Zengin birisinin cenaze namazı kılınacakmış, cenazenin yakınları da cami avlusunda toplanmış taziyeleri kabul ediyormuş. Bu arada Nasreddin Hoca da bir kenarda hüngür hüngür ağlıyormuş. Cenaze sahiplerinin dikkatini çekmiş, onlardan birisi yanına yaklaşmış ve;
-Sen niye böyle hüngür hüngür ağlıyorsun, rahmetlinin hiç bir şeyi olmazsın sen? Demiş. Hoca da;
-Zaten ben de bunun için ağlıyorum ya, rahmetlinin hiç bir şeyi olmadığım için demiş.
Cenazeler, cenaze merasimleri birçok açıdan dikkatimi çeker. Birçok şeyin yanı sıra kim kimin nesi oluyormuş hep böyle cenazelerde öğreniriz. Sadece akrabalarını, mirasçılarını değil, eşini dostunu, çevresini, dünyadaki itibarını da öğreniriz cenazesinde.
Bu yüzden çoğu insanın kendi cenazesinin nasıl olacağını merak ettiğini tahmin ediyorum. Hatta bu bağlamda birçok insanın kendi cenazesiyle ilgili vasiyetlerinin olduğunu biliyoruz. Bilmem ki kendi cenazesini izleme imkânı bulacak mı, yoksa o anda kendisi başka dünyalarda çok daha başka telaşlar içinde mi olacak?
Biz yine Nasreddin Hocamızın cenazesine dönelim. İnsanın bazen böyle durumlarda hüngür hüngür ağlayası geliyor. Bakıyor da olup bitenlere, benim niye böyle yakınlarım yok, benim niye böyle bir kayınpederim yok, ben niye böyle birilerinin damadı değilim diye
Nerden girdik bu cenaze meselesine, dünyadaki nüfuz ve itibardan söz ediyorduk, önemli bir kayınpeder olmaktan veya böyle birinin damadı olmaktan söz ediyorduk.
Bir insanın güçlenme, zengin olma ihtimallerinden birisi de evlilik yoluyla olmasıdır. Kendisi çalışarak veya sülaleden gelen bir gücü ve zenginliği yoksa geriye bir ihtimal kalıyor, evlilik yolu.
Fakat toplumda geçerli kurallardan biri de zenginin kendisi gibi zenginle evlenmesi. Çok az istisnalar bunun dışında.
Yani demek oluyor ki fakir ve güçsüzlere Nasreddin Hoca gibi ağlamak düşmektedir.
Fakat toplum bu fotoğrafı izleyip durmaktadır, kayınpederleri de, damatları da. Bütün bir toplum adına Nasreddin Hoca da bu problemi dikkate sunmaktadır. Biz neden bu kelli felli adamların bir şeyi olmuyoruz ki demektedir.
Tarih iyice irdelendiğinde görülecektir ki devletler, yönetimler dışarının saldırılarıyla değil, damatlara, kayınpederlere geçilen iltimaslarla yıkılmışlardır.
Özellikle toplumun tamamının gözünün ve kulağının adalete, mahkemelere yöneldiği bir zamanda yetkililer bunu çok iyi okumalıdırlar. Cezaevlerinin, duruşma salonlarının dolup taştığı, her akşam ekranlara taşındığı bir günde bu konuların devleti ayakta tutmakla yakın alakasının olduğu çok iyi bilinmelidir.
doğruhaber