13.09.2024’te Resmî Gazete’de “Cuma” günü (!?) yayınlanan “İlaç Etkin Maddesi Üretimi Amaçlı Kenevir Yetiştiriciliği ve Kontrolüne Dair Yönetmelik” hem ‘din’e hem ‘ahlak’a hem ‘hukuk’a hem de hayatın gerçeklerine aykırı maddeler ihtiva etmektedir. Evet bu yönetmelik aynı zamanda Laikliğe de aykırıdır. 6 Bölüm ve 17 maddeden ibaret yönetmeliğe, en az 20 madde halinde itirazım var. Ancak önce istişarelerimi ve okumalarımı bir gözden geçirmem gerek. 8 Ekim’de “AKP’nin Papatyaları” davası var, önce onu halletmem gerek. Kenevir yönetmeliği için daha sonra uzun bir değerlendirmem olacak ama şimdilik iki hususa değinmek istiyorum.
Laiklik vurgusu ironik bir ifade değil. Bu yönetmeliği hazırlayanlar ne keneviri biliyorlar ne dini; ne de hayatın gerçeklerinden haberdarlar. Ve tabii hâkimi olmadıkları bir konuda Mevzuat oluşturuyorlar.
Önce bizimkiler Laikliği de bilmezler. Laiklik varlık ve meşruiyetini İncil’den alan, Katolik kilisesinin Ruhani bir devlet olan Katolik kilisesi ile siyasi devlet arasındaki ilişkiyi düzenler. Konu din devlet ayrılığını ifade etmez, din ile devletin ayrılmazlığını savunur. Siyasi devlet bedeni, kutsal devlet/Vatikan ise Tanrıyı ve insanda Ruhu temsil eder. Bu anlamda Laiklik Ruh ve Bedenin birliğini, bütünleşmesini savunur. Çatışmama, paylaşım ve İşbirliğini ifade eder. Bu durum Westefelya anlaşması ile yasa haline getirilmiştir. Protestanlar “Sekülarismus”, Ortodokslar ile “Bizantinizm”i esas alır. Gelelim bu yönetmeliğin laikliği ihlaline. Yönetmeliğin 6. Madde’sinin “e” fıkrasında şöyle bir hüküm var: “Üretilecek ilaç etkin maddesinin satışının yapılacağı firma ile imzalanmış ilaç etkin maddesinin özelliklerini ve miktarını içeren tedarike ait güncel protokolü” (…) TMO’ya teslim eder. Hükmü yer almaktadır. Bu ifade sıradan, basit bir ifade gibi gözükse de aşağıda izah edeceğim gibi, mal ve tarımsal ürünlerin alış satışı ile ilgili olarak din dışı bir uygulamayı şart koşmaktadır.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları merkezince yayınlanan İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi Sayı:8, 2016, Sayfa 211-238, Dr. İsmail Bilgili imzasıyla yayınlanan “İslam Hukuku’nda “Ma’dum”un Satışı” konulu, konumuzla ilgili önemli bir makalenin linki şöyle:( http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D02533/2006_8/2006_8_BILGILII.pdf ) Bu linkteki makalede konumuzla ilgili şu ifadeler yer almaktadır: “ (…) İslam hukukunda nelerin satım akdine konu olacağı hukukçular tarafından tartışılmış̧, bir malın satım akdine konu olabilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerektiği belirtilmiştir. Bu özelliklerden biri de "akit mahalli- nin mevcut olması yani ma'dum olmaması"dır. İslam hukukçuları bu sonuca Hz. Peygamber (s.a.s.)'in "kişinin yanında veya mülkünde olmayan ya da henüz elde etmediği malı satamayacağına" dair ifadelerinden varmışlardır.” (…) "Hukukun hakikaten var ya da hükmen yok saydığı, taraflararasında anlaşmazlık ve çekişmeye götürecek derecede kapalı olan, teslimi garanti edilmeyip zarar ve ziyan içeren, varlığı ihtimalli şeylere ma'dum denir." Daha ortada ekim yapma yetkisi alıp olmayacağı belli değilken, bağlayıcı bir protokol mümkün olmayacaktır. Bu durumda belirsizliklerle dolu bir konuda taahhütte bulunmak, bir “iyiniyet belgesi” olarak bile ciddiye alınacak bir beyan mümkün olmayacaktır.
