İran"ın nükleer teknoloji alanında çalışan nükleer fizikçilerine son birkaç yıldır arka arkaya yapılan suikasdler 11 Ocak sabahı bir kez daha tekrarlandı ve Kuzey Tahran"da arabası hareket halinde olan, Mustafa Ahmedî Rûşen isimli, 32 yaşında genç bir nükleer fizikçi, -yaklaşan motosikletli kişilerin mıknatıslı bir bombayı arabaya yapıştırmaları ve kaçtıktan sonra da uzaktan kumanda ile- patlatmalarıyla katledildi..
Yapılan açıklamalar bu yönde.. Yani, anlaşıldığına göre basit ve kolay, ama, iyi geliştirilmiş bir teknik..
Yolda arabanızın içinde giderken, mesela bir kırmızı ışıkta durduğunuz bir sırada arabanıza birisi mıknatıslı bir bombayı tutturup uzaklaşabilir ve sonra da uzaktan sizi berhava edebilir.
*
İran"ın, son 3-4 sene içinde bu şekilde, suikasdlerle nükleer fizikçi ve füze uzmanı vs. gibi seçkin bir çok bilim adamlarını yitirmesi, öldürülenler için -inşaallah- bir kayıp değildir; amma, müslümanlar için muhakkak ki büyük kayıplardır. Çünkü bu beyinler kolay yetişmiyor ve bir suikasdle elimizden gidiveriyorlar..
Bu gibi seçkin beyinlerin böyle arka arkaya katledilmeleri, hıncımızı ve azmimizi de bileyler, ama, böylesi seçkin şahsiyetleri korumakta bir zaaf olduğu mesajını vermekte, iç karartıcı bir güvenlik bunalımını da gündeme getirmektedir..
Bu suikasdi de, son zamanlardaki benzer suikasdlerde olduğu gibi, İİC makamlarının derhal siyonist İsrail rejiminin üzerine atması ise, daha da dikkati çeken bir durumdur.. Çünkü, bu isnad, propaganda açısından İsrail rejimini rahatsız etmiyecek; tersine, onu, -hattâ, güvenlik açısından son derece güçlü olan İİC gibi bir ülkede bile operasyonlar, suikasdler düzenleyecek kadar- karşı konulması zor bir büyük güç gibi göstermeye vesile olabilecektir.
Böyleyken böyle bir taktik değişikliğine ne denelidir?.
Çünkü, İİC, bu gibi durumlarda önceleri, hemen Amerikan emperyalizmini suçlamakta ve böylece hedef- düşmanı daima büyük tutmaktaydı..
Bu son cinayetlerde ise, doğrudan siyonist İsrail rejiminin suçlanması, İsrail rejimini rahatsız etmek bir yana, bir de sevindirir..
Düşmanı küçültmek kadar, büyütmek de tehlikelidir..
Yani, İran gibi bir ülkenin içinde siyonist İsrail ajanları böylesi suikasd hedeflerini tesbit edip o hedeflere operasyonlar düzenleye-düzenletebiliyorsa, ortada büyük bir zaaf var demektir.
*
Bu konuya bu kadar değindikten sonra, İran"a karşı şiddeti daha da arttırılan ekonomik ve diplomatik ambargo ve ablukalara da kısaca değinmek gerekiyor..
İran makamları bugünlerde, özellikle de Amerikan emperyalizminin kendisine 30 küsur yıldır uyguladığı ekonomik ambargoları daha bir daraltmaya başlaması sebebiyle, daha çetin sosyo-ekonomik şartlara hazırlanmakta.. Bu cümleden olmak üzere, hele de neredeyse tek ihracat maddesi ve gelir kaynağı olan petrolünü satamaz hale gelmesi durumunda, İran Körfezi"nin Hind Okyanusu"na ve dolayısiyle dünyaya açılan kapısı konumundaki Hürmüz Boğazı"nı kapatabilecekleri ve bir damla petrolün bire çıkışına izin vermiyeceklerini söylemektedirler..
Hürmüz Boğazı 55 km. genişliğinde kapatılması o kadar kolay değildir..
Buradan geçecek olan gemilere, petrol tankerlerine ancak savaş gemileriyle veya füze ateşleriyle engel olunabilir.. Bu boğaz, 1980-88 arasındaki İran-Irak Savaşı"nın son yılında, Saddam Irak"ı iyice sıkışınca, bir kez daha kapatılma tehlikesiyle karşılaşmıştı, ama kapatılamamıştı..
