Arapça bir kelime olan bey'ât; "kabûl etmek, bir akitten (anlaşmadan) râzı olmak ve tasdik etmek" gibi mânâlara gelir. İslâmî ıstılâhta: "Bir mükellefin, ehil bir cemaat (ehl-i hal ve’l akd) tarafından tesbit edilen halifeye, (imama, ulü’l-emr'e) itaat edeceğine dair, söz vermesine bey'at denilir." Bu bir anlamda mükellefin, meşrû (şer'i) olan her emirde (hoşuna gitse de, gitmese de) itaat edeceğine dair sadakat yeminidir. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Müslümanlar, gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına gitmeyen her hususta kendilerinden olan emir sahiplerine itaat ederler. Bununla yükümlüdürler. Ancak günah işlemeleri emredilirse, itaat etmezler." (1) buyurduğu bilinmektedir. Yine diğer bir hadis-i şerifte "Allahû Teâla (cc)'ya isyan hususunda mahlûka itaat yoktur. İtaat ancak ma'rûftadır"(2) buyurulmuştur. Dolayısıyla bey'at sonucu ortaya çıkan itaat, İslâmî hükümlerle sınırlıdır. Şeriata ittiba esastır.
Bey'at, kitap, sünnet ve sahabe-i kirâm'ın icmaı ile sabit olan, sâlih bir ameldir. Bazı çevreler, "bey'atın farz olabilmesi için, İslâmî bir yönetim (devlet) şarttır." iddialarını ileri sürmektedirler. Resûlullah (sav) ile mü'minlerin yaptıkları ilk bey'at; Akabe'de gerçekleşmiştir. Bu tevatür derecesindeki haber, bütün kaynaklarda yer almıştır. Bu bey'atın, Mekke tebliğ döneminin sonlarına rastladığı da bilinmektedir. Mekke dönemiyle ilgili olarak İmam-ı Serahsi: "O dönemde Mekke, İslâm ahkâmının tatbik olunmadığı bir dâru'ş-şirk idi"(3) hükmünü zikretmektedir. İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Medine'nin de aynı dönemde dâru',s-,sirk özelliği taşıdığı kaydedilmektedir. (4) Dolayısyla, ilk bey'atın gerçekleştiği dönemde, İslâm fıkhını esas alan bir devlet mevcut değildir. O şartlar altında; Resûl-i Ekrem (sav)'in bey'at alması, mü'minlerin her-halûkârda kendi içlerinden bir emir seçmelerinin zarûretini ortaya koymaktadır. Ayrıca "dünyanın ücra bir köşesinde bile olsa, üç kişinin içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeden yaşamaları caiz olmaz"(5) hadis-i şerifinin hükmü umumîdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hakikat sana bey'at edenler, ancak Allah'a bey'at etmiş olur. Allah'ın eli, onların (bey'at edenlerin) elleri üstündedir. Şu halde kim (bu bağı, ahdi) çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kimde sözleştiği şeye vefa ederse (Allah) ona büyük bir ecir verecektir."(6) hükmü beyan buyurulmuştur.
Bilindiği gibi mü'minlerin, kendi içlerinden seçtikleri bir ulû'l-emr e itaat etmeleri, kat'i nassla farz kılınmıştır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine (ulû'1-emri minkum) de itaat edin." (7) emri verilmiştir. Bu emir sahibi; mü'minlerin irade beyanı ve rızalarıyla tesbit edilir, zorbalıkla (kuvvet kullanılarak) değil!.. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Zorbalıkla başa geçen ve zulümle insanların başında bulunanları" lânetlemiştir.(8) Fukaha; zaruret halinde, zorbalıkla (kuvvet kullanarak) başa geçen, fakat İslâmî hükümleri tatbik eden kimselere itaat edilebileceğini zikretmiştir. Nitekim İbn-i Abidin de, "zaruretten dolayı zorbanın sultanlığı sahihtir. Bu ifadeden murad; söz sahipleri bey'at edip, seçmeden zorla iş başına geçendir. Velev ki yukarıdaki şartlar (imam'da bulunan vasıflar) kendisinde mevcut olsun. Şunu da ifade eder ki, hilâfet meselesinde asıl, tayindir (yani mü'minlerin seçmesi). Müsayire'de şöyle denilmiştir: İmamlık akdi ya halifenin kendi yerine birisini seçmesiyle olur. Nitekim Hz. Ebû Bekir (ra) böyle yapmıştır. Yahûd, ûlemadan ve söz sahiplerinden bir cemaatin bey'atiyle olur. İmam-ı Eş'ariye göre; şahidler huzurunda olmak şartıyla söz sahiplerinden meşhur bir âlimin bey'atı kâfıdir. Şahidler huzurunda olması, şayet inkâr vâki olursa onu def içindir. Mûtezile taifesi beş kişinin bey'atını, hanefilerden bazıları da, bir cemaatın bey'atını şart koşmuş, hususi sayıya itibar etmemişlerdir. Zaruretten maksad, fitneyi önlemektir. Bir de peygamber (sav): `Dinleyin ve itaat edin!.. Velev ki size burnu kesik Habeşli bir köle hükümdar olsun' buyurmuştur." (9) diyerek, konunun mahiyetini izah eder. Muhakkak ki; "zaruret" mefhumunun sınırları, oldukça nâziktir. Zâlimlerin, fâsıkların, delilerin ve çocukların sultanlığına, "fitne çıkmasın" gerekçesiyle, râzı olmanın faturasını ümmet çok ağır ödemiştir. Her mükellef (ister erkek, ister kadın olsun) bey'ata muhataptır. Resûlullah (sav)'ın, bülûga eren her çocuktan, derhal bey'at aldığı da bilinmektedir. İbn-i Hümam: "Mü'minlerin kendi içlerinden bir imam seçmelerinin sebebi;-İslâm'ın emirlerini hakkı ile edâ etmektir." (10) hükmünü zikretmektedir. Bu husustaki hassasiyet, İslâmî birçok hükmün, ancak imamın varlığı ile tatbik edilebilmesine dayanır. Nitekim imamet ile ilgili meseleler, "akaid" kitaplarına konu olmuştur. (Bkz: "Hilâfet" ve "Siyaset" maddeleri).
KAYNAKLAR
(1) Sahih-i Buhari, İst. 1401, c. VII, sh.105, Kitabu'l Ahkâm.
(2) İbn-i Kesir, Tef'sir-û'l Kur'ân'il Azim, Beyrut: 1969, D.Marife Neşri c. I, sh. 518.
(3) İmam-ı Serahsi, el-Mebsut, Beyrut: ty. c. I4, sh. 47.
(4) Sünen-i Nesâi, İst:1401, c. IIV, sh.l44-I45, K.Bey'a. Tefsir-û'l Hicre.
(5) el-Müsned, İstanbul 1401, c. II, sh.177.
(6) Fetih Sûresi:10.
(7) Nisa Sûresi:59.
(8) Mustafa Sabri Efendi, Mefkûfu'l Beşer, Kahire 1356, sh. 26.
(9) İbn-i Abidin, Reddü'I Muhtar, İst. 1982, c. II, sh. 386.
(10) İbn-i Hümam, Kitabû'I-Müsayere, İst. 1979, Çağrı Yay., sh. 265.