“İslam hukukçuları akit yapma hürriyeti’nin alanı konusunda farklı görüşlerde bulunmuşlardır. Zahiriler sadece ayet, hadis ve icma'ın cevaz verdiği akitlerin yapılabileceğini savunarak akit hürriyet’ini dar tutmuş; Hanbeli fakihi İbn Teymiyye (ö. 728/1337) ise 'kanun koyucunun ve akdi yapanların maksatlarına aykırı düşmeyen her akdin yapılabileceğini belirterek akit hürriyet’ini en geniş seviyeye getirmiştir. (…) Bundan dolayı mevcut olmayan malın satılamayacağı kanaati İslam hukukçulan arasında ağırlık kazanmıştır. Hatta İslam hukukçularından bir kısmı mevcut olmayan ma'dum bir malın satışını 'batıl' kabul etmişlerdir. (…) ilgili hükümler açıklanırken; (Bey'in hükmünü kabil olan mahalli mevcut ve makdum'a teslim ve mal-ı mütekavvim olan mebnidir) demişlerdir.. Binaen aleyh, kezalik (ma'dum’un, makdum'u teslim ve mal-ı mütekavim olmayan şeyin bey'i batıldır) denilmektedir”. (Buna göre satış da yapılamaz, pazarlık da yapılamaz, teahhüd de de bulunulamaz. Bu konularda açıklık olmayan şekli protokoller ise değerlendirmeye esas olacak bir kıymet ifade etmeyecektir.) Bunun satışını hukuk MA’DUM olmasından değil, GARAR olmasından dolayı yasaklamıştır. (GARAR Akdin haksız kazanca yol açacak ölçüde kapalılık taşımasını ifade eden fıkıh terimidir. henüz yakalanmamış balıklar, henüz hasat edilmemiş mahsuller gibi mevcut olmayan şeyin satışını ifade eder. GARAR belirsizlik, tehlike, şansa dayalı risk anlamına geldiği için İslam’da iktisadi muamelat içinde, Riba/Faiz ve zorlaştırıcı, belirsizlik temelli şansa dayalı işlem gibi olumsuz olarak değerlendirilir).. Hakim b. Hizam (ö.54/673) ve İbn Amr (Ö.65/684) hadisinin kapsamındaki yasaklama şekli de bundan biridir. Çünkü satıcı mülkünde olmayan ve teslimine gücü yetmediği ama (Çarşı-Pazar’dan) elde ederek müşteriye teslim etme üzere bir şeyi satınca her iki tarafın da böyle bir akde ihtiyaçlan olmadığından tıpkı zarar ve ziyan· içeren bir şeye benzemiş olur. Hayvanın karnındaki yavrunun ileride doğuracağı yavrusunun “habelü'l- Hibele” satışı da böyledir. (Habelül Habele: Doğacak yavrunun doğuracağı yavrudur. İlim adamlarınca bu alışveriş hükümsüzdür, bu alışveriş aldatma cinsi alışverişlerdendir.) Üçüncüsü, elde edilip edilemeyeceği bilinmeyen, satıcı tarafından elde edileceği garanti edilmeyen ve müşteriyi zarara sokabilecek “ma'dum”dur.
Bu konuda “Ekonomi, İşletme ve Maliye Araştırmaları Dergisi” Cilt 1 sayı 12018 s 56-63 Hakan Kalkavan imzalı “Medine Pazarı Perspektifinde Muhtesib ve Agoranomos Karşılaştırması” başlıklı konuyla ilgili değerli bir akademik makale bulunuyor. Bu makaleye ( https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/607715 ) linkinden ulaşabilirsiniz. Bu makalenin girişindeki ÖZET ile 60. Sayfasındaki “TELAKKİR-RUKBAN”, “SİMSARLIK”. “KABZDAN ÖNCE SATIŞ” konuları bu konuyla ilgilidir. Yazıyı çok uzatmadan merak edenlerin bilgisine sunmak istedim. Tabi gerek görülürse bu konuda daha onlarca örnek makale gösterebilirim.
Bir ürünün henüz ekimini yapmadan alış-satış akti batıl olduğu gibi, hatta Resulullah’ın Medine’ye hicretinden hemen sonra kurulan Medine pazarına mal ve/veya ürün getiren kişilerin yolda önlerine çıkıp, pazara gelip şartları görmeden mal sahibi ya da üreticiden malın alınması batıl kabul edilmiştir. Ekilmemiz ekin, doğmamış buzağı için akit de aynı şekilde batıldır. Bütün dini metinlerde bu konu açık bir şekilde ifade edilmişken, yönetmeliğe bu şekilde bir şart konulması mütedeyyin kişiler için caydırıcı bir etkiye sebeb olacaktır.
Bakın, bizim “yerli ve milli” laikler bilmez ama, BM sözleşmesi ve insan hakları bildirgesine esas olan metinlerden biri de “Virjinya eyalet anayasası”dır. “Self determination” kuralı da bu anayasadan alınmıştır. Bu Anayasanın son maddesi şöyledir: Devlete sadakatım, dinime sadakatımın teminatıdır”. Yani “devlete sadakatım, dinime sadakatımın teminatı olduğu ölçüdedir” diyor.