Çünkü, Amerikan emperyalizmi, Körfez"deki petrol tankerleri trafiğini korumak için, Kuveyt"in yardım talebini gerekçe göstererek, donanmasını Körfez"e sokmuştu..
O zaman da, İran, Amerikan savaş gemilerinin Körfez"e girmesi halinde, onları Hürmüz Boğazı sularında, denizin derinliklerine gönderileceklerini duyurmaktaydı.. Ve bunun için gerekli düzenlemeleri de yapmış ve Hürmüz Boğazı"nın İran tarafındaki yamaçlarına, Amerikan savaş gemilerini vuracak İpek Böceği (Silk Worm) isimli ve oldukça etkili olduğu söylenen Çin füzeleri yerleştirilmişti..
Ve IIC"nin en üst derece sorumlularının beyanları şehirlerin meydanlarında, duvarlarında kocaman harflerle yazılmıştı; "Eğer, Amerika Hürmüz Boğazı"nı geçmeye kalkışırsa, çenesini dağıtırız!." diye..
Ve kararlı olunduğu da açıktı.. Amerika"nın çenesi dağıtılacaktı..
Nitekim, Amerikan savaş gemileri Hürmüz Boğazı"ndan geçmeye başladığında, füzelerin ateşlenmesi emri verildi..
Film makineleri hazırdı..
Amerikan savaş gemisinin denizin dibine gönderilişi filme alınacaktı..
Ama, başka bir şey oldu..
Çünkü.. İlk füze, fırlatılışından kısa süre sonra havada patlayıvermişti.. Üstelik de karşı taraftan bu füzeye yönelik herhangi bir ateşleme belirlenememişti..
İkincisi ateşlendiğinde, o da aynı şekilde..
Ve üçüncüsü de kezâ..
Artık, dördüncüsü ateşlenmedi, çünkü ateşlenmesinin bir mânâsı kalmamıştı..
Anlaşılmıştı..
Bir komplo kurulmuştu..
Herbirisi milyonlarca dolar"a alınmış olan bu füzeler konusunda Amerika, Çin"e baskı yapınca, Çin onlara da, bu füzelerin nasıl etkisiz hale getirileceğinin yolunu göstermişti.. Bu füzelerin elektronik gözleri metal görmeye göre ayarlandığından, füzeler havada iken, karşı taraftan havaya fırlatılan küçücük metal parçaları bunları havada parçalayabiliyordu..
Nitekim, öyle olmuş ve 80 parça kadar savaş gemisinden oluşan bir Amerikan Donanması Körfez"e gelmişti.. IIC"nin en üst yetkili ağızlarından yükselen ve Amerikan güçlerinin Hürmüz Boğazı"ndan geçmeye kalkışmaları halinde, çenelerinin dağıtılacağına dair sözler de duvarlarda kalmıştı..
Hiç de hoş bir şey değildi, elbette..
Ve savaşın son demlerinde ise, İİC güçleri, Irak"a aid Halebçe"ye girerken, müslüman halkın bu orduyu Allah"u Ekber sadâlarıyla karşılaması karşısında daha bir çılgına dönen Saddam, bu kasabayı kimyasal gaz bombardımanına tâbi tutuyor ve de 5 binden fazla sivil insan bir anda kavruluveriyordu..
Onu, bir kaç ay sonrasında, İran"a aid bir yolcu uçağının savaş uçağı zannedildiği gerekçesiyle vurulup, 307 yolcusuyla birlikte İran Körfezi sularına gömülüşü takib edecekti..
Savaştan, zaferlerden, maddî güçlere dayanmaktan, fazla bir beklenti olmamalıdır..
Nitekim, bu ağır baskılarla İran"ın ne karşılık vereceği beklenirken, (merhûm) İmam Khomeynî, -daha öne defalarca, " Savaşı dayatabilirsiniz. Ama, barışı dayatamazsınız.. Zafere kadar savaş.. Hattâ 20 yıl bile sürse.." dediği halde- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi"nin ateş-kes çağrılarını, "kabul" zorunda kalıyor ve kendi meşhur deyimiyle "zehir kadehini kafasına dikiyor" ve böylece o korkunç savaş ve ölüm mekanizmasının çarkları durdurulabiliyordu.. (Şimdilerde, o günlerin çetinliklerini unutan - o dönemin- İnqılab Muhafızları Ordusu Başkomutanı Serdâr Muhsin Rızaî gibiler bile, İmam"ı o ateş-kes kararını almaya necbur ettiği veya yanılttığı gerekçesiyle Hâşimî Refsencanî"yi ağır şekilde eleştirerek, onu gözden iyice düşürmek için açılan kampanyanın içinde yer alsalar bile..)
