Eski Almanya şansölyesi Angela Merkel daha birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’a veda ziyaretinin ardından yapılan basın toplantısında açık açık “İnsan haklarıyla ilgili gelişmeler konusunda, bireysel özgürlükler konusunda eleştirdim” ifadelerini kullanmış, Erdoğan da hemen orada ‘‘Türkiye’de yargı bağımsızdır. Yargının vereceği veya verdiği karara benim cumhurbaşkanı olarak müdahale etmem söz konusu değil yeter ki yargının adil olduğuna hep beraber inanalım.’’ deyivermişti.
Merkel – Erdoğan ilişkisi nezaketle kapandı.
Ardından Büyükelçiler çıkışı geldi. 10 Büyükelçi bir bildiriyle Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını istediler. Bildiri şöyleydi:
“Osman Kavala’nın tutuklanmasının üzerinden dört yıl geçti. Davanın, farklı dosyaların birleştirilmesi ve beraat kararından sonra yeni davaların yaratılması yoluyla sürekli geciktirilmesi, Türk yargı sisteminde demokrasiye saygıyı, hukuk devleti ve şeffaflık ilkelerini gölgelemektedir.
Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda Büyükelçilikleri olarak Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz.”
Sonra beklenen oldu. Büyükelçiler gece vakti Dışişlerine çağrılarak yaptıkları işin “hadsiz ve kabul edilemez” olduğu kendilerine bildirildi. Bakanlığın açıklamasında, “Adı geçenlere, Anayasamızda da kayıtlı olduğu üzere, Türkiye’nin insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış ve Türk yargısının bu tür sorumsuz açıklamalardan etkilenmeyeceği hatırlatılmıştır” denildi.
İçişleri Bakanı Soylu da “Çadır devleti değiliz, haddinizi bilin” tepkisini seslendirdi.
Durum bu.
Büyükelçilerin çıkışının olağandışı bir iş olduğu açık. Onların da bunun farkında olmadıkları söylenemez. Artı, onların bu girişimi, ülkelerinden bağımsız yapmış oldukları da söylenemez.
Bir şey daha: Bu büyükelçilerin, Dışişlerine çağrılıp “Türkiye’de yargı bağımsızdır, bu açıklamayı reddediyoruz” gibi bir tepki ile karşılaşacaklarını dikkate almadıkları da söylenemez.
Buna rağmen bu girişimde bulunmayı tercih ettiklerine göre her şeyi göze almış oldukları tahmin olunabilir.
Neden böyle bir girişimde bulunmuş olabilirler acaba?
Sonuçta Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını istiyorlar. Acaba bu çıkıştan, Osman Kavala’nın bu 10 ülke için de vazgeçilmez bir insan olduğu sonucunu mu çıkarmalıyız?
10 ülkenin birden ortak çıkarına hizmet eden bir insan? Müthiş bir şey olmalı değil mi?
Belli ki Ankara olarak Kavala davasında herhangi bir sorun bulunduğu gibi bir ihtimale hiç mi hiç prim vermiyoruz. Ya da sorunu biliyor, ama kendi infazımızın haklılığına yüzde yüz inandığımız için eleştirileri dikkate almıyoruz. Tabii bu arada, kararlarının bağlayıcı olduğunu anayasal kural haline getirdiğimiz AİHM’nin kararlarını da görmezden geliyoruz.
4 yıldır tutuklu bu adam. Beraatlar almış, sonra yeni davalar iliştirilmiş, iliştirilmiş, iliştirilmiş ve dünyada “Bir irade bu adamı içerde tutmak için özel çaba gösteriyor, dava üstüne dava üretiyor” gibi bir algı oluşmuş.
Yani “Yargıdan başka bir şey devrede ve Yargı sadece o iradeyi şeklen maskelemek için kullanılıyor” algısı oluşmuş.
Büyükelçilerin “huhuktan başka bir şey”i devreye soktukları açık. Çünkü AİHM’in devre dışı kaldığı bir durum olduğu, dolayısıyla “hukuktan başka bir şeyin işlediği” kanaatiyle hareket ediyorlar. Bildiride yer alan “Yeni davalar yaratılması” ifadesi de başka bir sürecin devrede olduğunu düşündüklerini ortaya koyuyor.
O zaman evet hukuktan başka bir şey devreye sokuluyor.
Trump’ın kendisine yakışan açık tehditle Rahip Brunson’ı ya da Merkel’in ince diplomasi ile Deniz Yücel’i kurtarması gibi bir şey.
Osman Kavala, böyle bir kurtarılmayı kabul eder mi, bilmiyorum. Ama onun gibi pek çok, belki yüzlerce insanın “Keşke iç hukuk yolları tükenmeden adalete ulaşılabilse, hatta keşke yargı laması meşru kabul edilen AİHM kararları, hatta ülkenin kendi AYM’sinin kararları doğru dürüst uygulansa da Türkiye başka muamelelere maruz kalmasa” gibi bir düşünceyi içinden geçirdiğine eminim.
“Hukuk özürlü ülke” olmanın bedelini, kişilerin yaşadığı hukuksuzlukları “bize dokunmayan yılan bin yaşasın” genel yaklaşımıyla ıskalasak bile, ekonomide ödüyoruz zaten. Her yerden feryat yükseliyor “En önce hukukun üstünlüğü, en önce öngörülebilir ülke olmak, en önce adalet” diye…
Son HSK’dan istifa olayının iltisaklarına bakıldığında hukukun ne halde olduğunu herkes ayan beyan görüyor. Bu durumda “Bizde yargı bağımsızdır” sözlerinin kıymet-i harbiyesi de o kadar olabiliyor.