Bu ülkede Müslümanlar da var. Herkes bu karala uymak zorunda değil elbette. Ama Müslümanları dışlayan bir kuralla da devlet belli bir inanç topluluğunu dışlamış olur ki, bu durum Laiklik anlayışı açısından, devletin inanç özgürlüğü ve inanç topluluğu açısından ayırımcılık yapması anlamına gelir. Bu da Laikliğe aykırıdır. Daha önce Faiz / Riba konusunda NAS diye başlayıp geldiğimiz yer belli. İstanbul sözleşmesi ile Kadın’ın Şahidliği, Biyolojik cinsiyetin yerine Toplumsal cinsiyet şartı getirilerek LGBT’ye meşruiyet ötesi pozitif ayırımcılık sağlanması, Kimlik kartlarındaki GENDER maddesi, Lanzarote sözleşmesi hükümleri, süresiz nafaka gibi say say bitmez ihlallerine bu yönetmelikle bir yenisini daha eklemeyin. Ya hu, bir protokol istiyorsunuz da bu işe girmek isteyenler, ne zaman Pazar araştırması yapacak, ne zaman randevu alacak, onlar ne zaman araştırmalarını yapıp geri dönüş yapacaklar? Verilen süre içinde bu işlerin tamamlanması kolay değil.
Sahi o 2. Bölüm, 5.Madde’nin 4. Fıkrası ne öyle? 4. Fıkra şöyle: “Başvurular ülke arz ve talep durumuna göre ‘Cumhurbaşkanınca’ belirlenen kota doğrultusunda (…)” neticelendirilecekmiş. Niçin “Cumhurbaşkanlığınca” değil de, ‘Cumhurbaşkanınca’! Cumhurbaşkanlığı, konuyla ilgili bir bilim ve politika kurulu oluşturur. Onların arkasında ilgili bakanlık temsilcileri, İlgili oda temsilcileri, Kenevir enstitüsü bulunan Üniversitelerden birer temsilci, sektör temsilcileri, …SİAD temsilcileri, TOBB temsilcisi, Sendika temsilcilerinden iki ayrı kurul oluşturulur, onlar müracaatları inceler ve Cumhurbaşkanının tensibine birlikte bir dosya sunarlar. Teklifi niçin kabul edilmeyen de niçin liste dışı kaldığını bilir. Bakın, bu yaklaşım yurt dışından bir yatırımcı ile yapılacak ön anlaşma ile birileri bu duruma göre iş planı yapabilir. Sebebi belli olmayan bir işlem. Sonucu müteşebbisin liste dışı kalması onlar için de risk oluşturabilir. İslam’da kişi hem kendi için zarar vermemesi gibi, başkası için de önceden belli olan zarar riski yüksek bir işleme taraf olamaz.
Bu günkü şekli ile teklifler elendikten sonra kazanamayanların dosyaları, kazananların elinde hazır bir Pazar araştırması haline gelecek. Benim bildiğim, “Türkiye’de bize bu işi yaptırmazlarsa Romanya’ya gidip orada yer kiralayıp yapıp, icabında Türkiye’ye gelip oradaki, üretimimizi ithal edelim Türkiye’de pazarlayalım” diye düşünenler var. Evet Türkiye’deki bürokrasi ayrı bir dert, rüşvet endişesi ayrı bir dert. Dahası bu kadar sınırlandırma, mevzuat engeli, bürokratik engellerle başetmek oldukça zor. Bunun yanında bu şartlarda kaliteli bir ürün elde etmek ve rekabelet edebilecek bir maliyet de oldukça zor!
Ya hu bu milleti bu kadar ezmeyin. Müteşebbisleri zora sokmayın. Kenevir gibi önemli bir iktisadi kaynağı, bürokraside ahbab-çavuş ilişkilerine feda etmek anlamına gelecek uygulamalara kapı aralamayın. Sabır taşını çatlatmayın! Böyle bir şey hukuki olmamasının ötesinde ahlaki de değil. Bu ayıbın arkasında kimin imzası varsa, bunu kim, hangi akılla, hangi hesapla hazırladı ise!
Daha bunlar usule ilişkin itirazların Mukaddimesi bile değil. Hele o İMHA bölümüne daha sıra gelmedi!. Kenevire getirilen sınırlandırma Afyon üretiminde bile yok. Birileri yapıyormuş gibi görünüp, yapılmaması ya da yapılacaksa, kim oldukları bugünden belli bir gruba kontrollü bir şekilde kapı aralama girişiminden başka bir şey değil sanki.
Ayıptır, yazıktır, günahtır ya hu. Bu Yönetmelikle bu iş “efradına cami, ağyarına mani” bir şekilde olamaz! Ama eğer “ben yaptım oldu” diyecekseniz, onu bilmem!. Selam ve dua ile.