*
İran bugün füzelerini kendisi yapıyor. Ama, en güçlü silah, kalblerin birliğidir.. Bu hususta hem İran içinde, hem de dünya çapında müslümanlar kalb birliklerini sağlamanın zaruretini pek de anlamış gözükmüyorlar..
İnşaallah, bir savaş durumunda, kalblerdeki bu kırgınlıklar yüzünden acı sürprizlerle, olumsuzluklarla karşılaşılmaz..
*
Ama, Amerikan emperyalizmi bastırıyor..
Başka ülkelere de baskılar yapıyor..
Bu konuda, Türkiye de bu baskılardan uzak kalıyor değildir, mutlaka..
Gerçi, Obama, tıpkı Bush gibi, "Bizimle olmayan bize karşıdır.." şeklindeki dayatma mantığıyla hareket etmiyor gözükse de, Amerikan emperyalizminin genel siyasetinin o kovboy anlayışı çerçevesinden kolayca çıkamıyacağı unutulmamalıdır.
*
Bu bakımdan, İİC"nin en üst makamında İnqılab Rehberi ve Veli-yy"i Faqih unvanıyla bulunan S. Ali Khameneî, elbette ki topluma güven telkın etmek için de, İran"ın bugün geçmiştekinden çok farklı bir durumda olduğunu belirtirken, 8 Ocak 2012 günü yaptığı konuşmada, "Biz bugün Şe"b-i Ebî Talib değil, Bedr ve Hayber durumundayız.." diyerek, İslam"ın ilk yıllarındaki örnekleri mukayese için hatırlatıyordu..
(Hatırlanacağı üzere, Şe"b-i Ebî Talib, Resul-ü Ekrem (S)"in , Mekke de amcası Ebû Tâlib"in himayesinde iken, üç tarafı tepelerle çevrili ve bir tarafı da müşriklerle kapatılıp, 3 yıl boyunca ekonomik açıdan oldukça ağır bir muhasaraya tâbi tutulduğu bir yer olup, bugün Mekke"de Süleymaniye mıntıkasından Mekke Belediyesi"nin bulunduğu Meydan-ı Muabede"ye doğru giderden havaî köprünün biraz solunda kalan bir yere verilen isimdi..
Bedr ve Hayber ise, bilindiği üzere müslümanların büyük zaferleriyle taçlanmış gazveler/ savaşlardı..)
İnqılab Rehberi de bugün bu hatırlatmaları yapıyor ve inşaallah öyle de olur..
Ancak, bu umutlandırıcı konuşmalar bile, durumun ne kadar ciddî olduğunun işareti de sayılmalıdır..
Böylesi hassas bir noktada, Ankara- Tahran arasında yapılan ve geçen hafta Ahmed Davudoğlu"nun proğram dışı bir şekilde Tahran"a gitmesi ve hemen her kademedeki en üst mes"ullerle uzuuun görüşmeler yapmasını takiben, bu günlerde İran Parlamentosu / İslamî Şûrâ Meclisi Başkanı Ali Laricani"nin Ankara"ya gelmesi ve 1-2 gün sonra da İİC Dışişleri Bakanı Salihî"nin gelecek olması; kezâ, İran C. Başkanı Mahmûd Ahmedînejad"ın Latin Amerika ülkelerinde proğram dışı gezilerde bulunması da, önemli gelişmelerin içinde bulunulduğunu göstermektedir..
Böyleyken, bu konulara sorumsuzca yaklaşanların ve düşmanı topun namlusundan değil, rüya âlemlerinde seyredenlerin, özellikle de İran- Türkiye münasebetleri konusunda sadece sloganik bir takım cümlelerle değerlendirmeler yapmaktan veya sünnîlik- şiîlik gibi İslam içi mes"eleleri hele de bu şartlarda gündeme taşımaktan kaçınmaları daha bir zarurettir ve feraset gereğidir..
Buna rağmen, ne yazık ki hem İran ve hem de Türkiye medyasında bu inceliğe dikkat edilmediği görülmektedir..
Unutulmasın ki, emperyalist- şeytanî güçlerin müslümanlar arasında yapacağı sıralama, sadece, önce kime saldırması gerektiği üzerinde olacaktır. Bu gerçek, kavranılmazsa, bunun vebali hepimizin üzerine olur.
haksöz