez.” (…) “Kârun’a hitâben şöyle denildi:’ Allâh’ın sana verdiğinden ‘O’nun yolunda harcayarak’ âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasîbini unutma! Allâh sana ihsân ettiği gibi, sen de ‘insanlara’ iyilikte bulun! Yeryüzünde fesad çıkarmayı arzulama! Şüphesiz ki Allâh, fesad çıkaranları sevmez.” (…) “Kârun ise: «O ‘servet’ bana, ancak bende bulunan ‘özel’ bir bilgi sâyesinde verildi» dedi. Bilmiyor muydu ki, Allâh kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü ve daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti! Mücrimlerden günahları sorulmaz (Çünkü Allâh Teâlâ sormaya muhtaç değil, her şeyi bilmektedir.).” ‘Derken Kârun, ihtişâm içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayâtını arzulayanlar: «Keşke Kârun’a verilenin bir benzeri de bizim olsaydı; hakîkaten o çok büyük bir servet sâhibi!..’ dediler.” (…) “Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: ‘Yazıklar olsun size! Îmân edip amel-i sâlih işleyenler için Allah’ın mükâfâtı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir’ dediler.” (…) “Nihâyet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek herhangi bir topluluk olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (…) “Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: ‘Demek ki Allah, rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az! Şâyet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. ‘Allâh Allâh! Şu hâle bir bakın!’ Demek ki, inkârcılar iflâh olmazmış!..’ demeye başladılar.”(…) “İşte bu durum, dünyaya meyledip âhireti unutan mal ve mülk sevdâlılarının hazîn âkıbetini gösteren ne müthiş bir sahnedir! Zîrâ ilâhî zenginlik ve nîmetlerden ebediyyen mahrûm olan Kârun, şimdi bir âhiret dilencisidir. Çünkü âhiret yurdu, ömür boyu ihlâs ve samîmiyet ile kulluk üzere yaşayan takvâ sâhiplerine âittir. Âyet-i kerîmede buyurulur: “İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve fesâdı arzulamayan kimselere veririz. ‘En güzel’ âkıbet, takvâ sâhiplerinindir.” (el-Kasas, 76-77- 82-83)
“Onlardan kimi de: ‘Eğer Allâh, lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız!’ diye Allâh’a söz vermişlerdi.” (…) “Fakat Allâh, onlara lütfundan ‘zenginlik’ verince, cimrilik edip ‘Allâh’ın emrinden’ yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” (et-Tevbe, 75-76) Bu ayet’in nüzul sebebi olarak önceleri “mescid kuşu” diye anılan, fakat kanaat etmeyip hırsla daha fazlasını isteyen ve servete kavuştuğunda ise isyâna sürüklenen Sâlebe ile ilgili olay anlatılır. Resulullah onu şu sözlerle uyarmıştı: “Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır…” Ama o ısrarla daha fazlasını istedi ve istediğine kavuşunca da helak olanlardan, sapıtanlardan oldu! Oysa zenginlik dilerken, Peygamberimize şöyle diyordu: “Seni hak peygamber olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer zengin olursam, fakir fukarâyı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim!..”
Biz her şeyin hayırlısını isteyelim. Unutmayalım ki, ihtirasla istediğimiz her şey bizim imtihanımız olur.
Hep siyasileri ve bürokratları eleştiriyoruz da, biraz da kendimize bakalım. Medya, STK, iş dünyasındaki patronlar.. Siyaseti ve bürokrasiyi azdıranlar onlar değil mi, onlar da bunları azdırmıyor mu? Nerede olursa olsun, Allah’tan korkan, ahiret gününe inanan, dürüst, cesur, edeb ve irfan sahibi insanlara selam olsun.
Haddi aşanların nerede duracakları belli olmaz..
Haramlar kronolojisindeki ilk haram egoizm ve ırkçılıktır. İlk haram, ilk günah ve ilk lanet buna. 2.’si “haddi aşmak” anlamında fahşa ve 3.’sü katl’dir. “Fahiş”, “Fuhuş” da aynı kökten gelir.. Belki terörle mücadelede ilk adım, “üstünlük iddiasından insanların vazgeçmeleri, sonra da haddi aşmamaları gerekir. Yoksa bunun 3. adımı cinayetle sonuçlanacaktır. Haramlar kronolojisinin ilk 3 haramı bunlardır. Irkçılık lanet ve kovulmayı, haddi aşmak, mahrumiyet ve sürgünü, katil ise her türlü dışlanma, aşağılanma, mahrumiyet ve kovulmayı getirecektir.
Allah yapıp ettiklerinizi, kapalı kapılar arkasındaki pazarlıklarınızı, fısıldaşarak konuştuklarınızı ve kafanızda kurguladıklarınızı bilir.. Size nimet, güç, servet ve iktidar verince siz onu kendi çaba ve zekânızın sonucu sanırsınız, kibirlenir, Allah’ı unutursunuz. Başınıza bir felaket gelince, ancak o zaman hatırlarsınız Allah’ı! Karun’u hatırlayın, daha birçok kişinin başına gelenleri. Enam 42-45 bize ne anlatır: “Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık. Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya.. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti. Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar. Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”
Onlar günü geldiğinde nasıl bir yıkılışla yıkıldıklarını görecekler. Başlarına gelenler, kendi yaptıklarının karşılığıdır aslında, eğer anlayış sahipleri ise. Ama kalpleri mühürlenenlerden olmuşlarsa ne deseniz, fayda etmez. Cehennemin dibine kadar yolları var onların! Selam ve dua ile.
yeniakit